Köyü, kasabayı bir kabus atmosferi olarak gösteren yapımların hızla arttığı bir dönemde Anadolu’nun hikayelerini daha gerçekçi bir düzlemde ve temiz bir dille anlatabilen yapımlara her zamankinden çok ihtiyaç var. Bu bağlamda Atalay Taşdiken’in 2009’da vizyona giren Kızkardeşim Mommo filmi anlamlı örneklerden biri olarak akıllarda.
Yeni Türk sinemasında ‘taşra’ konulu filmlerde bilhassa ‘festival’ yapımlarında gözle görülür biçimde Anadolu insanına ve kültürüne karşı bir nefret dikkat çekiyor. Yeşilçam’da dönem dönem rastlanan Anadolu insanını küçümser, hor gören yaklaşımın çok ötesinde bir bakış sözünü ettiğim. Zaten Yeşilçam geleneğinden bile tümüyle bağını koparan sinemacılardan ülkesiyle, toprağıyla gerçek bir bağ kurma çabası beklemek de nafile.
Son yıllarda birbiri ardına karşımıza çıkan karanlık ve kasvetli ‘kasaba’ ve ‘taşra’ hikayelerinde insan ilişkilerinin çürümüşlüğü, karakterlerin kötücüllüğü, eh biraz da ödüle uzanmak için metaforlar marifetiyle yapılan siyasi göndermeler denklemi tamamlıyor çoğu kez. Neyse ki içinden çıktığı hayatın gerçekliği ile barışık yönetmenler de yok değil.
Üstelik perdeye taşıdıkları işlerdeki başarıları da temiz bir dille kadraja alınan sahici hikayelerin çok daha zengin bir anlam dünyasının kapılarını araladığını gösteriyor. Buna en güzel ve anlamlı örneklerden biri olan Atalay Taşdiken’in senaryosunu yazıp yönettiği Kız Kardeşim Mommo’yu bugünlerde yeniden hatırlamak ve hatırlatmakta fayda var.
Köy gerçekliğini yansıttı
Çocuk dünyası ve gözünden yalnızlığı, terk edilmişliği, yoksulluk ve yoksunluğu, hepsinin ötesinde annenin eksik olduğu bir ailenin nasıl da tespih tanesi gibi dağıldığını ajitasyon tuzağına düşmeden anlatan film 2009 yılında vizyona girmişti.
O yıl hem Türkiye’de hem de Berlin Film Festivali olmak üzere dünyanın pek çok festivalinden ödüllerle dönen Kız Kardeşim Mommo, ülkemizde farklı çevrelerden eleştirmenlerin nadiren fikir birliği içerisinde hayranlıkla söz ettiği bir film oldu.
Sade anlatımı, az sayıda profesyonel oyuncunun yanı sıra çoğu hiçbir oyunculuk tecrübesi olmayan isimlerin rol aldığı Kız Kardeşim Mommo, bu anlamda da önemli örneklerden biri.
Taşdiken o günlerde verdiği bir röportajda bu tecrübesini şöyle anlatıyor: “İki çocuk hayatlarında kamera görmemişti. İki çocukla da kurduğum ortak dil ve davranış biçimi sonucu, olağanüstü başarılı bir oyunculuk ortaya çıktı. Buradaki asıl sır, çocuklara bunun bir rol olmadığı, köydeki bir gerçekliğin dile getirildiği fikrinin iyi anlatılması oldu. Ben, çıkan sonucu ‘sevginin gücü’ olarak tanımlıyorum. Elif ve Mehmet kardeş olmamalarına rağmen, ikisinin de soyadının yanı sıra anne ve babalarının da adı aynıydı.”
Annesiz çocukların hüznü
Köyü, kasabayı bir kabus atmosferi olarak göstermek yerine hayatın olağan akışı içinde bir toplumsal gerçekliği, annesiz büyümek zorunda kalan iki çocuğun hikayesini kimseyi suçlamadan, yargılamadan anlatıyor Atalay Taşdiken.
Bozkırın hüznünü etkileyici görüntüler eşliğinde beyazperdeye yansıtan Taşdiken, iki kardeşin teselli niyetine dolaştığı yerlerde seyirciye de nefes aldırıyor. Zira Ahmet ve Ayşe’nin yükü izlerken bile yüreğe ağır gelecek türden. Ahmet annesini tanıdığı, onunla daha uzun zaman geçirdiği için yokluğunu daha derinden hissediyor. Ama Ayşe belli ki annesi öldüğünde onu hatırlayamayacak kadar küçük. Fotoğrafını istiyor ağabeyinden. Ahmet, kardeşine annesizliğini hissettirmek için saçlarını tarıyor, yemeklerini yapıyor, gece uyuyana kadar avutuyor. Babaları onları yüzüstü bırakıp başkasıyla evlendiğinden beri felçli dedeleriyle birlikte yaşamaya çalışan çocukların tek umudu Almanya’daki teyzelerinin onları yanına alması. Dedeleri kızının emaneti olan torunlarına çok düşkün. Kimselere bırakmak istemese de ölüp gitmeden dünya gözüyle geleceklerini kurtarması gerektiğini de biliyor.
İçgüveysi olarak aileye giren baba, çocuklarına yüz çevirdiği yetmezmiş gibi her fırsatta yeni evlendiği karısının çocuklarını kayırıyor. Kalbi ne kadar kırılsa da Ayşe babasından hiç vazgeçmezken Ahmet hiç affedemiyor. Ayşe’nin saflığı, kırılganlığı Erkan Oğur müzikleriyle hafızalara kazınıyor.
Samimiyetin başarısı
Küçücük bedeniyle kardeşine hem anne hem de baba olan Ahmet’in yalnızlığı filmi en hüzünlü kılan unsurlardan biri. Bir başına kaldığında tek söz söylemeden annesinin fotoğrafına bakıp gözyaşı döken, kardeşinin yanında cesur görünüp tek başınayken aynı korkuları paylaşan çocuk finalde Ayşe’nin de gidişiyle daha büyük bir yalnızlığa mahkum ediliyor. Ama tüm bu duygu durumları ölçülü bir anlatı diliyle perdeye yansıyor. Bu da filmin en büyük artılarından biri olarak hafızalara kazınıyor. Diğer ve en güçlü artılarından biri de samimiyeti. Bu samimiyet ilginç tevafukların da film hikayesine eklenmesini sağlamış. Sözgelimi dedeyi canlandıran usta oyuncu Mete Dönmezer filmin çekildiği yıllarda gerçekten felç geçirmiş. Yönetmen Taşdiken, doktorlardan aldığı öneriler doğrultusunda Dönmezer’in büyük fedakarlıklarla filmle oynamayı kabul ettiğini anlatır bir röportajında.
Çocukluğu taşrada geçenlerin çok aşina olduğu bu türden hikayeleri sinemamızda Anadolu kökenli yönetmenlerin sayısı arttıkça daha sık görmeye başladık. Bu anlamda Kız Kardeşim Mommo en anlamlı örneklerden biri ve başucu eseri olarak ayrıcalıklı yerini koruyor. Yeni sinemacıların kasaba ve köy hikayeleri anlatacakları zaman kuracakları atmosfere dair, coğrafyaya dost yapımlar ortaya çıkarmaları için önemli ipuçları barındırıyor.