Sinemada “Hayat” gündemde Demirkubuz ve NBC 

24 dakikada okunur

Litros Sanat olarak bu sayımızda Dijital Ekran konseptinin biraz dışına çıktık. Zira Zeki Demirkubuz’un gündeme bomba gibi düşen Hayat filminden ve buna müteakiben yıllardır konuşmadığı Nuri Bilge Ceylan ile tutuştuğu kavgadan söz etmeden geçemezdik… 

Demirkubuz’un yeni vizyona giren filmi Hayat, pekçok spekülatif olayı beraberinde getirdi. Zeki Demirkubuz / Nuri Bilge Ceylan arasındaki soğuk savaş deyim yerindeyse alev aldı. Bir tarafta Cannes’da topladığı ödüllerle uluslararası başarıya imza atan NBC, öbür tarafta Kader, Masumiyet ve Yeraltı gibi filmleriyle ulusal seyircinin gönlüne taht kuran Demirkubuz… Sinemamızın usta yönetmenlerinin iyiden iyiye birbirini tehdit ettiği bu olaylar silsilesine ve Demirkubuz’un yedi yıl aradan sonra çektiği en uzun filmi Hayat’ta neler olduğuna buyrun birlikte bakalım. 

Antalya Film Festivali’nde prömiyerini yapması planlanan 2023 yapımı Zeki Demirkubuz imzalı Hayat filmi, geçtiğimiz yıl festivalin iptal edilmesinin ardından ilk gösterimini İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) bünyesinde düzenlenen 22. Filmekimi’nde gerçekleştirdi. Prömiyerinden iki ay sonra 15 Aralık tarihinde film vizyona girdi. 2016’da yaptığı Kor filminden sonra tam yedi yıl boyunca yönetmen koltuğuna oturmayan Demirkubuz, bu uzun aradan sonra çektiği Hayat filmiyle seyircisiyle buluştu. Filmin başrolünü Hicran karakteri ile genç yeteneklerimizden Miray Daner üstlenirken, Hicran’ın nişanlısı Rıza rolüne ise Burak Dakak can verdi. Kadının toplumdaki yeri, aile içi dinamikler, psikolojik altyapıda insan ilişkileri gibi başlıkları Zeki Demirkubuz’un kendine has arabesk anlatısıyla irdeleyen film, Hicran karakteri ekseninde şekilleniyor. 

Hayat, babasının baskısıyla istemediği bir adamla nişanlanan Hicran’ın hikayesini anlatıyor. Buna rağmen, filmin başlangıcından itibaren uzunca bir süre Hicran’ı görmüyoruz. Bunun yerine terk ettiği nişanlısı Rıza’nın, Hicran’ın kaçışını sindirmeye çalıştığı, nitekim başarısız olup mecnun gibi yollara düştüğü sahnelere tanıklık ediyoruz. Dilerseniz burada biraz Rıza karakterinden bahsedelim. Rıza, annesini ve babasını küçük yaşta kaybetmiş, bir fırıncı olan dedesinin elinde iyi aile terbiyesiyle büyümüş. Bu yaşına kadar dedesinin dizinin dibinden ayrılmamış, onun önerisi üzerine evlenmeye karar vermiş. Dedesinin ona gösterdiği fotoğrafa vurulmuş ve Hicran ile yalnızca iki kere yüz yüze konuşabilmiş. Tam olarak bu sebeple, Hicran’ın kaçtığını öğrendiğinde ilk tepkisi bu durumun çok olağan olduğunu düşünmesi yönünde oluyor. Olayı normal karşılıyor, ya da karşılamış gibi yapıyor ve kendi içinde çözümlemeye çalışıyor. Fakat çözümleyemediği noktada ‘neden?’ sorusu içini kemirmeye başlıyor. Bu soruyu kendi içinde cevaplayamadığında, memleketi olan Sinop’tan kalkıp Hicran’ın peşinden İstanbullara kadar sürükleniyor. 

 Filmin bu kısmında, Demirkubuz filmlerinde pek de aşina olmadığımız bir dede figürü bize eşlik ediyor. Rıza’nın filmde de “peygamber gibi adam” tabiriyle tanımlanan, yumuşak huylu dedesi. Anadolu’nun sosyal yapısı göz önünde bulundurulduğunda, Hicran’ın nişanı bozup evden kaçmasını bile hoşgörüyle karşılayabilen, Rıza onun peşinden gittiğinde “Bulduğunda ne yapacaksın, öldürecek misin kızı?” diye azarlayan olgunlukta bir karakter. Dediğim gibi, Zeki Demirkubuz filmlerinde hemen hemen hiç karşılaşmadığımız kadar “iyi” olan bu dedemizin uyarılarına rağmen Rıza vazgeçmiyor. Aylarca İstanbul’da kalıp Hicran’ı aramaya devam ediyor. Filmin ilk yarısı sonlanırken de nihayet aradığı nişanlısını ‘kötü yola düşmüş’ bir halde buluyor. Bu noktada filmin ilk duygusal kırılmasına şahitlik ediyoruz ve artık eve dönen Hicran’ın hikayesini izlemeye başlıyoruz. 

Demirkubuz sinemasında Hicran’ın yeri 

Hicran, filmin baş kahramanı olmasına karşın onunla filmin ikinci yarısında en az konuşan karakterlerden biri olarak karşımıza çıkıyor. Evden kaçmış, kötü yola düşmüş, yolun sonunda baba ocağına geri dönmüş bir kadın. Daha önce Masumiyet ve Kader filmlerinde izlediğimiz, kendinden emin ve gür bir sesle bas bas bağıran, isyan eden, aldığı kararların arkasında duran Uğur’la karşılaştırdığımızda çok daha sönük bir karakter olarak karşılıyor bizi. Olaylar karşısında tek tepkisi tepkisizlik olan ve her şeyi donuk bir sessizlikle kabullenen Hicran, Demirkubuz sinemasında kadının yerine dair bize tanıdık bir portre çizmektense günümüz dünyasında, toplum içinde kadının yerini simgeliyor. Aldığı karardan dönüyor, babasının karşısına çıkma cesareti göstermesine rağmen pasif bir direnişle hayatına devam etmeye çalışıyor. Baba evinde sığıntı gibi yaşamaya çabalarken karşısına çıkan kendisinden yaşça büyük bir adamla evlenmeye razı oluyor ve kısmen başka bir hayata başlıyor. Bu yeni hayatında yine kendi sesini bulamamakla birlikte yeni eşine karşı bir yaşam belirtisi göstermek noktasında yetersiz kalıyor. 

Hicran’ın eşi olarak karşımıza çıkan Cem Davran’la olan evliliklerinde, benliğinden oldukça yabancı bir yaşamın içinde sürüklenen Hicran ve onun bu tepkisizliğini yorumlamaya çalışmaktan deliye dönen Orhan’ı görüyoruz. Orhan, Hicran’dan bir sevgi kırıntısı, ya da onu sevmediğine dair bir işaret, herhangi bir tepki bekliyor. Fakat Hicran, toplumun ona biçtiği rolü layıkıyla yerine getirmeye devam ediyor ve Orhan’ın tüm bu çabasına rağmen duvar gibi sağlam bir iradeyle sessizliğini koruyor. Bu evliliğin sonunda ise Cem Davran’ın insanın ruhunu daraltan tiratından sonra filmin bir diğer duygusal kırılması gerçekleşiyor ve Hicran yine başladığı yere, baba evine dönüyor. 

Alışık olmadığımız bir Demirkubuz filmi

Hayat, uzun süredir vizyona girmesini beklediğim bir filmdi. Büyük bir heyecanla beklediğim bu filmi izlediğimde, ışıklar açıldıktan, rol aktıktan ve koltuğumdan kalktıktan sonra düşündüğüm ilk şey, Zeki Demirkubuz’un artık yaşlanmış bir sanatçı olduğuydu. Yanlış anlaşılma olmasın, bu yaş alma hali olumsuz bir etki bırakmamış filmde. Aksine, gençlik filmlerindeki hoyratlığının bir nebze olsun kırılmasını ve ayakları yere daha sağlam basan bir film ortaya çıkmasını sağlamış. Hayat filminde, estetik kaygılarından tamamen arınıp, yalnızca derdini anlatmaya odaklanan ve bunu da tekrar eden imgelerle yapmaya çabalayan bir Zeki Demirkubuz etkisi ile karşılaşmıyoruz. Bu da filmi diğer Demirkubuz filmleriyle kıyasladığımızda farklı bir yere koyabilmemizi sağlıyor. Hiç kapanmayan kapıların kapalı televizyon ekranıyla yer değiştirdiği, olayları sürekli yukarıdan takip eden ve karakterlerin üzerine karabasan gibi çöküp ezikliklerini ve baskılanmışlıklarını vurgulayan kameranın kendine daha aşağılarda yer bulduğu bir film izliyoruz. Ufak tefek gibi görünen ve fakat Zeki Demirkubuz’un imzası sayabileceğimiz bu dokunuşların Hayat’ta bir nebze olsun esnediğini görebiliyoruz. Yani filmin yönetmen koltuğunda Demirkubuz’un oturduğu aşikar, fakat bu defa filmi / hayatı onun gözlerinden izlemiyoruz. Daha ortadan bir yerlerden şahitlik ediyoruz karakterlerin hayat’larına.  

Umut dolu sonlar ve yeni başlangıçlar

Umutsuzluktan beslenen arabesk bir filmografinin içinde “Hayat”, karakterlerin yaşadığı tüm yıkımlara ve filmin o kasvetli havasına rağmen ara ara yüzümüzde tebessüm oluşturabilen bir film olarak da öne çıkıyor. Bu bağlamda filmin bize ilk kez umutvar ve görece aydınlık bir Demirkubuz filmi sunduğunu söyleyebiliriz. Ve hatta bu savımızı arada giren hafif yumuşak müzik, tatlı karakterler, soft kamera hareketleri ve estetik anlamda bize daha önce hiçbir Demirkubuz filminde karşılaşmadığımız bir zenginlik sunan sahnelerle destekleyebiliriz. Pek çok karakterle karşılaştığımız bu film, barındırdığı mizahi ögelerle de diğer filmlerden ayrılıyor. Araba yolculuklarında arka koltuktan hikayeler anlatan Rıza’nın amcası, İstanbul’da evinde kaldığı arkadaşı aslında pek de derinliklerine inmediğimiz fakat filmde bir güldürü unsuru olarak karşımıza çıkan karakterler. 

Hayat Hicran ve Uğur’u bir noktada birleştiriyor mu? 

Buraya kadar Hayat’ın Demirkubuz filmografisinde nasıl farklı bir yerde konumlandığından bahsettik. Biraz da Zeki’yi Zeki yapan, Hayat’ı da bir Zeki filmi yapan noktalarda gezinelim. Her şeyden önce, Demirkubuz sinemasına az da olsa aşina olanlar bilir ki, filmlerinin her birinde, daha önce çekmiş olduğu bir filmin sahnesine yer veren bir yönetmendir Zeki. Bu filmde de acaba hangi Demirkubuz filmiyle karşılaşacağım diye beklerken Kader’in Uğur’u çıkıyor karşımıza. Fakat bu defa, Uğur’u yalnızca bir yönetmen imzası olarak görmüyoruz. Yönetmen, önceki filmlerinden bir kadını karşımıza çıkartarak Hicran ile aralarında bir yakınlık kurmamızı sağlıyor. Baktığımızda iki kadın da aldıkları ya da almak zorunda kaldıkları kararlarla kendilerini aynı noktada buluyorlar. Fakat bu kadınlardan biri hayata karşı çok daha dik bir duruş sergilerken, diğeri -Hicran- bir noktadan sonra geri dönmeye ve bir şeyleri biraz olsun düzeltmek adına çırpınan bir kadın. Aldıkları ve alamadıkları bu kararlar doğrultusunda onları bekleyen son da pek tabii farklı oluyor. 

Zeki Demirkubuz, filmlerine yazdığı sonlarla genelde izleyiciye aralık bir kapı bırakmayan ve bu anlamda kendi adıma çokça eleştirdiğim bir yönetmen. Bu filmin sonu da diğer filmlerine paralel ilerliyor ve izleyiciye yorumlayabileceği bir boşluk bırakmıyor. Fakat bu filmde bizi bekleyen keskin son, şaşırtıcı bir şekilde mutlu bir son – her ne kadar buna mutabık olamayan seyirciler bulunsa da yönetmen son sahnenin rüya olması yönündeki okumayı reddediyor-. Filmi, bir şekilde kaderleri birbirine bağlanan kahramanların vuslata erdiği bir yerden okuduğumuzda üç buçuk saatlik seyir zevkimiz böyle bir sonla basite indirgenmiş gibi algılayabiliyoruz. Yine de dediğim gibi, Demirkubuz filmlerinin genelinde böyle bir durumla karşılaştığımız için, filmi yalnızca sonuyla eleştirmenin doğru bir bakış açısı olduğunu düşünmüyorum. Sonuç olarak baktığımızda iyisiyle, kötüsüyle, mutlu sonuyla, insanlarda uyandırdığı umutla, verdiği estetik doyumla izleyiciyi de ortak ettiği derdini başarılı bir şekilde anlatabilen bir film olmuş Hayat…

Antalya’da başlayan Cannes davası… 

Filmi hemen her yönüyle ele almaya çabaladıktan sonra işin biraz da magazinsel boyutuna bakmadan geçmeyelim zira Hayat filmi vizyona bomba gibi düştü ve pek çok spekülatif olayı beraberinde getirdi. Planlanan tarihte Ölümlü Dünya filmi de vizyona gireceği için 15 gün gecikmeyle tartışmalı bir durumda seyircisiyle buluştu Hayat. Nitekim bu olaylı vizyona giriş sürecinin ardından Demirkubuz, yeni filminden ziyade Nuri Bilge ile olan tartışmalarıyla gündemdeydi.

İkili arasında yıllardır dillerden dillere dolaşan husumet,  Hayat’ın vizyona girmesinden kısa bir süre evvel arttı ve çok daha bariz bir tartışma halini aldı. Demirkubuz’un Habertürk’te çıktığı programda yaptığı açıklamalarla olay iyice harlandı ve ikili arasındaki soğuk savaş artık iyiden iyiye karşılıklı kavgaya dönüştü. Gelin bu tartışmaların çıkış noktasına gidip günümüze kadar neler yaşandığına, filmlerinde birbirine teşekkür eden bu iki yönetmenin nasıl sosyal medyadan birbirlerine tehdit yağdıracak hale geldiklerine bakalım. 

İkili arasındaki olaylar her ne kadar 2006 sahnesinde patlak verse de söylenenlere göre bu gerilim 2002 senesine kadar uzanıyor. Bu tarihte Uzak filmini yapan Nuri Bilge’nin, filmin senaryosuna Demirkubuz’un ona sahne sahne anlattığı bir film projesinden esinlendiği yönünde iddialar ortaya atılmış, fakat bu iddiaların pek de üzerinde durulmamıştı. Bu söylentiler sonrası dört sene kadar ikilinin arası açılsa da henüz sular durgun görünüyordu. Ta ki, iki yönetmenin de aynı festivalde yarıştığı seneye kadar… 

Sene 2006, Antalya Altın Portakal Film Festivali… Zeki Demirkubuz, kariyerinin en iyi filmi olarak kabul gören Kader filmiyle yarışırken, Nuri Bilge İklimler filmiyle boy gösteriyor. Festivalde En İyi Yönetmen ödülünü kazanan Nuri Bilge, En İyi Film ödülünün –ki ödül azımsanamayacak bir meblağ- Kader filmine verilmesinin ardından bayılarak yere yığılıyor. Kimilerine göre bu bayılmanın nedeni kıskançlık, hırs ve stres olarak yorumlanırken, Ceylan’ın eşi bu iddiaları yalanlıyor ve sebep olarak eşinin iki gündür grip olduğunu öne sürüyor. Bu tarihe kadar sık sık bir arada gördüğümüz ikilinin arası, festival sonrası bir daha düzelmemek üzere açılıyor ve artık isimleri aralarındaki husumetle anılmaya başlanıyor.

Esinlenilen senaryolar ve yapılan göndermeler

Olaylar sonrası, ikilinin arasını bozan asıl meselenin, Zeki Demirkubuz’un hazırlıklarına başladığı bir projeyi Nuri Bilge’nin Üç Maymun filminde Demirkubuz’dan habersiz çekmesi olması yönünde söylentiler de mevcut. Rivayete göre Yılmaz Güney imzalı Baba filminin yeni bir uyarlaması olan bu proje, aslında Demirkubuz’un fikridir ve bu fikri Nuri Bilge ile paylaşan Demirkubuz kendi filmini çekemeden Üç Maymun gündeme bomba gibi düşer. Bu olay sonrası, ikilinin yaptığı her filmde birbirlerine yazdıklarını düşündüren diyaloglarla karşılaşılır… Filmleri ve tarzlarıyla bambaşka yerlerde duran ve buna rağmen aralarındaki gerginlik sebebiyle birbirleriyle karşılaştırmaktan geri duramadığımız iki yönetmen, yıllar boyu Yeraltı, Bir Zamanlar Anadolu’da, Kış Uykusu gibi filmlerinde birbirlerine yorulabilecek sahneler yazmaya devam ederler. 

Yıllardır bir şekilde haberdar olduğumuz bu mesele, son zamanlarda yapılan açıklamalar, atılan tweetler ve yağdırılan tehditlerle yine gündemimizde yer edindi. Birbirlerine sürekli laf dokunduran iki yönetmen, ilk kez bu kadar doğrudan bir tartışmaya girdi. Demirkubuz’un, NBC’nin sessizliğini korumaması halinde bir YouTube kanalı açacağını ve eteğindeki taşları bu yolla dökeceğini belirttiği samimi açıklama sonrasında NBC de twitter hesabından paylaştığı filmleri kadar uzun ve sıkıcı bir gönderi ile benzer bir tehdit savurdu. Demirkubuz’un söylemlerine bir son vermemesi durumunda mevsuyu mahkemeye taşıyacağını duyurdu. Yaşananlar sonrası sular durulmuş gibi gözükse de, iki tarafın hayranları da merakla ikiliden yeni bir atak bekliyor…

 

 

 

Önceki Yazı

Ata övgü

Sonraki Yazı

“Açlık Oyunları” yıllar sonra geri döndü

Son Yazılar