Devlet eliyle bir dijital ekran açılması hem denetim mekanizması hem de bir kalite dokunuşu içerebilirdi. Yarar zarar oranı düşünüldüğünde iyi bir şey olacak hayalleri kuruldu. İsmi de bence nefis bir isimdi. Fakat teknik olarak Tabii hala açılabilmiş diyemeyiz!
Dijital ekranımızın en önemli sekmesinin yerli platformlar olduğunu düşünüyorum. Kendini dünyanın her metrekaresinde kanıtlamış platformların karşısında yapılan ulusal ya da uluslararası girişimleri çok değerli buluyorum. Yerli otomobil girişiminin ruhu neyse şu dönemde dijital dünyadaki ve sinemadaki platformların yerli girişimlerini de aynı ruh skalası içerisinde görebiliriz. Bu kadar önemli yani!
BluTV, Puhu TV, Gain, EXXEN, MUBI… Hepsinin birbirinden değerli girişim hikayeleri mevcut. Hepsinin teması, yaklaşım tarzı ve izleyici ilişkisi bambaşka. Küçük, orta ya da büyük sermaye sahiplerinin bu noktada yatırım yapmaları Türk sinemasını da besleyici bir unsur olarak değerli.
Yerli otomobil ruhu
Yerli otomobil girişim ruhu dediğim noktayı ise iç yapısıyla da yerli ve uluslararası olsun düşüncesiyle yola çıkılan TRT’nin Tabii platformu oluşturuyor. İlk duyduğumda çok merak ettim. Devlet eliyle bir dijital ekran açılması hem denetim mekanizması hem de bir kalite dokunuşu içerebilirdi. Yarar zarar oranı düşünüldüğünde iyi bir şey olacak hayalleri kuruldu. İsmi de bence nefis bir isim. Uluslararası ve ulusal çapta birçok dengenin gözetildiğini düşünüyorum. Bu niyetimi canlı tutan da TRT Genel Müdürü Mehmet Zahid Sobacı’nın “Tabii”nin isminin ve logosunun tanıtıldığı etkinlikte konuştuğu şu sözler olmuştu: “Dünyadaki aile odaklı içerik ihtiyacını karşılayacak öncelikli mecra olacağız. Film ve dizilerimizin yanı sıra emanet zihinler ve kalpler olarak gördüğümüz çocuklarımız için yepyeni animasyon içerikleriyle bize güvenen ailelerimizin yeni dijital evi haline gelecek. Bu vizyon çerçevesinde belirtmek isterim ki TRT uluslararası dijital platformumuz tüm insanlığı aynı suda yıkamak isteyenlere karşı açılmış saf, doğal ve yeni bir kaynaktır. Cumhuriyetimizin 100. yaşını kutlarken, bölgesinde ve dünyada söz sahibi olan, teknolojisiyle oyun bozan, kendi değerleriyle yükselen Türkiye’nin TRT’si olarak yayıncılık alanında küresel meydan okuma yapıyorsak bu meydan okuma gerçek ve önemli verilere dayanıyor.”
Sayın TRT Genel Müdürü Sobacı’nın “…Tüm insanlığı aynı suda yıkamak isteyenlere karşı açılmış saf, doğal ve yeni bir kaynak…” sözü dünyadaki emperyalist ve kötü ideolojik duygulara karşı söylenmiş organize bir söz olduğunu düşünüyorum. Bu cümle devlet eliyle dünya üzerindeki dijital ekran temsilcilerine bir Osmanlı mirasçısı biçiminde bir meydan okuyuştur. Sobacı, geçmişte Batı’nın yıkıcı tarzına karşı yapılan fetih politikası ve gönül köprüleri kurma gibi imparatorluk fiillerinin devam edeceğini anımsattı.
Hakikati yanımızdan ayırmadan yaptığımız sert öz eleştirilerin sağlığımıza iyi geleceğini düşünüyorum. Hayatımızda ne kadar sahici ve yapıcı eleştiri bulundurursak daha iyiye gidip mükemmeli bulabileceğiz. Başkalarının ideolojik ve saptırıcı eleştirilerine karşı biz daha sahibi ve içten şeyler söylemeliyiz diye düşünüyorum. Hükümetin siyasi söylemlerini Tabii dizilerinde söylettiği ve yapıtların kalitesizliği gibi meseleyi saptırıcı eleştirilere karşı daha olgun şeyler söylemek gerekiyor.
Tabii’nin aksak tarafları!
Tabii 7 Mayıst’ta açıldı ve ücretsiz olarak yayın hayatına giriş yaptı. Ücretsiz olması bence büyük hata. Platformların işleyişine aykırı bir durum. Logoyu çok sevdim. Gelenekseli ve moderni harmanlamak için iyi bir biçim. Tüm anlatılan büyük sözlerin ve umutların ne aşamada gerçekleşeceğine dair merak etmeye başladım. 2 ay geçti. “Tabii”nin sayfasını büyük bir heyecanla açtım. Karşımda gelişmiş bir TRT İzle gördüm. TRT’deki ve Tabii’deki her şey karışmış. Tabii neresi TRT neresi diye arayıp duruyorsunuz. Burası bir beyaz ekran değil bir dijital platformsa eğer yalnızca buranın üretimleri görmeliyiz diye düşünüyorum. TRT İzle’de Tabii içeriği görmek çok enteresan geldi. Öyle ki milyonlar harcanıp ortaya koyulan yapıtları sunamamak bir israf değil midir?
Dijital platformları teknik olarak en çok önemsediğim kısım telefon ve tabletteki işleyişleri diyebilirim. Hayatının uzun bir kısmı yollarda geçen biri olarak izlediğim dizi, film ve belgeselleri telefonumdan izliyorum. Telefonumda Tabii açmaya çalışıyorum! Açılıyor, filmlerde indirme özelliği bulunmuyor. Düşük kota kullanmak istiyorum kullanamıyorum. Uygulamanın gruplandırılması ve kullanışı pek pratik değil. EXXEN’in açıldığında yaptığı en büyük yanlış teknik donanımını tamamlamamış olmasıydı. Tabii’de de donanım açısından ciddi bir problem gözüküyor. Şu anda; Rûmi, Son Gün, Şanzelize Düğün Salonu ve Adalet gibi birbirinden klas ve özel işleri bünyesinde barındıran bir platforma bu teknik imkanlar yakışmıyor. Teknik bitmediği için Tabii ne zaman açılır? Sorusunu sormadan edemiyorum. Metropol hayatının içerisine entegre olmayan dijital platform olur mu?
Tabii’nin bazı projelerinde çalışan set sözü alan ama sete çıkmayan prodüksiyon ekipleri olduğunu duyuyorum. Umarım tez vakitte çözülür. Son kez başka bir problemden bahsetmek istiyorum. Bazı dizilerin tüm bölümlerini yayınlayıp bazılarının haftalık yayınlaması sizce kurumsal mı? Bir dizinin haftalardır 1. bölümünden başka bir şey görememiş olmamız yalnızca talihsizlik diye geçiştirilmeli mi?
Her şey bir yana ben umutluyum. Bizden olandan, biz kokandan, üstten bakmayandan yanayım ve mutluyum. Tabii inşallah kervan yolda dizilir anlayışının bir ürünü olmak yerine dünya devleriyle yarışacak donanımda mücadelesine devam eder?
Tabii’den iki cins iş
Tabii’den konuşmuşken Tabii’nin iki güzel işini de önermek ve biraz konularından bahsetmek istiyorum: Şanzelize Düğün Salonu ve Son Gün.
- Edebiyat sinema ilişkisine nefis örnek olacak
Şanzelize Düğün Salonu Tarık Tufan’ın aynı adlı romanından uyarlama bir dizi film. Yönetmen kotluğunda Osman Nail Doğan’ın oturduğu yapım, İstanbul’un eski dergahlarından birinin şeyhi, Ahmet Niyazi Efendi’nin oğlu olan Turgut’un aşık olduğu Eda uğruna babasından ve dergahtan uzaklaşmasıyla başlıyor.
Sevdiğiniz bir romanı okursunuz ve içinizden “bunun bir filmi olsa da izlesek” diye geçirirsiniz. Ben de Şanzelize Düğün Salonu romanını okurken içimden böyle hislenmiştim. Duygularımın ete kemiğe bürünmüş halini görünce keyiften dört köşe oldum. Dizinin seçilen mekanlarını ve enerjisini başarılı buldum bizi hemen içerisine almaya çalışıyor. Şanzelize Düğün Salonu’nun yazarı Tarık Tufan’ın aynı zamanda yapımın senaristliğini üstlenmiş olmasının hikâyenin hem edebiyat hem de sinema yönünün kesişip ortaya çıkmasına katkı yaptığını düşünüyorum. İstanbul’un arka sokaklarında gerçek bir hikaye görmek istiyorsanız izleyin! Dizinin en büyük handikapı 1. bölümünün yayınlanıp diğer bölümlerinin yayınlanmamış olması. Tarık Tufan’ın hikâyesinin dokusunu, Musab Ekici ve Halil Babür’ün oyunculuğunu merak ediyorum.
- Bugün Son Gün’ümüz olsaydı ne olurdu?
Bir uyanıyorsunuz biri geliyor ve 24 saat ömrünüz kaldığını söylüyor. Hem de sizi bu duruma ikna ediyor. Acaba ne yapardınız? Ne yapardık? Ne hissederdik? Tabii’de yayınlanan dizinin ana teması bu konunun üzerinden ilerliyor. Yönetmen koltuğunda Ahmet Sönmez’in oturduğu Son Söz dizisinde; insanların ölüm ile olan ilişkilerini merak eden psikolog Vedat, aynı gün ölecekleri bilgisi verilen 6 katılımcının davranışlarını takip edeceği bir deney tasarlar. Hayatının sona ermek üzere olduğunu düşünerek, her insan farklı tepkiler verecek ve yaklaşan ölümle kendi yöntemleriyle başa çıkacaktır. Dizide Uğur Yücel ve Erkan Petekkaya gibi usta oyuncular rol alıyor. Öleceklerini öğrenen karakterlerin neler yaptığı ve davranışlarını nasıl değiştirdiğini gördükçe bir kez daha insanoğlunun renkliliği ve ölümlülüğü üzerine düşünüyorum. En nefisi ise dizinin bölümlerinin birlikte izlenip zihinde oluşturduğu kurgu. O yüzden senaristin zekasına şapka çıkartıp daha iyi örneklerini talep ediyorum.
BluTV’de sohbet havası
Son zamanlarda dijital ekranımızı açtığımızda kendimize bir sohbet ortamı aradığımızı farkettim. Türk platformları kısımlarının da uluslararası platformlara göre daha hoş sohbet olduğunu gördüm ya da bana öyle geldi! Bir çoğumuz bu durumun Youtube’daki sohbet ve vlog kanallarından kaynaklı olduğunu düşünüyoruz. Hasan Can Kaya’nın Konuşanları’nın ve Katarsis’in EXXEN çıktıktan sonra platforma katılmış olması da bu durumu haklı çıkarıyor. Belki dem Youtube’daki pastanın fark edildiğini söyleyebiliriz.
Herhangi bir toplu taşıma aracında seyahat ediyorsunuz. Kullandığınıza platformuna indirdiğiniz bölümleri izleyeceksiniz. Gerilim, komedi, dram, belgesel, art house ya da başka birçok şey sizin dünyanıza hitap etmeyebiliyor. Sohbet, eğlence ve bilgilendirici içerik izleyerek kendinizi daha dolu bir yolculukta hissedebiliyorsunuz. BluTV’nin sohbet programları tam anlamıyla platformun temasını bize özetliyor gibi. Muhabbet edilen, eğlenilen, salaş, yer yer ciddi, kurumsal ama kasmayan bir sohbet mekanı haline gelmiş BluTV. Sizlere bu özel yapımlardan birkaç önerim olacak.
- Tadına Doyulmaz Sohbetler
Tarih boyunca göç eden insanlarla birlikte, tadına doyulmaz lezzetler de bir kıtadan bir kıtaya, bir ülkeden bir ülkeye göç etti. Ekranların vazgeçilmezi Okan Bayülgen’in moderatörlüğünde; tarihçi, akademisyen ve yazar İlber Ortaylı ile yemek uzmanı ve yazar Sahrap Soysal bu seride ilk defa ekranlarda bir araya geliyor. Bu muhteşem üçlü, bir yandan farklı göçmen lezzetlerin tadına bakarken bir yandan da yemek kültürü, lezzetlerin tarihi ve geleneksel reçeteler üzerine eğlenceli, öğretici ve tadına doyulmaz bir sohbete dalıyor.
- Bize Gezmek Olsun – Gezginler Okulu
- BluTV’nin sevilen seyahat programı Bize Gezmek Olsun kabuk değiştirerek daha kalabalık, daha genç ve daha heyecan dolu bir rota ile Gezginler Okulu’na dönüşüyor. Erkan Can ve Güven Kıraç, gezginlerin en sevdiği rota Tayland, Laos ve Kamboçya’yı geziyor. Bu sefer yol zor ve macera dolu ancak yanlarında tüm dünya ülkelerini gezen tek Türk gezgin, Murat Fıçıcı ve yakın dostları Nejat İşler de var. Nasıl farklı gezilir? Dünyayı gezerek hem öğrenmek hem eğlenmek nasıl oluyor Gezginler Okulu’nda öğreniyorsunuz.
Yalnızım Mesut Bey
Hem mizah dünyasında hem de talk show alanında kendine özgü ve öncü bir yol çizen, Mesut Süre ile yeni bir format! Mesut Süre, yalnızlarla, yalnızlığı, yalnızlığın sebeplerini, yalnızlığın “sultanlık” mı yoksa “çaresizlik” mi olduğunu, konuklarının yalnızlıkları üzerinden -kendi tabiriyle- “ayı gibi güldürerek” konuşuyor. Her hafta ünsüz(!) üç isim Mesut’un sahnesine konuk oluyor. Karşısına üç yalnızı alan Mesut, yer yer çekimi izlemek için tiyatro salonunu doldurmuş seyircilerinin de katılımıyla, konuklarının yalnızlık temalı (örneğin başarısız flörtler, terkedilişler, aldatılmalar vb.) hikâyelerini didik didik ediyor.
Podacto Stüdyo
Dijital mecrada yayınlanan, tiyatro dünyasının eserlerinin seslendirildiği yeni nesil bir kulak tiyatrosu olan Podacto; Podacto Stüdyo olarak dünyada ilk olma özelliği taşıyan yeni bir formatla BluTV’de. Podacto Stüdyo, çağdaş tiyatro metinlerinin ses ve görsel dünyalarının harmanlandığı bir laboratuvarda izleyiciyi eşsiz bir deneyime davet ediyor. Tiyatroyu da bir sohbet olarak gördüğüm için bu işi de buraya iliştirmek istedim. Oyunların sahnelendiği mekana 360 derece olarak yerleştirilen 14 kamera ve 32 mikrofonla kaydedilen metinler, usta oyuncular tarafından seslendiriliyor. Bu metinlerin ses tasarımının nasıl yapıldığı ve metinle nasıl bir bütün oluşturduğu da kaydedilerek yepyeni bir performans türü ortaya koyuluyor. Podacto Stüdyo’da Ahmet Sami Özbudak, Aslı Ceren Bozatlı, Balca Yücesoy, Derem Çıray, Murat Mahmutyazıcıoğlu ve Sami Berat Marçalı’nın eserleri Alican Yücesoy, Aslı İnandık, Ceren Moray, Damla Sönmez, Emir Çubukçu, Serkan Keskin, Sezin Akbaşoğulları, Tülin Özen, Ushan Çakır ve Yağız Can Konyalı’nın sesinden hayat buluyor.