Tanpınar’ın rüya tabirleri IV

5 dakikada okunur

… Hikâye, bir meyhanede başlar. Bir fenomen olarak yeraltı, bar, meyhane gibi mekanlar bilinçdışını sembolize ederler. Abdullah Efendi, bir süre sonra meyhanede üst benliğini (süperego) bırakır, garsonlara da “Aman uyandırmayın, sonra gelir alırım…” şeklinde tembihlerde bulunur. (Burada sızıp kalmıştır. Alkolün de etkisiyle bir rüyanın içine giriyoruzdur. Başlangıçtaki betimlemeler de yine sarhoşluğun verdiği esriklikle gerçekleşen olağanüstülüklerdir.) Aslında hikâyede bu noktadan sonra iki Abdullah devreye girer. Bilincinin değil, bilinçdışının kontrolündedir artık Abdullah. Ve bilinçdışı rüyası böylece başlar. Abdullah Efendi, cinsellik dürtüsünün peşinden gittikçe çevresindekilerin insanlıktan çıkıp bedensel dönüşümler geçirerek hayvanlaştıklarına şahit olur.

“Hayal gittikçe büyüyor, genişliyor, emsali ancak bazı ortaçağ kabartmalarında veya şimal ressamlarının tablolarında görülen, hayalî, zalim ve çılgınca bir mahşer halini alıyordu. Abdullah Efendi, gördüğü şeylerin çılgın ve imkânsız hakikatinden korkuyordu. Şüphesiz ki onlar insanî şekilden büsbütün çıkmamışlardı. Bu baş ve onun omuz üzerinde duruşu hep aynıydı. Sade bazı kısımlar gerilemiş, bazıları ilerlemiş, alın arkaya doğru kaçarak ve burun hafif yassılaşarak hayvanî şekle daha yaklaşmışlardı. … Fakat değişikliklerin en şaşırtıcısı, uzviyetin belden aşağı doğru çöküşündeydi; bir nevi tortulanmağa benziyordu. Bu değişikliği etraftaki hayvanlar bile hissetmiş olacak ki kimi bir tarafa sinmiş, şaşkın gözleriyle cehennemî bir alevin aydınlattığı bu karınlara bakıyor, kimisi de acı acı haykırıyordu. Bütün bu kalabalık, değişmiş, hüviyetini kaybetmiş vücutların doymaz iştahlarıyla birbirleriyle birleşiyor, birbirlerine kenetleniyordu. … Sanki bir şeytan, kötü bir ruh; bütün eşyayı, bütün mevcutları hep birden zaptetmiş, onların ağızlarıyla gülüyor, onların uzuvlarıyla doymak bilmeyen iştahını tatmin ediyordu.”[1]

Bu ve benzeri acayip görüntüleri tasvir ederek Tanpınar, bilinçdışının devrede olduğunu okuru sarsan bir şekilde gösterir. Bu betimlemeler okunurken bilinçdışı uyarılacaktır. Tam da bu bağlamda, Tanpınar’ın da Orta çağ ve şimal ressamları tabloları benzetmesi yapmasından hareketle aklıma Hieronymus Bosch ve özellikle Dünyevi Zevkler Bahçesi isimli eseri geldi. Eserin bilhassa cehennem kısmındaki tasvirlerinin, Tanpınar’ın anlattıklarıyla bu denli örtüşmesi tesadüf olmamalı. (Tanpınar’ın resim ile ne kadar içe içe olduğunu bildiğimiz için bu tablodan haberdar olmama ihtimali yok ki zaten Adem’le Havva öyküsünde bu esere bir gönderme vardır.) Şeytan imalatçısı ve kötü şeylerin temsilcisi şeklinde tanınan korkunç ve dehşetli rüyaları tasvir ettiği söylenen Bosch da aslında bilinçaltındaki dürtüleri harekete geçirmiştir. Bir başka deyişle bilincini, bilinçdışına teslim etmiştir.[2] Ayrıca tablonun bu kısmında da şehvet günahı anlatılır. Pek çok tuhaf hayvan, çıplak kadın ve erkeklerle oldukça acayip bir tasvir yapılır. Bu da Tanpınar’ın anlattıklarıyla oldukça benzer yanlarıdır. Abdullah da cinsellik dürtüsüyle savrulurken korkutucu ve anormal insan tiplerinin içinde kalmıştır.

 [1]Ahmet Hamdi Tanpınar, Hikayeler, Dergâh Yayınları, Ekim 2011, s. 42.

[2]Virginia PittsRembert, Bosch, YKY, Ağustos 2009, İstanbul, s. 232.

Önceki Yazı

Silisyum metaforu

Sonraki Yazı

Mirasım melodilerim

Son Yazılar