Sanatı ve özelde sinemanın ne işe yaradığı, kiminle, kim tarafından, kim için yapıldığı meselesi kadim tartışmalardan biri. “Sanat kim içindir?” diye sorduğumuzda sokak röportajcılarının mikrofonu konunun uzmanları tarafından istila edilir. Hepsi haklıdır ve hepsinin söz söylemeye gücü vardır. Aynı şekilde hiçbiri haklı olamaz. Çünkü haklılık, sanatın düşmanıdır.
Haklı olan güçlü olandır ve sanattan uzaklaşandır. Kim ki haksız ya da kararsızdır veya emin değildir, işte o durumda haklı olmaya yakındır. Zira sanat dediğimiz şey sonucunun hiçbir durumda net olmadığı ve olamayacağı bir matematiksel işlemler serisidir.
Kim formülü bulup sonuca ulaşırsa insanlık hikâyesini sona erdirmiş olacaktır.
Ne diyoruz; insanlık hikâyesinin sona ermesi!
Buna cesareti olan var mı?
Maalesef var. Kim bunlar? Her şeyi bildiğini iddia eden ve ‘hakikat şudur’ deyip sınır belirleyenler…
Peki, bize düşen ne?
Bu hakikat uzmanlarına pabuç bırakmadan hakikati hakikatçilerden korumamız gerekiyor. Bunun için yapmamız gereken tek şey ise sonucu unutmak. Duruma ve yola odaklanmak…
Sanat genelinde olan bu durum sinemada da geçerli. Kimsenin sinemaya dar sınırlar çizmesine ve seçilmiş zümrelerin uygulama alanı olduğunu anlatmasına izin verme. Evet, sen izin verme. Ben vermeyeyim. Biz vermeyelim. Bu mesuliyet hepimizin.
Nasıl mı?
Tembellik etmeden film izleyerek, sinema üzerine düşünerek, sorgulayarak, cevap arayarak ama cevabı önemsemeyerek, insanoğlunun arayışını devam ettirerek…
Cevap verenlerin cevabının cevap olmadığı manası çıkmamalı buradan. Aksine belki cevap verilmiştir. Fekat çok önemli değildir. Bizi ilgilendiren yolun kendisidir.
İnsan sayısı kadar arayış ve üslubun söz konusu olabileceğini, cevabın da çeşitlenebileceğini, bunun karmaşa değil zenginlik olduğunu fark etmemiz lazım. Gerisi gelir. Mutlaka gelir. Gelmezse de gelmiştir zaten. Sadece üzerimize düşeni yapalım. Dünyayı kurtarmamıza gerek yok.
Dünyanın kurtulma reçetesi var bir de… Herkesin cebinde, elinde ve zihninde. Kime sorsanız bilir. Ama herkes başka şeyden bahseder ve kimse reçeteyi uygulamaz. Ya da zaten reçete uygulanamazdır. Reçete sunanların kendi hayatlarındaki tedavisiz rahatsızlıkları da cabası.
Net olan bir şey var; dünyayı kurtarmanın reçetesi yok. Tek reçete, düzgün insan olmak.
Sinemacı da düzgün insan olması gerekenler arasında.
İzleyici, düzgün insan olması gerekenler arasında.
Politika üretici, düzgün insan olması gerekenler arasında.
Hepimiz aynı aradayız. Hepimiz, hepimizin arasında. Kimse kendinden, yani bir başkasından bağımsız değil. O halde net olarak bilmemiz lazım ki dünyayı kurtarmanın yolu, böyle bir şeyin söz konusu olamayacağını bilmekten geçer.
Elbette bu durum, hiçbir şey yapılmaması, yapılanları lüzumsuz olması manasına gelmiyor. Aksine, mesuliyeti şahsa indiriyor ve herkesin herkese karşı sorumlu olduğunu ifade ediyor. Büyük lafların değil, insandan insana olanın farkına varmaktan bahsediyoruz.
Dünyayı kurtarmanın formülleri genellikle ütopiktir. Tehlikeli olan da budur. Düzgün insan olalım. Kendimiz ile birlikte herkese karşı sorumluluğumuz olduğunu görelim. Sonra da dünyayı kurtaralım.
Ve önce sinemadan başlayalım…