Edebiyat eleştirmeni Terry Eagleton’ın “Şiir Nasıl Okunur?” Kitabına yakından baktım. Eseri 2007’de bize İngilizceden hazırlayıp çeviren Kaya Genç. 2015 yılında Ayrıntı Yayınları’ndan Sanat ve Kuram dizisiyle yayımlandı. Şiir sanatıyla ilgilenen, şiir eleştirisi kitabı okumak isteyenler için nitelikli bir çalışma olmuş. Bu noktada ifade etmek gerekir ki, günümüzde şiir çok fazla yazılıyor ama yetkin bir şiir eleştirisi yapılmıyor. Eserdeki zenginliklerin gözler önüne serildiği, eseri “kıymetlendiren” eleştirinin mahrumiyetini yaşadığımız bir dönemdeyiz ne yazık ki! Bu yüzden şiir eleştirisini önemsiyorum.
Kitapta sınır, formül, form, şekil, şablonlar üzerinden gidilmiyor. Edebiyat kuramıyla yakından ilgilenen eagleton, şiir eleştirisine ilgi olmamasına değinir. Bunun Edebiyat eğitim sisteminden kaynaklandığını vurgular. Edebiyat eğitiminde sadece biçimsel teknikler üzerinden değerlendirme; uyak, kafiye, tema ve fikri ön plana çıkaran tutumu eleştirir. Eagleton’a göre; şiir eleştirisinin yeniden ilgi görmesi ve anlam kazanması için mevcut edebiyat eğitimini eleştirip terk etmek gereklidir. Şiirin sadece biçimsel olarak üzerinde durulmasını mantıklı bulmaz. Şiirin alanının; Tarih, felsefe ve siyasetle ilgisini dikkate alarak anlamlandırılmasının gerekliliğinden bahseder. Eagleton: “Şiir eleştirisi, edebi faaliyetin vazgeçilmez bir ayağını oluşturmaktadır ve edebiyat eleştirisi bu ayaktan asla ödün vermemelidir.” Düşünce sistematiğiyle eleştirinin önemini farklı disiplinlerle vurgulamaktadır. Kitap Rönesans’tan günümüze gelen şiir ve şairlerden örneklerle zenginleşmiş.
“Şiir öldü mü?” klişesi
İlk bölüm “Eleştirinin İşlevleri” başlığıyla açılıyor. Eagleton’ın: “Edebiyat teorisyenlerinin kurumuş yürekleri ve kibirli beyinleriyle metaforu fark etmekten aciz oldukları için şiiri öldürdükleri fikri bırakın şefkatli bir his olmayı, eleştiri konusunda çağımızın en kalın kafalı beylik klişelerinden biridir.” Cümlesi bize tanıdık geliyor olmalı. Dünya şiirindeki bu tutum ülkemizde yıllardan beri süregelen “şiir öldü mü? klişesine cevap niteliğindedir. Söylemeliyim ki, şair duyuşundan önce; insanlık var olduğu sürece, duyguda var olacağı için şiir varlığını sürdürecektir. Edebiyat teorisyeni eagleton, söylem ve biçimin birbirinin parçası olduğuna değinir. “Kimse dili saf ve basit haliyle duymamıştır. Bunun yerine tiz veya alaycı, kederli veya kayıtsız, aşırı içli veya zalim, hiddetli veya aşırı duygusal sözler duyarız. Kimi zaman şiir dilinin “ardındaki” fikirleri bulup çıkarmaktan bahsedilir ancak bu metafor yanıltıcıdır. Bir şiir dili onun fikirlerinin oluşturucusudur.”
İlk bölümde W.H. Auden’ın “Musêe des Beaux Arts” [Güzel Sanatlar Müzesi] şirini ele alıyor. “Acı hakkında yanılmazlardı hiç / Eski ustalar: onun insani konumunu” diye başlayan dizelerde “şiir gündelik bir söyleyişle başlar, sanki birinin akşam yemeği sonrası muhabbetine konuk olmuş gibiyizdir.” Der eagleton. Burada dram vardır. Şiir tantanalı biçimde başlamaktansa temasına dolaylı yönden yanaşır. İlk bir buçuk dizede isim, fiil ve yüklemin sırası tersine çevrilir, böylece çok çıplak bir ifade olacak olan “Eski ustalar acı hakkında hiç yanılmazlardı”nın yerini daha çok köşesi olan, sözdizimi açısından da ilginç olan “Acı hakkında yanılmazlardı hiç/ Eski ustalar” alır.
Dil bilgisinin sıradan düzeninin tersine çevrildiği yukarıda bahsettiğim sözdizimsel yan yana getirilen örnek şiirle başlayarak ilerliyor. Eagleton: “Şiirin karşılaştığı sorunlardan biri, acı hakkında alaycı olmayan, buruk bir mizah, ironik bir bilgelik ile bıkkın bir ses tonu arasındaki ince çizgide ilerlemelidir. İnsanın acısını mitsel özelliğinden arındırmalı, ama bunu onu görünürde değersizleştirmeden yapmalıdır. Bu yüzden şiirin -yapay ancak şefkatsiz veya kendini beğenmiş olmayan- tonu, dikkatli bir biçimde idare edilmelidir.” Şiir insan ıstıraplarını ona soğuk bir gerçeklikle yaklaşarak onurlandırmayı ister. Şiirin dik başlı gerçekliği, bir başkasının tasavvur edilemez kederiyle özdeşleşmeyi reddeder. Eagleton Yirminci yüzyıl edebiyatında Mihail Bahtin, Erich Auerbach, Walter Benjamin, Ernst Robert Curtius, Kenneth Burke, Edmund Wilson, Lionel Trilling, Edward Said gibi isimleri zikreder. Retoriğin eleştiriye geçiş aşamalarına da derinlemesine eğilir.
Şiirin iyi olmasında ölçüt nedir?
İkinci Bölümde: “Şiir Nedir?” başlığıyla şiir ve düzyazı bölümünde şiirle düzyazı karşılaştırması yapar. Şiirin iyi olmasında ölçüt; sadece ölçü ve uyak değildir der. İkinci bölüm Şiir ve Ahlak, Şiir ve Kurmaca, Şiir ve Pragmatizm, Şiirsel Dil, yazılarıyla ilerliyor. Üçüncü ve Dördüncü Bölüm: Biçimciler ve Biçim Arayışı bölümleriyle şiirde biçimi ele alır. Yakın okuma ile Amerika’dan şiir örnekleriyle biçim ve içeriğin üretken bir biçimde birbirlerinin aleyhine çalışabildiklerine özel bir dikkat çeker. Yirminci yüzyıl başında ortaya çıkan Rus Biçimcileri ekolünün üyeleri, şiiri dilin kendisiyle kurulan, kendisine has özbilinçli bir ilişki olarak anladığını belirtir.
Beşinci bölüm: “Şiir Nasıl Okunur?” da şiirin anlam ve öznelliğinden, ses tonu, atmosfer ve perde, yoğunluk ve tempo, doku, sözdizimi, noktalama işaretleri, muğlaklık, uyak, ritim ve ölçü, imgelem gibi unsurlara eğilen yazar kitabın altıncı ve son bölümünde metinleri eleştirel okumaya yakın tutarak İngiliz doğa şiirlerini inceliyor. “Dört Doğa Şiiri” son bölümle bitiyor.
Eagleton; şiire ve eleştiriye bakışımıza zenginlik katacak, samimi, akademik ve yalın üslubuyla, bizi noktalama işaretlerinin dahi şiire kattığı anlamın farkına varacağımız, dikkatli bir yakın okuma çalışmasıyla buluşturuyor.