Standartlaşan müziğe ego ile enstrümantel dokunuş

20 dakikada okunur

“Dinleyenlere yeni nesil bir müzik anlayışı sunmayı hedefliyorum” diyen Özcan Yılmaz proje albümü EGO’nun ilk iki parçasını dinleyicilerle buluşturdu. Enstrümantal çalışmasıyla dikkat çeken Yılmaz, “Ülkemizde ve dünyada bu kategoride büyük bir boşluk olduğunu düşünüyorum. Enstrümantal diye adlandırılan müziklerin çok büyük bir kısmı popüler olmuş parçaların sözsüz hali, yani yeni bir içerik neredeyse yok. İşte tam burada giderek standartlaşan örneklerden ayrılarak; özgün melodiler, ihtişamlı ritimler ile görsel ve işitsel doyuruculuğu olan bir Özcan Yılmaz sahnesi sunmayı hedefliyorum.” şeklinde konuşuyor.

Bugünlerde radyolarda, müzik uygulamalarında hep benzer müzikler, sesler duymaya başladık. Dijital dünyada yaşanan gelişmeler sağladığı faydaların yanında müziğinde tek tipleşmesine neden oldu. Artık sanatçı olmak, şarkı söylemek çok kolay… Böyle bir dünya içerisinde de müzikseverler farklı arayışlar içinde olmaya başladı. Tabi ki sektörde işini hakkıyla yapan, yıllarını bu alana adayan sayısız sanatçı da yok değil. Bir fark yaratmak adına yola çıkan isimlerden biri de Özcan Yılmaz… Melodilerin her zaman söze ihtiyacı olmadığını gösterdiği enrtürmantel çalışmalarıyla müzik dünyasına yeni bir soluk getiren Yılmaz, Ego adlı proje albümün ilk iki parçasını dinleyicilerle buluşturdu. Önce Pandora ardından da Alarga’yı yayınlayan Yılmaz, müziğiyle kimi zaman çoskulu kimi zaman ise dingin bir denizde gezdiriyor insanları. Yakın zamanda albümün üçüncü çalışması olan “Hagia Sophia” ile müziksevelerin karşısına çıkacak olan Yılmaz, bu sayıda Litros Sanat’a konuk oldu.

Ne zamandır kemanınız elinizde?

Küçük yaşlardan beri müzikle ilgileniyorum. 7 yaşında başladığım konservatuvar eğitimimle keman çalmaya başladım. O günden beri de kemanım elimden hiç eksik olmadı. Kemanın yanı sıra piyano, mandolin ve ud çalıyorum. Ama enstrümanistliğimin ötesinde yaratıcı yönümü beslediğim işlere odaklanıyorum.

İstanbul Devlet Opera ve Balesi’ne ne zaman katıldınız? Orası sizin müziğinize nasıl bir katkı sağladı?

2010 yılında İstanbul Devlet Opera ve Balesi’ne orkestra sanatçısı olarak katıldım. Opera ve bale orkestrasında çalmak, bir operayı ya da baleyi izlemekten çok daha farklı bir deneyim. Müzik ve sözün uyumunu, enstrümanların dramatik veya coşkulu durumlarda nasıl tınılar yaratması gerektiğini öğretti bana. Tüm bunların yanı sıra kostümünden koreografisine kadar sahne arkasında ciddi bir hazırlık var. Bu da benim müziğimi zenginleştiren fikirlerin kaynaklarından biri.

Yaptığınız müziği nasıl tanımlarsınız? Solo bir çalışma yapmaya nasıl karar verdiniz?

Müziğimi tanımlamak zor. Neoklasik doğru bir tanım mı bilmiyorum ama bu şekilde adlandırmak bana iyi hissettiriyor. Ben de günümüzün kalıplaşmış algılarını biraz kırmak ve enstrümantal müziğe bakış açımızı biraz değiştirmek istiyorum. Beste yapmaya başladığımdan beri solo bir kariyer yapma hayalim hep vardı. Yeterince beslendiğime, müzisyen olarak artık kendimi tam anlamıyla ifade edebileceğime inandığım an sonunda geldi. İyi ki de geldi, aldığım güzel tepkiler ne kadar doğru bir karar verdiğimi bana her geçen gün daha da fazla hissettiriyor.

(Erol Evgin ve Özcan Yılmaz)

Bir müzik projesine başladınız. Önce Pandora sonra Alarga yayınlandı. Bu projelerden bize bahseder misiniz?

Pandora, yedi parçadan oluşan bir serüvenin ilk adımı ve hatırladığım kadarıyla en eski bestelerimden biri. Sanırım bu sebeple onunla başlamak istedim bu yolculuğa. Kendimi ve sınırlarımı keşfettiğim, yapabileceklerimi tüm samimiyetimle gözler önüne serdiğim bu çalışmanın yoğun melodisi, zengin orkestrasyonu ve ihtişamlı ritimleriyle dinleyenlerime yeni nesil bir müzik anlayışı sunacağına inanıyorum.

Bir hikâye ve bir düşten yola çıktım

Müziğinizde hem geleneksel hem de modern tınılar var…

Çalışmalarımın amacı da bu diyebiliriz. Tını muhteşem ve bir o kadar da söylemeyi sevdiğim bir tabir. Geleneksel ve modern arasında bir köprü kurmak ve bunları birlikte tınlatmak en keyif aldığım şeylerin başında geliyor.

Pandora ve Alarga, kimi zaman coşkulu kimi zaman dingin bir denizde insanları alıp götürüyor sanki… Siz nasıl bir düşünce ve hissiyatla bunları bestelediniz?

Aslında tam da sizin hissettiklerinizi hissettirebilmekti amacım. Ben de dinlerken aynı yerlere gidiyorum, parçalarımı seviyorum. Fakat bestelerken daha çok sinematik düşünüyorum. Bir hikâye ya da bir düşten yola çıkıyorum.

Her parçanın bir hikayesi var mıdır? Bize Pandora ve Alarga’nın hikayesinden bahseder misiniz?

Müzik videolarımın senaryoları bu fikir ve düşlerden meydana geliyor. Pandora aynı zamanda benim ilk yönetmenlik deneyimim oldu. Filmde yaradılıştan günümüze insanoğlunun gelişimini ve bu gelişimin insanoğlu için umut vericiyken doğa için nasıl da yıkıcı sonuçlar doğurduğunu anlatmak istedim. İntrodaki melodinin tekrarı ise, “her şeye rağmen umut var” diyor. Alarga’ya gelecek olursak “alarga” kelime anlamı itibariyle “açıkta beklemek” demek. Fırtınaya yakalanan bir denizcinin hikâyesi. Fakat o, tüm yaşadığı zorluklara rağmen karaya çıkmıyor, alargada mutlu. Ben bu terimi iç dünyamıza benzetiyorum. Bazen herkesten, her şeyden uzaklaşmak istediğimizde alargada değil miyiz?

Neden bir albüm yapıp hepsini birden müzikseverlere sunmadınız da böyle bir yöntem seçtiniz?

Aslında benim gibi düşünen tüm üreticiler bunu bir albüm olarak planlar fakat günümüz şartları, tüketim hızı ve dinleyicinin benim müziğimle ilk defa tanışması sebebiyle, destek ekibimle bu şekilde karar verdik. 7 eserden oluşan bu serüvenin son parçası Alfa ile tüm parçalarımı ‘EGO’ isimli bir albümde topluyor olacağım.

Bundan sonraki parçalar da belli değil mi?

Müzik platformlarının belirli bir devamlılık gerekliliği var. Biz de 7 parça için 7 aylık bir süreç belirledik sevgili Soner Akkaya ile birlikte. Tabii bu arada tüm bu parçaları kliplendirmek, müzik videosu haline getirmek istiyorum. Dinleyicilerime sunacağım yeni parçam ise “Hagia Sophia” olacak.

Parçaların isminin evrensel olmasını istedim

Eserlerinizin isimlerini neye göre belirlediniz?
Yapım aşamasında evrenselliği kendime motto olarak belirlemiştim. Bu kavram müziğimle olduğu kadar müziğime koyacağım isimde de kendini hissettirmeliydi. Dünyanın her yerinde birçok insanın aynı kelimelerle bana ulaşmasını istedim. Sonrasında parçalarım isimlerini tek tek seçiverdi işte…

Bu çalışmalarda size kimler eşlik etti?

Üretim kısmında genellikle kendimle baş başaydım, işin teknik detaylarını ise sevgili Okan Barut (sound designer) ile tamamladık. Okan bu projede bana o kadar destek oldu ki, pek çok sıkıntılı anımda üçüncü gözüm oldu diyebilirim. Canlı performansları Ada Stüdyo’da sevgili Özgür Özkan Mete ile kaydettik. Pandora’da Mix ve Mastering’i çok kıymetli Kerem Aksoy üstlendi, diğer parçalarımda sevgili Özkan ve duayen İhsan Apça ile çalışıyoruz. Pandora ve Alarga’nın kliplerindeki tüm çekim sürecini Kaan Gökgöz ve elapro ekibiyle gerçekleştirdik. Albümün kapak tasarımını Serkan Arca üstlendi. Kayıtlarımızda 11 kişilik bir yaylı grubu, nefesli sazlar, gitar, arp ve Türk müziği enstrümanlarından oluşan kalabalık bir ekiple çalıştık. Hepsi birbirinden değerli üst düzey müzisyenler, sizin vesilenizle bir kere daha teşekkür ediyorum onlara…

Basit ama yoğun olan melodileri seviyoruz

Enstrümantal bir çalışma… Aslında bizim dinleyicilerimiz buna çok alışkın değildir. Bu anlamda bir tereddüt yaşadınız mı?

Artık böyle endişelerim kalmadı diyebilirim. Bazen bir anda olur, bazen zaman alır diye düşünüyorum. Bizim dinleyicimize gelecek olursak onların enstrümantal müzikleri sevdiğine inanıyorum. Kevser Hanım’ın Nihavend Longası, Paco De Lucia’nın Entre Dos Aguas’ı, Morricone’nin İyi, Kötü ve Çirkin’i bunlara örnektir. Yeter ki basit ama bir o kadar da yoğun melodi olsun. Şifre bu bence ve bu şifre size dünyadaki tüm kalplerin kilidini açar.

Peki şarkı sözü yazar mısın?

Sözlerini yazdığım birçok şarkım var. Onlar da zamanını ve sahiplerini bekliyor.

Müzik konusunda nelerden beslenirsiniz?

Hayatın kendisinden. İzlenimcilik (empresyonizm) hala en güçlü akımlardan biri bence. Sanatçının özgün düşünmesine çok fayda sağlıyor.

Müzik dünyasının tam ortasındayım

Artık müzik dünyası tek tip olmaya başladı. Benzer sesler, benzer tarzlar… Bu noktada müzik piyasası hakkında düşünceniz nedir?

Sosyal medya platformları sayesinde birçok keyifli içerikle buluşuyorken evet bir o kadar da bir kirlilik söz konusu. Ne yazık ki bunu denetleyecek bir oluşum da mümkün değil. Bu yüzden insanlarımızın yapması gereken şey beklentileri daha da yükseltmek ve kıyaslamak. Bu sayede rekabet ortamında daha kaliteli içerikler gelecektir.

Siz bu dünyada kendinizi nerede konumlandırıyorsunuz?

Aslında tam da ortasında diyebilirim. Müziğin birçok dalında farklı platformlarda sahne alıyorum; Bazen bir senfonide bazen hit olmuş bir şarkıya eşlik ederken bazen bir belgesele müzik yazarken bazen de keyifli bir solo atarken buluyorum kendimi… Ama kendi hikayemin başındayım o yüzden giriş çok önemliydi ve bu etkiyi yarattığımı düşünüyorum.

“Dinleyenlere yeni nesil bir müzik anlayışı sunmayı hedefliyorum” dediniz. Bu seri ile müzik piyasasına nasıl bir fark katacağınızını düşünüyorsunuz?

Öncelikle ülkemizde ve dünyada bu kategoride büyük bir boşluk olduğunu düşünüyorum. Enstrümantal diye adlandırılan müziklerin çok büyük bir kısmı popüler olmuş parçaların sözsüz hali, yani yeni bir içerik neredeyse yok. İşte tam burada giderek standartlaşan örneklerden ayrılarak; özgün melodiler, ihtişamlı ritimler, görsel ve işitsel doyuruculuğu olan bir Özcan Yılmaz sahnesi sunmayı hedefliyorum.

Hayalim notalarımın ölümsüzleşmesi

Müzik size ne ifade ediyor, bana üç kelime ya da bir cümle ile anlatın desem ne dersiniz?

Bence müzik; birleştirici, bir araya getirici ve hepimizin ortak dili.

Müzikle ilgili başka neler yapıyorsunuz?

Hayatım tamamen müzikle dolu. Müziğin farklı dallarında yer almak beni üreten bir müzisyene dönüştürdü. Klasik, caz, flamenko, pop toplululuklarında bulunmak benim diğer enstrümanların yürüyüşlerini, stillerini kavramamda büyük fayda sağladı. Yazdığım bir paternin icracı tarafından benimsendiği andaki mutluluğum tarif edilemez. Bir film veya belgeseli müziklendirmek ise bambaşka bir zevk. Karakterlerin ve olayların ruhunu yansıtacak müzikler oluştuğunda tüyler diken diken oluyor ve bu da seyirciye geçiyor.

Erol Evgin ile ne zamandır birliktesiniz. Onunla yolunuz ne zaman nasıl kesişti?

Erol Abi ile yaklaşık 5 senedir aynı sahneyi paylaşıyoruz. O sadece sesiyle değil diğer yönleriyle de herkeste hayranlık uyandıran bir insan. Birden fazla sanat branşı ile ilgilenmesi, mimarlık geçmişi ve en önemlisi çalışkanlığı ile gerçek bir rol model benim için. Müziğime sağladığı katkı en başta eşsiz bir repertuvarken bir diğeri ise, insanlarımızın kaliteye olan sadakatini görmemi sağlaması ki bu da bana ilham ve güç veren en önemli donelerden.

Müzikle ilgili hayallerinizi de öğrenmek isteriz. Güzel, farklı bir proje ile yolunuza devam ediyorsunuz. Bundan sonraki adımınız nedir?

En büyük hayalim ismimin ölümsüzleşmesi, yaşarken de benden sonra da yazdığım, hayat verdiğim notaların hiç tanımadığım, bilmediğim kişilerce seslendirilmesi, bu beni çok mutlu eder. Bundan sonraki süreçte üretimlerim daha da hızlanacak. Yeni ve farklı 7’ler yolda. Sağlam ve büyük adımlar atmak istiyorum.

Önceki Yazı

Biraz polisiye biraz aile biraz aşk

Sonraki Yazı

Üç şiirde üç kişi ve birkaç kitap

Son Yazılar