Sinemanın heyecanı hep bizimle!

/
27 dakikada okunur

Sinemaya dair ne kadar söz söylenebilir. Festivallere dair konuşulabilir. Ama hepsi o heyecanın, bilet sırasının, aynı salonda yüzlerce insanla film izleme deneyiminin büyüsüni anlatabilir mi? Anlatamaz. Heyecanımız o yüzden hep diri çünkü her seferinde yenileniyor. Bu düşüncelerle 43. İstanbul Film Festivali’ni geride baktık.

Nisan ayı sinema namına festival havasının başlangıcı dedik. 17-28 Nisan tarihleri arasında 43. İstanbul Film Festivali’ne kavuştuk. Ve sinema festivallerinin İstanbul için 2024 startını verdik. Filmlerin peşinden koştuğumuz dolu dolu bir on gün geçirdik. Dünya gözüyle usta yönetmen Wim Wenders’ı, oyuncu Koji Yakusho’yu gördük. Günlük telaşelerimizin yanına sinemayı, filmlere yetişme telaşesini ekledik. Atlas 1948 sineması evimizin bir köşesi gibi oldu. Sinemanın gücü bir kez daha kendini gösterdi.

Festivalin 16 Nisan’da Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nda gerçekleşen açılışında bir klasik olarak Sinema Onur Ödülleri usta oyuncu Meral Orhansoy’a ve görüntü yönetmeni Çetin Tunca’ya takdim edildi. Ödüller sonrasında festival “Hit Man” filminin gösterimiyle başladı. 17 Nisan’dan itibaren ise Sinematek, Atlas 1948 Sineması, Beyoğlu Sineması ve City’s Nişantaşı’nda gösterimler devam etti. Her gösterim meraklısının, ilgilisini buldu. Bazı gösterimlerde kuyruklar oluştu. Bilet bulamayanlar kapıda bekleyip bir umut filme girerim dedi. Bazıları da girebildi. Festival bizi sinemayla sarıp sarmaladı.

Siz bu satırları okuduğunuzda festival çoktan bitmiş olacak. Ondan ötürü sizlere festivalin takip ettiğim kısmının bir resmini sunmaya çalışacağım. Gözlemlerimi paylaşacağım aynı zamanda da Ramazan’a denk gelmeyen bir festivalin mutluluğuyla ne kadar güzel filmler izlediğimi de ekleyeceğim. O zaman gelin festivale geçelim.

Türkan Şoray ile aynı salonda olmak

Her sene bir Türk sineması klasiği, festival bünyesinde Zürich Sigorta işbirliğiyle restore ediliyor. Bu sene o film sinemamızın usta yönetmenlerinden Atıf Yılmaz imzalı “Hayallerim, Aşkım ve Sen” filmi oldu. 19 Nisan’da Atlas Sineması’nda gerçekleşen gösterime sinemamızın sultanı filmin başrolü Türkan Şoray, kurgucusu Mesut Koçak, ödüllü görüntü yönetmeni Çetin Tunca ve oyuncu Deniz Türkali katıldı. Türkan Şoray ile aynı salonda film izlemekte anılarımızın arasına eklendi. Gösterim başlamadan önce sahneye çıkan film ekibide filme dair anılarını bizlerle paylaştı. Görüntü yönetmeni Çetin Tunca’nın Türkan Şoray’a olan hayranlığı gözlerden kaçmadı. Hangimiz hayran değiliz ki? Türkan Şoray filmde kendini canlandırdığına dair yorumların gerçekçi olmadığını ekledi. Ben öyle bir oyuncu olsam Atıf Yılmaz benimle çalışır mıydı diye de sordu. Aynı zamanda gençlerle, ilk defa izleyeceklerle aynı salonda izlemenin onun içinde heyecanlı olduğunu dile getirdi. “Hayallerim Aşkım ve Sen” filmi; yetimhanede büyüyen Coşkun küçüklüğünden beri ünlü oyuncu Derya Altınay’a hayrandır. Onun filmleriyle büyür. Canlandırdığı iki karekteri hayaliyle yaşar. Senaryolar yazar. Hep ona ulaşmaya çalışır. Bir gün ulaşır ama hiçbir şey hayal ettiği gibi olmaz. Sinemanın, sinema dünyasının bozulan yanlarını, hayal ettiği Derya Altınay’ın nasıl birisi olduğunu görür. Yeniden başlamanın bir yolunu arar. Film boyunca hayal, gerçek iç içe geçer. Sinema aşkının bedellerinin ne olduğu sorgulanır. Film salonda pür dikkat izlendi. Bazı Yeşilçam kokan sahnelerde gülüşmeler olmadı değil. Acaba Türkan Şoray o sırada ne düşündü? Filmin sonunda alkışlar koptu.

 

Filistin belgeselleri öne çıktı!

7 Ekim 2023’den bu yana İsrail’in Filistin’e uyguladığı soykırım devam ediyor. Uluslararası kamuoyundan birçok tepki, eylem gösteriliyor ama bunların hiçbiri İsrail’i durdurmuyor. Bir nevi kimseyi umursamıyor. Ama tepkiler, eylemler her geçen gün daha da artıyor ve kendine ait bir kimlik ortaya koyuyor. Bu noktada Hollywood oyuncuları, yönetmenleri, senaristleri de Oscar, Berlin Film Festivali demeden tepkilerini gösterdiler, göstermeye devam ediyorlar. Festivalin uluslararası seçkisinde yer alan “Hoşça Kal Taberiye” ve “Gidecek Yer Yok” belgeselleri İsrail’in Filistin’i işgal edişini farklı konumlarda geçen olaylarla anlatıyor.

 

Hoşça Kal Taberiye

“Hoşça Kal Taberiye”; “Ramy”, “Succession” dizilerinden tanıdığımız oyuncu Hiam Abbass’ın ailesinin kadınlarının hikayesini anlatıyor. Aslında Filistinli Hiam’ın yaşamının dönüm noktalarını anlatıyor. Anlatan da Hiam’ın kızı yönetmen Lina Soualem. Yönetmen annesinin hikayesini anlatırken aslında kendisinin de o ailedeki kadınlarla bağını ve kader döngüsünü anlatıyor. Peki olay ne? Hiam oyuncu olmak için ailesini, Filistin’i terk ederek Paris’e gidiyor. Uzun zaman ailesiyle görüşmüyor. Yıllar sonra görüştüğünde iki yaşında kızı Lina kucağındadır. Hiam ailesiyle Lina sayesinde barışıyor. Yönetmen Lina’da bu geçmişe annesiyle birlikte kamerasını alarak gidiyor. Hiam’ın annesinin, annesi ve babası Taberiye köyünden işgalci İsrailliler tarafından kovuluyorlar. O kovuluş aile tarihinin kaderini kederle değiştiriyor. Hep o sürgün karşılarına çıkıyor. Çünkü geçmişleri hep yarım kalıyor. Hiam’ın teyzesi o sürgünde aileden ayrı düşüyor. Hiam’da kendi hikayesinde kardeşlerinden her daim farklı, hep oyuncu olmak istiyor. Sınırları zorluyor. Ama o zorlamanın bedellerini de ödüyor. Lina kamerasıyla annesinin dönüm noktalarını teyzeleriyle tekrardan canlandırıyor. Bazı anılar canlanıyor. Taberiye’nin hikayesi her daim devam ediyor. Belgesel bize geçmişinin aşama aşama kaybolmasını gösteriyor.

Gidecek Yer Yok

“Ben İsrailliyim, Basel ise Filistinli ve sadece iki gün sonra aynı olmadığımız bir ülkeye döneceğiz.” açıklaması 74. Berlin Film Festivali’nde yapıldı. Konuşmayı yapan  En İyi Belgesel Ödülü’nü olan “Gidecek Yer Yok”un yönetmenlerinden Yuval Abraham. O belgeseli festivalde izledik. Belgesele dair yorumlara geçmeden o belgeselin Berlin Film Festivali’nde gösterilmesinin ne kadar büyük olduğunu eklemeliyim. İsrail’in zulmünü, soykırımını bugün değil belki ama bir gün sinema bitirecek. “Gidecek Yer Yok” belgeseli 2019-2023 yılları arasında Batı Şeria’da yer alan Masafer Yatta bölgesinde yer alan köylerin nasıl usulsüz bir şekilde boşaltıldığını anlatıyor. Yer alan görüntülerin hepsini İsrailli Yuval Abraham ile Filistinli Basel Adra çekiyor. Hatta çoğunu aktivist Basel çekiyor. Sonrasında yolu gazeteci Yuval ile kesişiyor. Basel her köy işgalinin haberi geldiğinde kamerasını alıp koşuyor. Kamerasıyla çekiyor. Askerlere bunu yapmamalarını söylüyor ama sesi duyulmuyor. Kamerası bazen yere düşüyor. O sırada dayak yiyor. Koşuyor. Ama devam ediyor. Arada vazgeçiyor. Çünkü babasını gözaltına alıyorlar, Basel’in eylemlerini durdurmak için. Basel bir yandan bir şeyler yapmak gerek düşüncesiyle hareket ediyor ama bir yandan da ailenin sorumluluğunu hissediyor. Gazeteci Yuval ile yaştaş iki kişi olarak bunu da konuşuyorlar. Normal olanı bilmek istiyor. Yuval bir gün her şeyin normal olacağını ve onun da onu evinde ziyaret edeceğini söylüyor. Basel sadece buna gülüyor. Çünkü babası da bu mücadeleyi vermiş, kendisi de veriyor. Bir gün ailesi olursa onlar da verecek. 4-5 yıla inen süreç içerisinde belgeselde bölgenin boşaltımı devam ediyor. Yuval’da İsrail askerlerine tepki gösterdiğinde “Sen niye onların yanındasın?” sorusuna muhatap oluyor. O da “Sizin yaptıklarınız benim Yahudiliğimi tanımlıyor” diyerek cevap veriyor. Vicdanın sesi oluyor. Belgesele dair söylenecek söz çok. Ama kameranın gücü gerçek. 

“Mükemmel Geceler” gelecek!

Usta yönetmen Wim Wenders’ın ve oyuncu Koji Yakusho’nun festival konuğu olarak İstanbul’a geleceği haberi ilk duyulduğu andan itibaren bir heyecan oluşturdu. O heyecan festivalde de, gösterimlerde de, basın toplantısında da devam etti. Wim Wenders’ın  Ustalık Sınıfı başvuruları açıldığı anda doldu. İkilinin katıldığı basın toplantısı da aslında bir nevi ustalık sınıfı etkinliği gibi oldu. Wim Wenders samimi ve içtendi. Aynı zamanda bir komedyen havası da vardı. Koji’de aynı şekildeydi. Ama Wim’in havası kendine hastı. Basın toplantısına dair ayrıntılara geçmeden önce sinemanın iki ustasının Mubi işbirliğiyle Türkiye’ye geldiğini belirtmek gerekiyor. Aslında festivallerin kalitesi, içeriği işbirliklerinin fazlalığı ve kalitesiyle zenginleşiyor. Bunu da eklemek lazım. 

“Mükemmel Günler” hem festival kapsamında gösterildi hem de şu an Mubi’de gösterimde. Sinemada izlemeyi kaçıranlar. Mubi’de izleyebilirler. “Mükemmel Günler” filmi umumi tuvalet temizlikçisi Hirayama’nın hayatının günlük rutinlerini anlatıyor. Günlük rutinlerinden bazıları; kaset dinlemek, kitap okumak ve ağacının karşısında sandviçini yemek şeklinde. “Mükemmel Günler” hem ülkemizde hem de dünyada yankı uyandırdı. Bu yankının en büyük sebebi sıradanlığımızın filmi olması diyebiliriz.

Alman yönetmen Wim Wenders İstanbul’a ilk kez geldiğini söyledi. “Neden bu kadar uzun sürdü, bilmiyorum. Bir bahanesi yok. Sonunda buradayım. Sabah kalktığımda Boğaz’ı görüyorum.” diyerek ekledi. Koji Yakusho ise “Beni festivale davet eden herkese teşekkür ederim. Benim durumum Wim’den farklı. İlk kez davet edildim ve hemen geldim. Beklemedim.” İkisi de İstanbul’da olmaktan, festivalde olmaktan çok mutluydu. O mutlulukta bize geçti. “Çoğumuz tanıklığımızı seçeriz. Bazen bu tanık Tanrı, alter ego, anne baba bazen de en sevdiğiniz ağacınızdır. Karakterim ağacı seçti. O ışığa ve ağaca tanıklık yapmayı seçiyor. Filmin ikincisini çekmek için sabırsızlanıyorum. Henüz Koji bunu bilmiyor. Adı da ‘Mükemmel Geceler’ olacak. Belki İstanbul’da geçer.” diyerek karakterinin ağaçla olan ilişkisini açıkladı aynı zamanda ikinci filmin de haberini verdi. İstanbul’da geçmesi konusu keşke gerçek olsa! Wim Wender filmle ilgili olarak Koji’nin oyunculuğunun belirleyici olduğunun altını özellikle çizdi. Onun aslında filmin gidişatını belirlediğini söyledi. Filmin sadeleşme ile ilgili olmasınında tesadüfi olmadığını ekledi.

Festival kapsamında Wim Wenders’ın ve  Koji Yakusho’nun filmlerinden seçkiler gösterildi. “Anselm” belgeseli öncesinde Wim Wenders’a onur ödülü takdim edildi. “Mükemmel Günler” gösterimi öncesinde de Koji Yakusho’ya onur ödülü Wim Wenders tarafından takdim edildi. Salon dopdoluydu. Wim Wenders ödülü vermeden önce yaptığı konuşmada da Koji ile çalışmanın güzelliğinden, onun oyuncu olmadığını aslında kendini oynadığını söyledi filmde. Şimdi oyuncularla nasıl çalışacağını bilmediğini ekledi. Koji de bu filmde olmasını sağlayan herkese teşekkür etti ve burada olmaktan çok mutlu olduğunu dile getirdi. Tarihi anlar Atlas 1948 Sineması’nda yaşandı.

Gösterim öncesinde “Mükemmel Günler” bileti bulamayanların oluşturduğu sıra Atlas 1948’in dışına taştı. Biz biletliler şanslıydık. Bu kalabalık belki Koji’yi görmek için belki de beyazperdede izlemek içindi. Belki de sıradanlığımızın, hayatımızın döngüsünü izleyerek tekrardan başlama gücünü bulmak içindi. “Mükemmel Günler”in arayışı devam ediyor.

Belgesellerimiz yüz güldürüyor

Bilirsiniz ulusal belgesel filmleri festivallerde sığındım limanlardır. Çünkü öyle ya da böyle iyi bir belgesel izlerim. Bu seferde öyle oldu. “Domates, Biber, Depresyon” belgeselini Beyoğlu Sineması’nda mesai çıkışı izledim. Aybüke Avcı köyünün, ailesinin hikayesini anlatıyor. Adana’nın Çetirevli köyünde domates, biber toplanır, salça yapılır. Bir yandan da kronik depresyon hastalığıyla mücadele edilir. Peki depresyondayken salça nasıl yapılır? Bu soru etrafında yönetmen kamerasını büyük dayısı Yakup, diğer dayısı Mehmet ve eşi Nazmiye’ye yöneltiyor. Dayıların depresyonlarının hangi aşamada olduğunu hikaye ilerlerken anlıyoruz. Bir yandan da ekinler toplanıyor. Yenge Nazmiye her şeyle uğraşıyor. Bir yandan da kocası Mehmet ile uğraşıyor. O sırada domatesler, biberler toplanıyor. Toplandıktan sonraki aşamalar devam ediyor. O aşamalar aslında depresyon hastalığınında hayatlarına nasıl etkisi olduğunu gösteriyor. Bir yandan da yönetmen dayılarını takip ederken, kendi hikayesini de takip ediyor. Belgeselin sonunda da sorularını dayısına yönlendiriyor. “Mamudo Kurban” türküsüyle bitiriyor. Yarışma kapsamında da Mansiyon Ödülü kazanıyor.

 

Peki ulusalda durum ne?

Sinemamızın yeni yapımları bir klasik olarak ilk kez İstanbul Film Festivali’nde görücüye çıkar. Bu senede bu gelenek devam etti. Ulusal yarışma filmleri; “Son Hasat”, “Başlangıçlar”, “8*8”, “Yurt”, “Bildiğin Gibi Değil”, “Tereddüt Çizgisi”, “Beraber”, “Rosinante”, “Büyük Kuşatma” ve “Suyun Üstü” şeklindeydi. İçlerinden “Yurt” ve “Tereddüt Çizigisi” uluslararası festivallerden aldığı ödüllerle biliniyor. Kapanış töreninde sahiplerini bulan ödüllere baktığımızda da “Yurt”, “Tereddüt Çizgisi”, “Bildiğin Gibi Değil” filmleri öne çıkıyor.

Festival kapsamında “Büyük Kuşatma”, “Suyun Üstü”, “Beraber” ve “Rosinante” filmlerini izleyemediğim. İzlediğim diğer filmler üzerinden birkaç kelam etmek isterim. Sinemamız namına ne beklediğimiz veya ne istediğimiz konusunda kafamızın karışık olduğunu düşünüyorum. Bu karışıklıkta bir keşmekeş yaratıyor. O keşmekeş de filmlerde görünüyor. Ama en büyük keşmekeş senaryolarda yaşanıyor. Çünkü senaryolar tamamlanmadan filmler çekiliyor. O zamanda filmler anlamsız oluyor. Cemil Ağacıkoğlu’nun “Son Hasat” filmi kırsaldaki bir erkeğin intikamını anlatıyor. Ama “Bu intikam neden alınıyor?”, “Karakterin hikayesi ne?” soruları cevaplanmıyor. Sinematografisi güçlü sahneler kendine yer buluyor ama hikaye tamamlanmıyor. Aynı durum Selman Nacar’ın ikinci uzun metrajı “Tereddüt Çizgisi”nde de bulunuyor. Uşak’ta kadın bir avukatın ikilemleri şeklinde özetleyelim konuyu. Hem müvekkili için bir mücadele içerisinde hem de beyin ölümü gerçekleşen annesiyle ilgili bir karar vermesi gerekiyor. Tamam güzel iki soru. Ama cevap bulunamıyor. Cevap bulmamak bir tercih oluyor ama bu tercihin bir açıklaması bulunmuyor filmde. Kalıplar üzerinden ilerliyor. Tülin Özen’in oyunculuğu filmi kurtarmaya yetmiyor. Ozan Yoleri’nin ilk uzun metrajı “Başlangıçlar” ise genç olmak hayatının yolunu bulmak üzerinden ilerliyor. İlerlediği yolda oryantalist bakış açısıyla Batı’ya göz kırpıyor. Nehir Tuna’nın “Yurt”u ise meselesini kavrıyor ve anlatıyor. Din, cemaat, baskı üzerine bir eleştiri sunuyor. Onunda oryantalizm çevresinde dolandığı yerler var. Ama ergenlik dönemindeki bir çocuğun çatışmalarını iyi anlatıyor. Vuslat Saraçoğlu’nun “Bildiğin Gibi Değil” iyi bir aile draması sunuyor. Festival filmleri içerisinde öne oyunculuklarla çıkıyor. Aynı zamanda diyaloglarıyla. Sonundaki acı sahneye gerek varmıydı bilmiyorum. Ama Serdar Orçin, Hazal Türesan ve Alican Yücesoy’un uyumu göz dolduruyor. Filmin vizyon zamanında iyi bir pr süreciyle şansının çok yüksek olduğunu düşünüyorum.

Ve bir festival daha sona erer

Heyecanla başlayan festival bitmenin hüznüyle sona erer. Biraz filmler arasında koşturmanın yorgunluğu biraz da biriktirdiğimiz anıların heyecanı olur. Kapanış törenine gitmek zor gelir. 28 Nisan’da yarışma ödülleri sahiplerini bulur. Bizler de çeşitli sosyal medya hesaplarından takip ederiz. Jürilerin bazı kararları şaşırtmadı değil. Ama oraya hiç girmeyeceğim. Jüri kararları subjektif bir algının ürünüdür. Ben festivalin aklımda bıraktığı imgelere bakarım. Filmlerle geçen bir on günlük serüvenin aklımda nasıl bir haber metnine dönüşeceği sorusu vardır önümde.

Önceki Yazı

Filistinli ve Türk çocuklar Esenler’de barışın sesi oldu

Sonraki Yazı

Sanat özgündür, seri üretim değildir

Son Yazılar