Litros Sanat
Türkiye'nin Dijital Kültür Sanat Gazetesi
Yönetmen Erkan Tahhuşoğlu: “Döngü farklı sınıflardan kadınlar arasındaki gerilimleri, uzlaşıları, çatışmaları ele alıyor ama sizin de tespit ettiğiniz gibi dayanışmaları da konu ediniyor. Sosyo ekonomik olarak avantajlı insanların dezavantajlı kesime karşı uyguladığı ayrımcılık her zaman yaralamıştır beni. Ama bir dezavantajlı grup mensubunun, kendisini biraz daha güçlü hissettiğinde, aynı dezavantajlı grubun başka bir mensubuna uyguladığı ayrımcılık, bu, aynı sınıftan gelenlerin birbirine ihaneti beni her zaman daha çok yaralamıştır.”
Yaşamın içinde bir an vardır ve fark ederiz. Fark ettiğimizde her zaman yaptığımız işlere dışarıdan bir yerden bakmaya başlarız. O eski bakış çok uzaklarda kalır. Fark edişten sonra ne yapacağımız meçhuldür. Her uyanış aslında bu formülle işler. Ama hikayeler biricik olur. Erkan Tahhuşoğlu’nun üçüncü uzun metrajı Döngü de bizlere Sevim’in uyanışını daha doğrusu sosyo ekonomik sınıfına dair uyanışına giden yolu anlatıyor. Biz de röportajımızda Erkan Tahhuşoğlu ile Döngü’yü, festivalleri ve sinemasının bileşenleri konuştuk. Döngü filmi vizyon yolculuğu sonrasında şimdi TOD platformunda izleyicsini bekliyor. Röportajımız da sizi Litros Sanat satırlarında karşılıyor.
Ayten, Sevim, Lena farklı yaşlardan, farklı sosyo ekonomik sınıflardan kadınların hikayesini izliyoruz. O zaman bir klasik olarak Döngü’nün hikayesi nasıl ortaya çıktı diye sorsam ne dersiniz?
Erken yaşlarda çalışmaya başladım. Üniversite yıllarıma kadar türlü çeşitli işlerde çalıştım. Üniversite eğitiminden sonra yüksek lisans için gittiğim Almanya’da da çeşitli işlerde çalıştım. Almanya’dan döndükten sonra çok uzun yıllar reklam sektöründe çalıştım. Bu uzun çalışma yılları boyunca gerek yaşadıklarım, deneyimlediklerim gerekse gözlemlediklerim beni uzun yıllara yayılan bir düşünme sürecine soktu. Bu uzun düşünce süreçlerinin sonucu olsa gerek, birkaç yıl önce Döngü filminin ilk fikirleri aklıma düştü. Her şeyin en başında ekonomik olarak üst sınıfa mensup yaşlı kadın Ayten ve gündelikçi Sevim karakterleri vardı. Sevim çok uzun yıllardır bu eve gündeliğe geliyor, neredeyse Ayten’le birlikte yaşlanmışlar ve Sevim’in evde doğal bir hakimiyet alanı var. Sonra Ayten’in bakıcısı Lena karakteri geldi aklıma. Üçlü sac ayağı bu şekilde kurulduktan sonra senaryonun da güzergahı büyük ölçüde çizilmişti. Her bir karakterin, kendi sınıfının, kendi pozisyonunun ve zihin dünyasının perspektifini yansıtacağı ve bu perspektiflerin kaçınılmaz bir şekilde eninde sonunda çatışacağı bir sınıf hikayesi.
Sevim’in sosyo ekonomik sınıfına dair bir uyanışı izliyoruz. Onun değişimiyle aslında sınıflar arasında da bir düşünme gerçekleştiriyoruz. Ama şu soruda bizi yakalıyor. Sevim gerçekten uyanabilir mi?
Evet, elbette uyanabilir. Dahası; Döngü Sevim’in ve onun temsil ettiği ekonomik sınıfın uyanma olasılığına inanmak istiyor. Bu uyanışın dinamiklerinin ne olabileceği üzerine hem kendisi düşünüyor, hem de seyirciyi bu düşünme sürecine katmak istiyor.
Gerçeklik ve rüyalar filmde anlatının önemli bir parçası. Rüyalar aslında gerçeğin dönüşümünü de tetikliyor. Bu tarzınızı Koridor filminde de görüyoruz. Rüyaların sizin için anlamı nedir?
Sinemamda gerçeklik düzlemini çok önemsemekle beraber hayatın ve bu hayatın algılanışının sadece gerçeklik düzleminde yaşanmadığını düşünüyorum. Bu gerçeklik düzleminin dışında sadece rüyalar da yok. Hayat sadece dışsal gerçeklik ve rüyalardan oluşmuyor. Dışsal gerçeklik ve/veya rüyalar dışında hissel, sezgisel düzlemler de var ve ben sinemamda bunların görsel, sinemasal karşılıklarının ne olabileceği üzerine kafa yoruyorum. Dolayısıyla benim peşinde koştuğum sinemada, rüya diye tabir edilen sahnelerin hepsi rüya değil, en azından benim için. Karakterlerin hislerinin, sezgilerinin, bazen geçmişlerinin tortularının, bazen gerçekleşemeyen hayallerinin, bazen derin korkularının görsel ve sinemasal karşılıklarını arayışımın sonuçları.
Şehir hayatındaki insanların hikayesini sinemada pek görmüyoruz. Siz kameranızı ise şehrin içine ve evin içine yerleştiriyorsunuz. Bu tercihi nasıl anlatırsınız?
Baştan beri Döngü’yü bir “Büyük Şehir - Metropol Filmi” olarak düşündüm ve öyle tasarladım. Değişik sosyo ekonomik sınıfların tezahürü olan ve karakterlerimle ilgili epeyce bilgi veren ev içleri ve mahalleleri önemsedim. Sokaklarda koşturan, otobüslerde, dolmuşlarda yorgun işçi yüzlerinin arasına karışarak, otobanların üst geçitlerinden geçerek şehirin içinde devinip duran bir “Sevim” hayal ettim.
Bütünlüklü bir oyuncu yapısını önemsiyorum
Filmin kadrosunu nasıl belirlediniz? Oyuncu seçiminde nelere dikkat ediyorsunuz ve önemsiyorsunuz?
Ayten rolünü yazarken baştan beri Emel Göksu’yu düşündüm. Onunla Koridor filmimde de çalışmış ve karşılıklı çok mutlu olmuştuk. Onun dışındaki bütün oyuncularımla yolda tanıştım diyebilirim. Bütünlüklü, kendi içinde tutarlı bir casting yapısını çok önemsiyorum ve bunu daha çok bire bir ilişki kurarak oluşturmaya çalışıyorum. Başta oyuncularla tabii ki bir okuma pratiği yapıyoruz ama benim yöntemime tam olarak “audition” diyebilir miyiz, emin değilim. Çünkü ben daha çok, oyuncunun enerjisine, bu rolü alma tutkusuna bakıyorum. Ben yönetmen oyuncu ilişkisinde mutlak profesyonelliğe inanmıyorum. “Biz bir iş yapıyoruz ve birbirimizi sevmek zorunda değiliz” cümlesinden her zaman rahatsız olmuşumdur. Aksine, biz aslında yolda bir kardeşlik hukukunu da birlikte inşa ediyoruz diye düşünürüm her zaman. Çok şanslıydım ki başta Serpil olmak üzere kendini filmimize inanılmaz bir şekilde adayan oyuncu arkadaşlarımla çalışma şansı buldum.
Ev içi emeğin görünmez bir tarafını görüyoruz. Bu işi yıllardır yapan bir kadın da emeğine bir yerde uzaklaştığını fark ediyoruz. Diğer bir yandan da orta yaşlı olmak ve yaşlılık da filmlerinizde karşımıza çıkıyor. Bu seçiminizi sorsam ne dersiniz?
Ev içi emek çokça görmezden gelinen, neredeyse hepimizin hayatında yer almasına rağmen, değeri, nereye tekabül ettiği ve özellikle de güvencesizliği üzerine çok da kafa yorulmayan bir konu. Bu duyarsızlık ve bilinçsizlik hali benim bu filmi yapma motivasyonlarımın başında geliyor. Yaşa dair bir şey diyemeyeceğim açıkçası, çünkü oraları çok hesapladığımı söyleyemem. Bu karakterler aklıma düştüğünde (Müyesser, Zeliha, Ayten, Sevim) bu yaşlarıyla ve bu ekonomik, sosyal sınıflarıyla düştüler.
Aynı sınıftan kadınların dayanışmasını anlatıyorum
Göçmen işçiler ve yerli işçiler birbirine karşı iki noktada düşünülüyor. Hatta öyle sunuluyor. Ama sizin filminizde birbirlerine desteklerini görüyoruz. Sevim kendi hakkını savunmaktansa Lena’nın hakkını daha fazla savunmayı tercih ediyor. Filminizde bu konumlandırma ile ne söylemek istediniz?
Döngü farklı sınıflardan kadınlar arasındaki gerilimleri, uzlaşıları, çatışmaları ele alıyor ama sizin de tespit ettiğiniz gibi dayanışmaları da konu ediniyor. Sosyo ekonomik olarak avantajlı insanların dezavantajlı kesime karşı uyguladığı ayrımcılık her zaman yaralamıştır beni. Ama bir dezavantajlı grup mensubunun, kendisini biraz daha güçlü hissettiğinde, aynı dezavantajlı grubun başka bir mensubuna uyguladığı ayrımcılık, bu, aynı sınıftan gelenlerin birbirine ihaneti beni her zaman daha çok yaralamıştır. Döngü’de Sevim başta Lena’nın işe alınmasına vesile oluyor ve ev içinde daha kollayıcı bir tavır sergiliyor. Ama zamanla sıkıştığında, zihinsel bulanıklığının da etkisiyle o da belli ayrımcı tavırlar sergiliyebiliyor. Oysa her zaman öyle olmak zorunda değil, dahası Lena’yla ortak mensubiyetleri onları dayanışmaya zaten zorluyor. Hangi millete mensup olursa olsun aynı sınıfa mensuplar çünkü. Eninde sonunda bu aynı sınıfa mensup iki kadın aslında aynı kaynaktan beslenen bir dezavantajla karşı karşıya. İşte Döngü, aynı sınıfa mensup kişiler – kadınlar arasındaki bu dayanışma dinamiklerinin doğasına ve pratiklerine dair de bir şeyler söylemeye çalışıyor.
Festivallerde görünür olmak filmin yolunu da açıyor
Festivallerin filmler için yerini, önemini nasıl görüyorsunuz?
Festivaller bizim gibi bağımsız sinemacılar için çok önemli elbette, neredeyse en önemli mecralar diyebilirim. Hem özellikle bizi doğrudan bağımsız film seyircisiyle buluşturması, hem de aynı yıl film üretmiş meslektaşlarımızla bir araya getirmesi açısından. Festivallerde görünür olmak filmin yolunu da açan bir faktör. Şurası bir gerçek ki festivallerden sonra, daha fazla seyirciyle buluşma olanağımız da artıyor.
Başka Sinema kapsamında Döngü’nün vizyon gösterimleri gerçekleşti. Türkiye’yi dolaştınız. Şimdi de TOD’da film gösterimde. Seyirciyle buluşmak nasıl hissettiriyor? Nasıl yorumlar alıyorsunuz?
Günümüz koşullarında bir filmi ortaya çıkarabilmek için yıllar boyunca uğraşıyorsunuz ve film ortaya çıktığında bizim en önemsediğimiz şey elbette seyirciyle buluşması oluyor. Seyirciyle etkileşime girmek, seyircinin sizin filminizi yorumlaması, belki de o güne kadar sizin hiç aklınıza gelmemiş olan bir pencere açması, böylece filmi yeni fikirlerle beslemesi, çoğaltması biz bağımsız sinemacılar için gerçekten en önemsediğimiz şey, en büyük ödül oluyor.
Bir film bittiğinde diğer filmin hikayesi ortaya çıkar derler. Yeni projeleriniz var mı?
Projelerim var evet ama sizin de bildiğiniz gibi sinema çok pahalı bir sanat. Üstelik son yıllarda bütçeler git gide daha da artıyor ve yeni bir film çekmek bizim için çok daha zorlaşıyor. Yine de umudumuzu korumaya ve yeni bir filmin gerçekleştirilme koşullarını oluşturmaya çalışıyoruz.
Yorum Yaz