Tiyatroda emeklilik olmaz!

19 dakikada okunur

Deneyimli tiyatro oyuncusu Hakan Altıner, tiyatroya ve kendisine dair her şeyi bütün içtenliğiyle Litros Sanat okuyucuları için paylaştı: “Tiyatrocu olma hayalim lise yıllarımda Yıldız Kenter ve Haldun Dormen’in oyunlarını izleyerek başladı. Konservatuarda Yıldız Kenter, Çetin İpekkaya, Melih Cevdet Anday, Sabahattin Kudret Aksal, Seyit Mısırlı gibi büyük ustalardan dersler aldım. Ömrümün son gününe kadar sahnede kalmak istiyorum. Bugün tiyatrocu olduysam ve evime ekmek götürüyorsam bunu Yıldız Kenter hocama borçluyum.”

Usta oyuncu Hakan Altıner’i kimileriniz televizyonda izlediği dizilerden, kimileriniz ise oynadığı tiyatro oyunlarından onu yakından tanıyor. Yıldız Kenter ve Haldun Dormen gibi tiyatronun büyük ustalarıyla aynı sahneyi paylaşmış emektar bir oyuncu. Tiyatroya 40 yıldır emek vermiş usta bir oyuncudan bahsediyorum size. Ömrünün sonuna kadar tiyatro yapıp o sahnede yer almak istediğini ise sürekli tekrarlayan bir tiyatro aşığı kendisi. Gelin isterseniz Hakan Altıner’le “Ölü Ozanlar Derneği” oyunu öncesinde gerçekleştirdiğimiz keyifli röportajımıza geçelim.

Tiyatrocu olma hayaliniz nasıl başladı?
Tiyatrocu olma hayalim daha lise çağlarında, özellikle Yıldız Kenter’in “Pembe Kadın” ve Haldun Dormen’in “Şahane Züğürtler” oyunlarını defalarca izledikten sonra başladı. Daha o yaşlardan başlayarak çok sadık ve meraklı bir tiyatro izleyicisi oldum. İstanbul Erkek Lisesi’ni bitirir bitmez arkadaşlarımla ilk tiyatro topluluğumuzu kurduk; Amatör Oyuncular. Adımızda amatör vardı ama çok ciddi biçimde salon kiralayarak, bilet satarak Başar Sabuncu’dan “Şerefiye”, Turgut Özakman’dan “Ocak”, J.B. Priestley’den “Bir Komiser Geldi” gibi önemli oyunlar sergiledik. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne kaydımı yaptırdığım gün, arkadaşım Yekta Kara’ya rastladım. Yekta, İstanbul Belediye Konservatuvarı’nın şan bölümüne küçük yaşta başlamış, daha sonra Tiyatro Bölümü’ne geçmişti. ‘Sen bu işe bu kadar sevdalısın, bizim tiyatro bölümünün bir hafta sonra giriş sınavı var. Gel kaydını yaptıralım.’ dedi. Hatta elimden tutup konservatuvarın kayıt bürosuna kadar götürdü. Sınavı kazandım ve Hukuk Fakültesi ile birlikte konservatuarı da okudum. İnanılmaz bir eğitmen kadrosunun şanslı öğrencileri olduk. Yıldız Kenter, Çetin İpekkaya, Melih Cevdet Anday, Sabahattin Kudret Aksal, Seyit Mısırlı. Üzerimizdeki emekleri ödenmez, hepsi nurlarda yatsınlar.

Evime ekmek götürüyorsam bunu Yıldız Kenter’e borçluyum

Oyuncu olmasaydınız ne yapmak isterdiniz?
Oyuncu olmasaydım ne yapacağım zaten belliydi. Hukuk Fakültesi mezunu olarak bu dalda çalışacaktım. Çalıştım da… Konservatuar yıllarında, en büyük şansımız şu oldu; Yıldız Kenter, Şükran Güngör ve Müşfik Kenter ustalarımızın sayesinde, Kenter Tiyatrosu’nun kapıları 24 saat açıktı bize. Gerçekten de tiyatro dünyasının bütün bilinmesi gerekenlerini orada, o güzelim tiyatroda öğrendim. Kulis ahlakını, sufle vermeyi, ışık rejisini, gişede seyirciyi karşılamanın inceliklerini. Ama Hukuk Fakültesi’ni de ihmal etmedim. 4 yılda mezun oldum, avukatlık stajımı bitirdim ve büromu açtım. Doğal olarak tiyatroyla ilişkim yine ‘iyi bir seyirci’ düzeyine gelmişti. Sonra 1985 yılının sıcak bir Ağustos sabahı, büromun telefonu çaldı, sekreterim, ‘Yıldız Kenter arıyor’ dedi ve canım Yıldız Hoca, o unutamadığım soruyu sordu; ‘Canikom, sen tiyatro defterini kapattın mı?’. ‘Siz kapatmadıysanız ben hiç kapatmadım.’ diye yanıtladım ve hayatımı değiştiren süreç başladı. Bugün evime ekmek götürüyorsam bunu Yıldız Kenter’e borçluyum. Yıldız Hoca ertesi gün beni o dönemin İ.B.B. Şehir Tiyatroları’nın Genel Sanat Yönetmeni Gencay Gürün ile tanıştırdı. Kısa bir görüşme sonucu, Gencay Hanım bana Şehir Tiyatrosu Müdürlüğü’nü teklif etti. Hiç düşünmeden evet dedim. Teklifin ertesi sabahı saat 9.00’da İstanbul Barosu’na gidip, avukatlık ruhsatımı dondurdum, aynı gün elimdeki dosyaları, güvenilir avukat arkadaşlarıma devredip, büromu kapattım. O günden bugüne tiyatrodan başka hiçbir şeyle uğraşmadım.

Robin Williams’la hepimizin hayran kaldığı Ölü Ozanlar Derneği filmini tiyatroya uyarlayarak şu anda sahnede oynuyorsunuz. Oyunu sizden dinleyebilir miyiz?
“Ölü Ozanlar Derneği” gibi çok önemli bir filmi, sahneye uyarlamak, birçok açıdan riskli, neredeyse korkutucu bir projeydi. 23. yılını tamamlayan Kedi Sahne Sanatları’nı kurarken de asıl amacım, çok farklı ve çok yönlü bir repertuar ile seyirci huzuruna çıkmaktı. Nitekim öyle de oldu. “Ölü Ozanlar Derneği” bu doğrultuda, uzun bir süre hayal oyunlar repertuarımda kaldı. Sonra bir gün, ‘Haydi başlayalım’ dedim ve filmin senaryosuna esas teşkil eden Kleinbaum’un aynı adlı romanını oyunlaştırmak üzere, çok güvendiğim bir yazar arkadaşım Gökçe Biçer’e emanet ettim. Mr. Keating başlangıçta büyük oyuncu, sevgili dostum Can Gürzap tarafından oynandı. Daha sonra, Can başka bir oyun için ayrılmak isteyince, rolü ben devraldım. Öğrencilerimizi seçmeler yaparak almıştık. Çoğu da o zaman tiyatro bölümlerinde öğrenciydiler. Yıllar içinde, mezun oldular, kendi tiyatrolarını açanlar oldu, böylece öğrenci kadrosu sürekli değişti. Ama oyunun demirbaşları; ben, Tayfun Yılmaz, Sadi Özen ve İrem Uğural aynı şevkle devam ediyoruz. 6. yılımızı, 111. oyunumuzu bitirdik. Önümüzde daha nice oyunlar, gidilecek nice turneler var. Seyirci bağrına bastı bu oyunu, onun için ömrü uzun diye düşünüyorum.

Kurucusu olduğunuz tiyatronuz Kedi Sahne Sanatları’nda sanat yönetmenliği, rejisörlük ve oyunculuk yapıyorsunuz…
Kedi Sahne Sanatları kurulduğu günden bugüne kadar dramatik tiyatronun çok farklı oyunlarıyla bir repertuar oluşturdu kendine. Bu çizgide, popülist kültüre ve geçici olarak heyecan yaratan mesnetsiz akımlara hiç ödün vermeden 22 yılda kırktan fazla prodüksiyon yaptık. Bunun içinde “Kibarlık Budalası” ve “Don Kişot” gibi dünya klasikleri de vardı, “Çalıkuşu” ve “Gulyabani” gibi ölümsüz Türk klasikleri de. Güngör Dilmen’in “Aşkımız Aksaray’ın En Büyük Yangını’nı”, Kosta Kortidis’in ”Çiçekçi Sokağı Cinayeti’ni”, dönemlerine sadık kalarak sahneledik. Casablanca ve Ölü Ozanlar Derneği gibi kült filmlerin sahne uyarlamalarına yer verdik. “Salıncakta İki Kişi”, “Bir Komiser Geldi”, “Kuklacı”, “Ölümüne Suçlu”, “Omuzumdaki Melek”, “Yarım Bardak Su” gibi çağdaş oyunları da oynadık. “Tarla Kuşuydu Juliet”, “Pazar Günkü Cinayet”, “Yok Böyle Bir Kız”, “Damadım Olur Musun”, “Aşk Kiloyla Tartılmaz” gibi düzeyli komedileri de… Türk tiyatrosunun baş tacı oyuncuları da yer aldı kadrolarımızda, tiyatroya ilk adımlarını atan gençlerimiz de. Bunca yıl sonra, tutarlı ve çok seçenekli repertuarı ile, oyuncu kalitesiyle, prodüksiyon özeniyle Kedi Sahne Sanatları ayrıcalıklı bir yere geldi bence.

Yıldız hocam hayatımın en güzel turne deneyimini yaşattı

Oyunculuğa dair en unutamadığınız anınızı paylaşır mısınız bizimle?
Anı olmaktan öte gerçek bir hayat dersi aldığım bir olay var ki, bugün bile düşünürken, sevgili Yıldız Kenter Hocam için gözlerim doluyor. 1974 Haziran ayının son günleri… Hukuk Fakültesi’ni bitirmek üzere sınavlara giriyorum. Kent Oyuncuları “Küçük Mutluluklar” adlı oyunla Ankara’da turnede. Yıldız Kenter ve Şükran Güngör başrollerde, gerisi de bizim genç takım. Yıldız Hoca aradı; ‘Canikom ne zaman son sınavın?’ dedi. ‘Bu Cuma hocam.’ diye cevap verdim. ‘Sınavına girdikten sonra hemen Ankara’ya gel. Şükran’ın bir işi çıktı, İstanbul’a dönmesi gerek. Biz de 28 günlük bir turneye başlamak zorundayız. Turnede, Şükran’ın rolünü sen oynayacaksın.’ deyince büyük bir sevinçle ‘Tamam hocam’ dedim. Cuma akşamı, Ankara’da Küçük Tiyatro’da oyunu seyrettim. Ertesi sabah, Şükran Ağabey’i İstanbul’a uğurladık, biz de ilk turne durağımız olan Merzifon’a doğru yola çıktık. Neredeyse hiç prova yapamamıştık ama Yıldız Hoca’nın yüreklendirmesiyle, 28 gün boyunca çeşitli kentlerde, hayatımın en güzel turne deneyimini yaşadım. Sivas son duraktı. Oradan Ankara’ya doğru yola çıktığımızda, Şükran Ağabey’in işinin olmadığı anlaşılmıştı. Hoca beni sevgiyle bağrına bastı, ‘İyi ki böyle bir neden çıktı. Seninle oynamak çok güzeldi. Teşekkür ederim.’ dedi. Buraya kadar olan bölüm, hayatımın en büyük ödüllerinden biriydi ama asıl can alıcı ders İstanbul’a döndükten sonra ortaya çıktı. O yıllarda, Rumelihisarı, İstanbul’un en seçkin açık hava sahnesiydi. Nitekim, o yaz da Kent Oyuncuları 15 gün süreyle “Küçük Mutlulukları” bu sahnede oynayacaktı. Dönemin kaliteli, coşkulu ve saygılı İstanbul seyircisi daha oyunlar başlamadan 15 günlük biletleri tüketmişti bile. Şükran Ağabey rolüne geri döndüğü için, seyirci olarak bile orada olacağımı bilmek heyecanlandırıyordu beni. Oyunların başlamasına bir hafta kala Yıldız Hoca kararını tüm ekibe duyurdu. ‘Evet, Şükran rolüne döndü ama Hakan da turnede çok başarılı oldu. Onun için Hisar’da bir gece Şükran bir gece Hakan dönüşümlü oynayacaklar.’ dedi. Bu benim yolumu aydınlatan en önemli olaylardan biriydi. Hoca olmanın ilk şartının vicdanlı ve adil olmak olduğunu öğrendim bu olaydan sonra. Tüm öğrencilerime de Yıldız Hoca’nın düsturuyla yaklaştım. Hocam da, Şükran Ağabey de aramızda değiller artık. Onlara kavuştuğum zaman dilerim benim öğrencilerim de arkamdan aynı duygularla anarlar beni.

Haldun Dormen’le sahne arkadaşı olarak çalışmak…

“Kibarlık Budalası”, bu sezon 15. yılını doldurarak bir rekora imza atıyor. 2008’de sevgili Haldun Dormen’in “Ben senin tiyatronda sahneye dönmek istiyorum” sözleriyle başlayan, bu olağanüstü serüven, 700. oyununa yaklaşıyor. Bu başarıdaki temel etken, Haldun Dormen seyircisinin, ona yeniden kavuşmaktaki heyecanlı talebi oldu kuşkusuz. Ancak, Moliere’in bu büyük klasiğinin, tiyatromuzdaki oynanış tarzını, Göksel Kortay gibi yine çok ünlü ve saygın bir ismin, Madame Jourdain rolünü üstlenmiş olmasını da yanıtsız bırakmadı yüzbinlerce seyirci. Pandemi sonrası, Haldun Ağabey aktörlük yaşamına son verme ve çok uzun ve sağlıklı olmasını dilediğimiz hayatına rejisör, yazar ve eğitmen olarak devam etme kararını bizimle paylaştı. Bu aşamada oyunumuzu kaldırmayı çok düşündük ama en başta Haldun Ağabey olmak üzere herkes, ‘Kibarlık Budalası artık bir marka oldu ve müthiş ilgi görüyor, bunu kaldırmaya hakkınız yok.’ dediler ve haklı çıktılar. Mösyö Jourdain rolünü devraldım, benim oynamakta olduğum Kont Dorante’ı ise Burçin Bildik üstlendi ve yolumuza devam ediyoruz. Bu oyunun, benim için en ayrıcalıklı özelliği, tiyatroya onun oyunlarını seyrederek merak saldığım sevgili Haldun Ağabey ile yönetmen ve sahne arkadaşı olarak çalışma şansını kazanmış olmamdı. Bunu tiyatroculuk yaşamımın en büyük ödülü olarak kalbimde saklıyorum.

Önceki Yazı

Sanatta ‘eylül’ bereketi

Sonraki Yazı

Müzik yolculuğum “Assolist”in notalarında yaşıyor

Son Yazılar