Litros Sanat
Türkiye'nin Dijital Kültür Sanat Gazetesi
Mustafa Kutlu; yeni kitabı “Başkanın Adamları”nda, yirmi bir yıl önce 2003 yılında yayınlanan “Tufandan Önce”nin mekânına ve karakterlerine geri dönüyor. Ancak bu sefer geçen zamanın her şeyi değiştirmesine şahit oluyoruz. Kutlu, bu hikâyesinde de merkezini yitirdiğinden artık taşra bile olamayan “kasaba” için “son bakışta aşk”tan kaynaklanan hüzünlü bir mersiye yazmakla yetinmiyordu. “Tufandan Önce”, kasabanın kalan ahalisini, bir temel atma töreninde buluşturarak; meteorolojik bir tufanla biten hikâyesiyle kasabayı hayatımızdan silip atan gerçek tufanın hikâyesini dramatik ve ironik bir atmosferde canlandırıyordu. Tesisin temel atma töreni kasaba ölçülerinde bir imaj kampanyası gibi hazırlanırken, temel atmanın nemalarını paylaşma mücadelesi de kesintisiz sürer. Kutlu; sadece taşranın değil, taşralaşan Türkiye’nin de kâh hazin kâh ironik tablosunu hikâye boyunca ustaca yansıtır.
Bakan Bey ne kadar merasimin davetli bir misafiriyse, patlayan “tufan” da o kadar davetsiz bir misafirdir. Atılmış bir temel olarak kalmaya mahkûm olacak tesisin töreninin üstüne patlar ve her şeyi altüst ederek bir anlamda her şeyin yerli yerine oturmasını sağlar. Ancak tufan bile İdiris Güzel’in global sermayeye dahil olmasına, birer atlama taşı olarak kullandığı kasaba ve bir temel olarak bile kalamayan tesisi mazide bırakmasına engel olamaz. “Başkanın Adamları” ise düzenlenmek istenen bir festivali merkeze alıyor. Siyasi ve sosyal hayatımızın bir döneminin dinamiklerini “temel atma törenleri” temsil ediyordu ve şimdi ise adeta “festival toplumu” olduk.
“Tufandan Önce”nin sonunda siyaseti de belediye başkanlığını da bıraktığını öğrendiğimiz Şemsettin Bilen’i “Başkanın Adamları”nda yine belediye başkanı olarak görürüz. Başkanlık, Şemsettin Bilen’e âdeta yapışmıştır. Onun içinse belediye başkanlığı bir çeşit hamallığa dönüşmüştür ve gönlünde yatan aslan olan milletvekilliğine ulaşamamıştır. Bir festival düzenleme gereği, “temel atma” döneminin bitmesinden sonra “fenomen” olma döneminin başlamasıyla ilintilidir. Bu sebeple de önceki dönemin skandal diyebileceğimiz bir sel felaketiyle sonuçlanmasına benzeyen sonuyla yarışabilecek bir finale sahip olan “Başkanın Adamları”, kasabayı sadece ülke çapında değil bütün dünyada bir fenomene dönüştürmeyi başarır. Her şey olunabilen ama rezil olunamayan bir dünyada yaşamakta olduğumuza bir kez daha şahit oluruz böylece.
“Tufandan Önce” ile “Başkanın Adamları”nı karşılaştırmalı okurken unutulmaması gereken bir fark daha var. “Tufandan Önce”de kasabanın yerli karakteri Şemsettin Bilen’le muhacir karakteri İdiris Güzel arasındaki farklılıkların bir çeşit koalisyona/ittifaka dönüşmesi. Evet, yine bir ve beraber değiller. Ancak İdiris Güzel kasabanın sınırlarını aşan bir etki alanı kurmuş kendine ve “hatırı sayılır” bir unsura dönüşmüş.
Mustafa Kutlu, hikâyesini Türkiye’nin siyasi ve sosyal fay hatlarına kurmuştur. Nitekim Kutlu da kendisiyle yapılan bir röportajda şunları söyler: “Yazı hayatımda başlangıçtan bugüne takip ettiğim esaslı bir konu var: Türkiye'de toplumsal dönüşüm. Bunun en önemli konu olduğu kanaatindeyim; çünkü gerçekten Türkiye 1950'den itibaren, yani çarığın, karasabanın ortadan kalkışından itibaren, çok köklü değişmelere sahne oldu. Halil İnalcık, "Osmanlı toprak düzeni 1950'ye kadar devam etti," diyor. Ben de Türkiye'nin 1950'den itibaren çok değiştiğini gözlemliyorum.”
Türkiye’nin yakın tarihinde (yakın tarih dediğim bir anlamda 200 yıl, bir anlamda da 50) yaşadığı haddi hesabı olmayan savruluşların, kopuşların, reddi mirasların ve bitmek bilmeyen göçebeliğin en somut sonuçlardan biri de hem şehirlerini hem de köylerini tahrip etmesi kasabalarını da büsbütün unutuşa terk etmesi oldu. Kutlu hikâyelerinde o terkedilmiş kasabaları bir müze soğukluğunda ya da nostalji sulu gözlüğünde değil etiyle kemiğiyle, hatasıyla sevabıyla hâlen yaşayan bir organizmanın ve işleyen bir organizasyonun canlılığıyla anlatıyor. Türkiye’de taşra merkez için hep görmezden gelinen bir yer olarak kaldı. Politikacılar ya seçimden seçime oy almak için geldiler ya da “Selamsız Bandosu” filminde alabildiğine ironik bir dille anlatıldığı gibi gelmeye gerek bile görmeyip trenden el sallamakla yetindiler. Edebiyat dünyası da ‘kasaba’ya benzer bir mantıkla yaklaştı. İdeolojik amaçlı köy romanları Yakup Kadri Karaosmanoğlu’ndan itibaren konuya “Yaban” romanındaki yabancı perspektiften yaklaştılar. Tıpkı Neşet Günal’ın köy resimleri gibi alabildiğine soğuk bir şekilde işlendi ‘içimizdeki yoksulluk’. Oysa o yoksulluğun Hale Asaf resimlerinde şahit olduğumuz bir zenginlik olduğunu Mustafa Kutlu’nun hikâyesinden okumak mümkün. Kutlu yok sayıla sayıla yok edilen taşrayı bütün renkleriyle karşımıza çıkarırken okura ilginç sürprizler ve zihin açıcı bubi tuzakları kurmayı da ihmal etmiyor.
Mustafa Kutlu’nun hikâyesinde temel dinamik toplumsal değişimdir. “Yokuşa Akan Sular” çoktan köprünün altından geçmiştir. O günden beri “Yoksulluk İçimizde”dir. Kutlu bir noktada “Ya Tahammül Ya Sefer” der ve ekler “Bu Böyledir”.
Yirmi bir yıl önce “Tufandan Önce” hakkında kaleme aldığım yazıyı Karl Marx’a atfedilen bir aforizma ile bitirmiştim. “Anlattığım senin hikâyendir.” (Söz esasen MÖ 1. yüzyılda yaşayan Romalı Şair Horaitus’a aittir.) “Başkanın Adamları” hakkındaki yazımı ise Kenan Doğulu’nun 2006 yılında yayınlanan “Festival” albümünde yer alan “Baş Harfi Ben” adlı şarkının bir mısrasıyla bitirmek isterim. Ne demiş Kenan Doğulu? “Festival gibisin katılmak istiyorum.”
Yorum Yaz