M. Emre Yapraklı
Karınca filmi ile Anadolu insanının ferasetli ve hikmetli duruşunu beyaz perdeye aktaran yönetmen Nazif Tunç, “Kendisinden milyonlarca büyüklükteki fillere, kendini sömürecek hortumuyla yutacak sömürücülere savaş açan, kafa tutan, meydan okuyan yine karıncadır” diyor.
Sinemaya nasıl başladınız? İçinizdeki sinema ateşini ne körükledi?
Benim içimdeki sinema ateşini edebiyat körükledi. Romanlar, şiirler ve öyküler benim sinema aşkımı körükledi. 5-6 yaşımdan sonra okumaya başladım. Kemalletin Tuğcu ve Hazreti Ali Cenkleri ile başladım. Okuma süreci aynı zamanda kendi kendini keşfetme sürecimdi. Ben de halk kütüphanesinin raflarında ne bulduysam onları okuyarak kendimi bulmaya başladım. Aynı zamanda okumada da bir kader vardır. Seni bir yere doğru götürür. Kasabada bir halk kütüphanesi vardı bir de halk sineması vardı. Halk kütüphanesinde kitapları okur halk sinemasında da filmleri seyretmek için beklerdim.
Sinemaya kulağımla âşık oldum
Sinema bileti alacak para bulamazdım. Filmin ilk 15 dakikasının sesini dışarı verirlerdi. Ben de filmin ilk 15 dakikasını dinlerdim. Filmleri ilk dinleyerek başladım. Herkes gözüyle âşık olurken ben sinemaya kulağımla âşık oldum. Duymak ve okumak sizin sonsuz bir şekilde düşünmenizi sağlıyor. Kasabada Türk Sineması’nın ne kadar aile filmi varsa onları izleyerek büyüdüm. Öykü yazıyordum, şiir denemelerim vardı. Hiçbir zaman ‘sinema senaryosu nasıl yazılır?’ diye önüme bir şey konulmuş değildi. Sinemanın hayal edilerek yapılacak bir sanat olduğunu düşündüm. İstanbul’a okumak için geldiğimde sinemanın sanat tarafıyla tanıştım. Sinemaya giriyorum dediğim an Tarık Buğra’ya senaryo tab ettiğim zamandır.
Karınca filmi nasıl oluştu?
1990’lı yıllardan itibaren ürettiğim işlerde manevi gerçekçilikle ilgili bir takım endişelerim vardı. Sadece güzel bir film yapmak arzusu içerisinde olmayan bir insanım. Bir filmden hayatımıza çeki düzen verecek bir parlaklık bulmalıyız. Yaptığım her filmde, düşündüğüm her öyküde ilâhi kelâma, sünnetullaha, Peygamberimizin hadislerine yaslanmayı seven bir adamım. TV filmlerimde de ayet ve hadislerden ilham alarak filmler yaptım. Böyle bir derdim ve kara sevdam vardı.
Karınca filmi, Kur’an-ı Kerim’de 6 sure var bu sureler hayvan adlarından oluşuyor. Allah ayetlerinde bu hayvan isimlerini zikrederek insanlara bazı temsiller ve misaller veriyor. Biz bu hayvan adlarının geçmesinde bir sır ve hikmet olduğunu düşündük. Bu 6 sureden biri olan Karınca’nın Neml suresinin 16. ve 17. ayetlerde bilinenin dışında anıldığını görüyoruz. Karıncanın panik ve ölümden korkan halini görüyoruz. Yıllar önce terör örgütü tarafından kandırılan ve canlı bomba yapılan bir gencin hayatını uyarladım. Bir kamyon şoförü Güney Doğu’dan iyilik olsun diye aldığı bir kızı bırakıyor. Daha sonra bu genç kızın neden yolculuk ettiğini öğrenen kamyon şoförü telaşlanıyor. Kızın canlı bomba olmasında kendi payının olduğunu düşünüyor. Onu bulup karıncayı yuvasına döndürmek için bir mücadeleye giriyor. Kendini bu durumdan sorumlu tutuyor. Niyetim bu 6 hayvanla ilgili filmleri tamamlamak.
Kuran-ı Kerim’den ilham alarak bir hakikat yolculuğunu dile getirmek nasıl bir sorumluluk veriyor? Kur’an-ı Kerim’deki Karınca suresinden ilhan aldınız. Bu bakışla başka film projeleriniz var mı?
Sinemada yapmak için sırtımı dayadığım kaynaklar, senaryolarıma dolambaçlı mecram kadim irfan geleneğimiz oldu hep. Marifet ve hakikat yolculuğumdur sinema. Kur’an-ı Kerim ayetleri, Peygamber kıssaları filmlerime ilham kaynağıdır. Filmlerimde vahiy kültürüne yaslanmak büyük hayalimdi.
Bildiğimiz karınca temsillerinden farklı
Neml Suresi’nin 16. ve 17’nci ayetlerinde ülkesine doğru, yuvalarına gelen dış tehlike karşısında kendi soydaşlarını uyaran bir karınca temsil edilir. Hz. Süleyman karınca vadisine ordusuyla girerken, bir karınca o ordunun heybetinden ürkerek “Yuvalarınıza saklanın, evinize girin. Öyle büyük tehlike geliyor ki bilmeyerek de olsa bizi ezip perişan edebilir. Evinize girin” diye feryat ediyor. Karıncanın bu ayetteki temsili bana ilginç geldi. Bildiğimiz bütün karınca temsillerden ayrı ve farklıydı. Çalışkan, emek veren, teslimiyetçi, telaşsız bir hayvan olarak biliriz. Bütün Anadolu masallarında, fabllarda durumu budur. Allah ayetinde bambaşka karınca temsili çiziyor. Bunda ilahi sır, hikmet aradım. En azından senaryoma ilham, dayanak olabileceğini düşündüm. Son yıllarda terör örgütü memleketimin her yerinde canlı bomba eylemlerine kalkıştı malum. Yüzlerce masum insanımızın mağduriyetine, ölmesine sebep oldular. Filmimde de ülkesi ve insanı için planlanmış, dışardan gelen bir tehlikenin yakıcı sonuçlarını gören Anadolu’nun namuslu kamyon şoförünün çabasını anlatmak istedim…
Güçlü yerlerden esinlenmiş bir karakter ve hikâye zembereği var filmimizde. O yüzden su gibi akıp gittiğini söylüyor seyreden. Karınca’dan sonra yine ilahi kitabımızdan bir kıssayı günümüze uyarlamak istiyorum. Samiri Kıssası. Musa Aleyhisselamın kavmini altın eriyiğinden yaptığı böğüren buzağıya taptıran münafık. Zamanımızda bir sanatçının vahiye sırtını dönüp, algıyla sanatlı putuna, kendi yaptığı eserine, böğüren altın buzağısına taptırması üstüne filmimiz. Adı da Altın Buzağı olacak.
Bütün edebiyatımız karınca hikâyeleri, temsilleriyle doludur. Karınca sadece ağustos böceği hikâyesinde olduğu gibi çabalamanın, emeğin, sabrın olarak kalmaz bu dağarcıkta. Dünyada ve ahirette helalleşmenin de ölçütü bir küçük mahlûktur olarak geçer şiirde, kıssada. Peygamberden hak soran yine bir karıncadır. Ahirette hakkın alan karıncadır. Yine kendisinden milyonlarca büyüklükteki fillere, kendini sömürecek, hortumuyla yutacak sömürücülere savaş açan, kafa tutan, meydan okuyan yine karıncadır.
“Muhalif olacağım diye ihanet ediyorlar”
Diyarbakır annelerini unutmadınız filmde. Zannediyorum sinema sektörünün içerisinde bir zümre tarafından sevilmiyor bu duruma sahip çıkmak. Neden hakikatten yana olmak tabu oldu?
İktidar muhalifliği hezeyanı sinema çevresini de zıvanalarından çıkardı. Muhalif olacağım diye insanına, toprağına, memleketine ihanet sınırına varan güdümlü çevrelerle karşı karşıyayız. Sinemacı takımı tarihinin hiç bir döneminde bu denli halkından uzak ve gaflet içinde olmamıştır. Meselesi, derdi olmayan elitler topluluğuna dönüşürsün. Sanatçı toplumun vicdanıdır oysa. Halkının yaşadıklarını, sorunlarını eserlerine göndere çekilen sancak gibi omurga yapmazsan geçmiş olsun. Neyle yükselteceksin sanatını. Halkla ortak dilin olabilecek mi? Filmlerimizin mevzuları, hal-i pür melali malum.
Karınca filmimiz ülkemizin şeytani taarruzlara 30 yıldır boyun eğmeden nasıl geldiğinin yalın bir aynasıdır. Devletini seven, memleketini seven, insanını seven sinemacılarımız da filmler çekiyor şükür. Sukut suikastıyla yok sayılsak da görmemezlikten gelinsek de kayda değer yönetmenlerden sayılmasak da Müslümanca sinema için yola çıktık. Kınayanın kınamasına aldırmadan yolumuzda gidemezsek yazık bize…
Pandemi sonrasında salonlar açılır açılmaz Karına filmini vizyonda gördük. Neden başkaları gibi bir süre beklemek istemediniz?
Filmin de hayali var. Bu hayal de bir an önce seyircisiyle kucaklaşmak, dertleşmektir. Her seyircisi ile filmin muhabbeti ayrıdır. Sırları ayrıdır. Bu muhabbet bir an önce gerçekleşsin diye hayal kurar film. Karınca zaten 2020 Mayısında gösterime girecekti. Bir hazırlığımız vardı. Salgın yayılıp sinema salonları kapanınca kaldı o hazırlık. Bir buçuk yıl beklendi neredeyse? Seyircinin yeni gösterimlere nasıl tepki vereceği bizimde merakımızdı.
Anadolu’da güzel bir gelenektir; dükkânların duvarlarına, kapılarına bereket olsun diye ‘Karınca duası’ asılır. Ben de sinemalar bir buçuk yıllık bir mahpusluktan sonra yeni dönem açılışlarını Karınca filmi ile yapılsın istedim. ‘Sinema Salonları Karınca İle Açıldı’ diye haberler çıktı medyada. Sinemaların kapıları pencereleri kırılarak film seyredecek iştahlı seyirci var sanıyorduk. Ama umduğumuz gibi olmadı. Sinema seyircisi gösterime giren filmler için salonlara koşmadı. Her filmin başına gelen Karınca’nın başına da geldi. Az seyredildi. İnşallah ileride, Karınca genel seyirciyle başka mecralarda buluşacaktır. Kapalı mekanlarda durmaktan ürküyor insanlar. Kaygılanıyorlar.“Eski günleri aramasınlar”
Zannediyorum Karınca 3 hafta vizyonda kalabildi salonlarda. Bağımsız sinemanın salon problemi ve kapital düzen içerisindeki mücadelesiyle ilgili ne yapmalıyız?
Bağımsız filmlerin de ana akım filmlerin de bundan böyle sinema seyircisiyle eski kucaklaşmaları gerçekleştirmeleri zor. Sinema saltanatından indirilemez ama seyirci sinema salonlarına da eskisi gibi uğramaz. Sinema salonları baykuş yuvası olacak demiyorum ama eskisi gibi seyircinin kapı pencere kırarak içeri girip film seyretme hasretiyle yandığı günleri aramasınlar artık. Geçmiş zamanda her seansı bin 500 koltuğu biletli seyirciyle dolu salonlarda film seyretmiş biriyim. Mazide kaldı sinemanın o saltanatlı zamanları. Seyirci kendine yeni film izleme yolları buldu. Çevrim içi mecralar var. Çok daha ucuza istediğin saatte, istediğin yerde filmini seyrediyorsun. Kimse seyretme biçimine karışamıyor o esnada. Sinema salonunda gösterime giren film ‘üç güç şey’ istiyor seyirciden. Bir; şu saatte başlayan seansa gel. Dakika gecikirsen içeri alınmazsın. İki; her semtte oynamıyor filmimiz, uzaktaki sinema salonuna gel. Üç; neredeyse sana bir kilo et parasına patlayacak bütçe ayır. Eski kuşağın zaten sinemadan sıktı sıyrılmış, yüzükleri çoktan atmıştı. Zamanımızın Z kuşakları da bu vartaları yutmuyor artık. Papaz her zaman pilav yemez, diyor. Çevrim içi mecralarda filmin nasıl olsa gösterileceğini biliyor. İnternet pususuna yatmış bekliyor. Çevrim içi platform olmazsa bir kaç ay sonra televizyonda, sonrası YouTube da karşıma çıkacak diyor.