Bambaşka rüyalar
Tasavvufi öğretide -psikolojik temellerle- rüya yorumlamak çok eski zamanlardan bu yana müracaat edilen bir yol olmuştur. (Her ne kadar şu an bunu Batı’dan öğreniyor olsak da) Celâl sembolleri (kahır, korku, cezalandırma vs.) ve Cemâl sembolleri (merhamet, aşk, sevgi vs.) okunarak rüyalar tabir edilirdi. (Zaten Hz. Peygamber’e ilk vahyin de salih rüya ile geldiğini ve altı ay müddetle bu şekilde devam ettiğini biliyoruz.)
Salt İslam tasavvufunu değil, Doğu bilgeliğini ele alarak ona yaslanan[1] A’mâk-ı Hayâl, Doğu-Batı medeniyetler çatışmasını vermesi açısından önemi bir yana rüya anlatısı olması yazımız için hayati unsurdur. Doğu-Batı çatışması, melamî zevke sahip (saf bir meczup değil) bir rind olan Aynalı Baba ve arayışta olan Râci üzerinden verilirken aslında mistik, haberci rüyaları ele alışıyla da bu çatışmayı devam ettirir roman.
A’mâk-ı Hayâl ile Filibeli Ahmed, Doğu tarafında yer almış ve Raci’nin gördüğü metaforik ve mistik rüyalar ile onu manevi bir yolculuğa çıkartmıştır. Bu anlamda rüyayı manevi gelişimde müracaat edilmesi gereken bir yöntem olarak kullanır. Râci, bir nevi rüyaları ile eğitimden geçer. Rüyaların fizyolojik bir olgu olmanın çok ötesinde olağanüstü, hatta ilahi mesajlar veren mistik zaman dilimleri [2] olduğu fikrine sahiptir bu yapıt.
Asiye Hatun’un Rüya Mektuplarına da değinmeden geçemeyeceğim. Edebi bir eser olmasa da (Cemal Kafadar, mektupların eski edebiyatımızda çok nadir bulunan anı/hatıra türüne dahil olduğunu bu sebeple sadece bir mektup olarak ele alınmasının sorgulanması gerektiğini belirtir.[3]) rüyaya bakış noktasında oldukça kıymetli bilgiler verir. Tasavvufi kimi ekollerde, müridin nefsin 7 katmanını aşarak ilerlemesi (seyr ü sülük) rüya ile izlenir. Şeyh, müridin rüyasını tabir eder ve bu yoruma göre mürid, yeni dersler alır. Asiye Hatun’un mensup olduğu Halvetiyye tarikatı da bu eğitim yöntemini benimsemiştir. Asiye Hanım’ın şeyhine mektup ile anlattığı rüyaları, sembolik anlamda oldukça derindir ve manevi ilerleyişinin merhalelerinin habercisidirler.
Rüya tabirinin ve rüyayı ele alışın inanış ve kültür içerisindeki değişimini A’mâk-ı Hayâl ve Asiye Hatun’un bizzat kendinin kaleme aldığı mektuplar üzerinden de açık şekilde görürüz. Doğu tipi tabir edilen rüya ve bu rüya ile örülen bir romandan yola çıkarak Tanpınar’ın, Doğu-Batı arasında arafta kalmış bir münevver olsa da metinlerinde modern-gelenek çarpışması yapsa da rüya bağlamında moderne yaslanmış olduğu tespitinde bulunmak mümkündür. (Bu durum diğer metinlerinde de bu şekildedir.)
Tanpınar, Abdullah Efendi’nin susuzluğunu cinsel açlığına değil de bambaşka bir şeye (Doğudaki rüya tabiri ile hemhâl olarak) yorsaydı susuzluğunu dindirmesi böylesine imkânsız olmayacaktı belki de.
[1]Filibeli Ahmed Hilmi, Amak-ı Hayal, Büyüyen Ay Yayınları, Temmuz 2013, İstanbul, s. 11
[2] Erdal Ağar, Rüyaların Nörobiyolojisi, Doğu Batı 76, (Şubat-Mart-Nisan 2016): 39.
[3] Cemal Kafadar, Kim Var İmiş Biz Burada Yoğ İken, Metis, 2009, İstanbul, s.126-128.