Özcan ÜNLÜ
Mesut uçakan, son yarım asırlık sinema tarihimizin hiç şüphesiz en özgün yönetmeni. Şair olarak kırıkkale’den çıktığı sanat yolculuğunun beyoğlu durağında kameralarla tanıştı. Mttb ve yücel çakmaklı ile kesiştikten sonra yolunu buldu. Estetik ve fikri kaygılarından taviz vermeden bugüne dek sürdürdü beyazperdedeki şiirsel yolculuğunu…
Hayatını fikrine uyduran insanların sayısı oldukça azdır. Çilesi, metafizik bunalımları, heyecanları, idealleri, sezgileri ile bu insanlar, yığınlardan farklı durur. Onların hayatları genellikle çilelerinin paralelinde yürür.
Onlara huzur yoktur yeryüzünde. Bilirler ki, atalete kapıldıkları anda dilleri konuşmaz, gözleri görmez, elleri tutmaz olur. O yüzden sürekli uyanık olmak zorunda hissederler kendilerini. Öyle ki, gümrah bir kaynaktan çıksalar da sessiz ve derinden akarlar Büyük Nehre doğru…
İşte, Türk sinemasının yaşayan en büyük ustalarından Mesut Uçakan da böyle bir metafizik ürpertinin çocuğudur. Dünyaya geldiği (1953, Kırıkkale) andan itibaren sanki kaderi ile kederi birbirine koltuk değneği olmuştur.
Gazetecilik ve halkla ilişkiler eğitimi almış olmasına rağmen yazdığı senaryolar, çektiği filmler ve yapımcılığını üstlendiği bütün projeler hep bu kaygının sonuçları olmuştur. O yüzden kendini sadece işine karşı sorumlu hissetmiştir; bir de taşıdığı değerlere ve milletine…
Sonsuz karelerdeyiz…
“Hepimiz sonsuz karelerden oluşan bir filmin içindeyiz” (bu aforizma daha sonraları arkadaşlarıyla birlikte 2003’te çıkaracağı Sonsuzkare dergisine isim olacaktır) diyerek olgunlaştırdığı bakışını, yapıp ettiği bütün işlerine aksettirmiştir. Bu şiirsel ifadeyi besleyen ana fikir onun şiirle olan ünsiyetinin bir sonucudur. Şiiri çocukluğundan itibaren hep sevmiştir. Klasik Türk şiiri, özellikle halk şiiri onu çok etkilemiştir ama Üstad Necip Fazıl, İstiklal Şairimiz Mehmet Akif beslemiştir şiir damarını. Fakat o, şiirini kameraların arkasında söylemeyi tercih etmiştir. Çünkü dizelere dökülmüş mebzul miktarda şiir vardır fakat “bizim” en zayıf halkamız olan sinemaya henüz birkaç kişi şiirli imza atmayı başarabilmiştir. Tek usta ise Yücel Çakmaklı’dır.
Henüz yirmili yaşlarında (1977) iken kaleme aldığı “Türk Sinemasında İdeoloji” isimli kitabı ile zaten yönünü ve yolunu belirlemiştir. Büyük yönetmen Halit Refiğ’in “Türk sinemasını teorik olarak en cesur şekilde betimleyen kitap” diye tanıtılmıştır.
İmam hatipli şair
O, bir İmam Hatiplidir. İslam dünyasından yapılan tercümelerin yayın piyasasını allak bullak ettiği bir dönemde imam hatip okulunda eğitim almak önemlidir.
Henüz ortaokul yıllarında iken tattığı ilk ‘kara sevda’ onu şair etmiştir. 1960’lı yıllardır. Yücel Çakmaklı’nın Tohum dergisinde “Milli Sinema” fikrini yavaş yavaş dillendirmeye başladığı yıllardır. Uçakan’ın da ilk şiirlerini terennüm ettiği yıllar…
Şiirleri çevresi tarafından beğenilmektedir. Bu ona roman yazma gücü de verir ancak yazdığı romanı hiçbir zaman tezgah üzerine çıkarmaz.
Kırıkkale ona küçük gelmektedir. İstanbul’da olmalıdır. Çünkü şiir, sinema, hayat… Her şey bu büyülü şehirdedir. Neredeyse bir cep harçlığı ile tutar İstanbul’un yolunu. Fakat bu koca şehre gelmek yetmez, tutunabilmek de gerekir. Üniversitede okuyacaktır ancak para kazanması lazımdır. Beyoğlu sokaklarında helva satarak ayakta kalmaya çalışmaktadır. Şiir güzeldir ama karın doyurmamaktadır.
Helvacılıktan setlere
Beyoğlu, onun hayatının da şekillendiği yerdir artık… Helva satarken artistlerin iş beklemek için toplandığı kahvelere dadanır bir süre sonra. Hatta birkaç filmde figüranlık bile yapar.
İstanbul’a şair olmak için gelmiştir ama hayat onu başka bir yere doğru itmekte veya çekmektedir…
Bir de hayat ırmağının akışına yön veren Yücel Çakmaklı ve MTTB elbette…
Mesut Uçakan, şiirsel sinemaya merak saldığı dönemlerde aslında pratikte yönetmenliği düşünmemektedir. Teorik olarak kendini beslemek ve sinema dünyasına ideoloji, fikir ve estetik kazandırmak için kafa yormaktadır. 1970’li yıllarda MTTB Sinema Kulübü ile başını Çakmaklı’nın çektiği “Milli Sinema” fikrini olgunlaştırmanın derdindedir. Çünkü öncüsü Yücel Çakmaklı, 1963 yılından itibaren Tohum dergisinde “Milli Sinema” fikrinin temellerini atmıştır zaten. Dolayısıyla estetik ve fikri olarak bu kavramın içini doldurmak gerekir. Dönemin sineması yoğun olarak politik ve müstehcendir.
Mutlak, fikir, estetik
İşte bu anlamda, ürettiği fikirleri sinema diline uygulama pratiği konusunda da kendini geliştirmiştir. “Milli Gazete”de kaleme aldığı yazıları ile de bütünleşen bu sancılı süreç kendini beyazperdeye başarılı projelerle yansıtmıştır.
Sadece altı sayı yayımlanabilen “Mutlak Fikir Estetiği ve Sinema” dergisinin isminde yer alan “mutlak”, “fikir”, “estetik” ve “sinema” kelimeleri üzerinde çokça düşünülerek seçilmiştir. Mutlak’ın emrinde, estetik ve fikirle beslenmiş bir sinema dilini inşa etmektir amacı.
Bu arada sinema dilini oluştururken mırıldandığı şiirler de yordamını belirlemiştir. İlk ve tek şiir kitabı “Sıkı Tut Ellerimi” metafizik ürpertilerini yansıttığı şiirler kadar, estetik duruşunu mücadeleci bir üslupla ortaya koyan şiirlere de yer vermiştir.
1978’de kamera arkasına geçtiği “Lanet”, onun çıraklık dönemi filmidir. Fakat bu çıraklık şaşırtıcı ve merak uyandırıcı bir maceraya dönüşmüştür. Arkasından gelen “Rahmet ve Gazap”la, Yeşilçam’da bir Mesut Uçakan gerçeğinin fitilini ateşlemiştir.
İlk bilim-kurgu…
Ülkemizin ilk bilim-kurgu denemesi olan ve Üstad Kısakürek’in eserinden televizyon dizisi olarak 1987 yılında çektiği “Kavanozdaki Adam” bütün çevrelerde heyecan uyandırmıştır. Dizide beyin nakli anlatılmaktadır. Hemen bir yıl sonra yine Üstad’dan sinema perdelerine taşıdığı “Reis Bey” yine şaşırtıcı bir sonuçla alkışlanmıştır. Merhum Haluk Kurdoğlu’nun büyük oyunculuğu ile bütünleşen filmin “Reis Bey, ağlayabilseydiniz, anlayabilirdiniz” repliğiyle bugün bile yürekleri titretmektedir.
Türkiye’yi ceberut 28 Şubat sürecine götüren şartları ve trajediyi 1970’li yıllardan itibaren takip eden ve kendini bu konuda sorumlu hisseden Mesut Uçakan, üniversitelerdeki başörtüsü zulmünü duygusal ve manevi gelgitlerle anlattığı “Yalnız Değilsiniz” (1990) ile bir “misyon” adamı olduğunu kanıtlamış oldu. Film çok tartışıldı, hakkında çok yazılıp çizildi ve bugün örneğine rastlanmayan bir cesaretle arşivdeki yerini aldı.
Uçakan, hayata bakışını, dünya görüşünü ve sinema dilini ideolojik bulanlara inat üretmeyi sürdürdü. Hem de aynı doğrultuda ve zerre kadar eğilmeden…
İskilipli Atıf Hoca’nın mücadelesi ve trajik hayatını anlattığı “Kelebekler Sonsuza Uçar” (1993), iki yıl sonra çektiği “Ölümsüz Karanfiller” (1995) ve uzun bir aradan sonra beyazperdeye çıkan “Anka Kuşu” (2007) filmleri ile fikri ve estetik kaygısından ayrılmadan izleyicileri ile buluştu.
Büyük Ödül Uçakan’a
Alkışlanmak için çekmedi filmlerini… Belgesellerini ve televizyon dizilerini de… Ama gören gözler yapılan işin büyüklüğünü ve samimiyetini gördü: “Rahmet ve Gazap” filmine 1981’de Türkiye Yazarlar Birliği Yılın Yönetmeni ödülü geldi. Bu ilk ödülü idi…
Yaş almasına rağmen hala genç olan Mesut Uçakan, sinemada var olma mücadelesini bugün de aynı kararlılıkla sürdürmekte. Türkiye gibi bir toplumda idealist sanatçı olmanın zorluğunu çok iyi biliyor. Ama yolunun üzerindeki dikenleri ayıklamayı sürdürüyor. İstiyor ki, arkasından gelecek olanlar aynı dikenlere basarak yaralanmasınlar ve vakit kaybetmesinler…
Bir not düşmekte fayda var: 2019 yılında “sinema” dalındaki Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü, “Türk sinemasının milli ve yerli kimliği için bir ömür boyu süren çabaları ve bu uğurda ürettiği özgün sinema eserleri dolayısıyla” Mesut Uçakan’a takdim edildi.
Tutarlı ve kararlı
Onu çok yakından tanıyan dostu İhsan Kabil’in şu sözleri aslında onun yolculuğunu özetleyen en net tespittir:
“Mesut Uçakan, yönetmenlik kariyerinde sinema yazarlığından başlayan serüvenini tutarlı bir şekilde sürdüren, yaratılışa dair tasavvurunun peşinde yılmadan koşturan bir sinema adamı olarak müstesna duruşunu sürdürmektedir. Bütün olarak ele aldığımızda Uçakan, sinemaya ilk atılışındaki duruşu muhafaza eden, ondan asla taviz vermeye yanaşmayan, her daim baş koyduğu ilkelerinin yanında duran ve bundan sonra da bu yoldan sapmayacağını her fırsatta ortaya koyan bir sinema neferidir.”
…
Not: Mesut Uçukan’ın sinema anlayışını, kaygılarını, fikri ve estetik duruşunu çok iyi biçimde yansıtan birkaç eseri burada not düşmek isterim: Esenler Belediyesi’nin “Mesut Uçakan – 40 Yıllık Sinema Serüveni” kitabı, şair Hüseyin Karaca’nın “Bir Mesut Uçakan Kitabı” isimli eksiksiz biyografi çalışması, hikaye yazarı ve eleştirmeni Necip Tosun’un “Mesut Uçakan’la Sinema Söyleşileri” isimli kitapları…
Mesut Uçakan’ın bir şiiri
Bir dilim umuttu istediğimiz
Ölüm verdiniz.
Bir kuru sevgiydi,
Bir avuç tebessümdü,
Merhametti, rahmetti
Zulüm verdiniz.
Ama ey kahkaha çocukları,
Biz yaratılmışların en şereflisiyiz.
Bize el verildi pençe diye,
Kurşun diye göz verildi.
Stenlerin bizden korksun,
Şeytanların korksun bizden;
Bize, sevgilimizden
Zafer için söz verildi…
Uzun metraj filmleri
Lanet (1978) Rahmet ve Gazap (1982, Türkiye Yazarlar Birliği Yılın Yönetmeni Ödülü) • Öç (1984) • Sessiz Ölüm (1985) • Yapayalnız (1986)
Zeynepler Ölmesin (1987) • Reis Bey (1988, Kültür Bakanlığı Başarı Ödülü – Türkiye Yazarlar Birliği En İyi Film Ödülü) • Yalnız Değilsiniz (1990)
Sonsuza Yürümek (1991) • Çöküş (1992) • Sevdaların Ölümü (1992 • İskilipli Atıf Hoca / Kelebekler Sonsuza Uçar (1993, Antalya Altın Portakal Halk Jürisi Ödülü – Türkiye Yazarlar Birliği En İyi Yönetmen Ödülü – BİRSAD İn İyi Film Ödülü) • Ölümsüz Karanfiller (1995) • Anne ya da Leyla (2005) • Anka Kuşu (2006)
Televizyon filmleri
Kavanozdaki Adam (1987, TRT, 5 bölüm dizi) • İnsanlar Yaşadıkça (1989, Diyanet İşleri Başkanlığı, 8 bölüm dizi) • Otel İstanbul (2005, TRT)
Sevda Kuşun Kanadında (TRT, 31 bölüm dizi)
Dramatik belgesel filmleri
Ahmet Hamdi Tanpınar (1986, TRT) • İstiklâl Marşı Şairi Mehmet Âkif Ersoy (1996, Kültür Bakanlığı) • Deprem ve Merkez Üssü Gölcük (2000, Gölcük Belediyesi)
Hacc-Sonsuza Doğru (2003, Kanal 7) • Gönül Dosta Gider (2005, Beyza Müzik) • Tuna Nehri Aksam Diyor (2011)