Türk islam sanatları bize bizi anlatıyor

KÜLTÜR SANAT

Türk İslam Sanatçısı Fatih Yeşil İstanbul’dan Esenler Türk İslam Eserleri Sergisi’nin anlamı hakkında; “Her şeyin elektronikleştiği bu zamanda kendi öz sanatlarımıza dönmemizin bizim ve gelecek nesiller için kıymetli olduğunu düşünüyorum.  Gençlerin zevk ve beğenilerinin tamamen yabancı unsurlara yöneldiği zamanımızda Türk İslam Sanatlarının bize bizi anlatması yönüyle çok kıymetli olduğunu söyleyebilirim.” diyor.

Esenler Belediyesi tarafından gerçekleştirilen tarihte pek çok sanata ev sahipliği yapmış İstanbul’u konu alan İstanbul’dan Esenler Türk İslam  Eserleri Sergisi sanatseverlerle buluştu. Dr. Kadir Topbaş Kültür Sanat Merkezi’nde yer alan sergide geleneksel sanat ile modern sanat buluşuyor. Sanatçılar ebru, hüsn-i hat, tezhip ve minyatür dallarındaki 43 eser ile camileri, sarayları, tarihi surları sanatlarına taşıdı. Biz de Litros Sanat okuyucusu için sergiye katkı sağlayan; Sadrettin Özçimi, Hatice Kübra Kocabıyık, Selma Kalkan, İsmail Tirkeş, Handan Uçan ve Fatih Yeşil’i mekânlarında ziyaret ederek eserlerinin yapılış süreçleri ve geleneksel sanatlar hakkında röportajlar gerçekleştirdik. Geleneksel sanatların insan ruhuna şifa getireceğini, icra edilmese dahi izlenmesinin bile ruhu dinlendireceğini değerli  sanatçılarımızdan dinlemiş olduk. Bilmediğimiz, gözden kaçırdığımız sanat dallarına dair merakla dolduk. Gelin birlikte onların hikâyelerini okuyalım.

Bir eserimizi Filistin halkına ithaf edeceğiz

FATİH YEŞİL: 

2000 yılından itibaren Türk İslam Sanatıyla ilgileniyorum. Türk İslam Sanatlarının özellikle ebru ve hüsn-i hat şubeleriyle çalışmalar yapıyorum.  17 Kasım’da Esenler Belediyesi’ne bağlı Dr. Kadir Topbaş Kültür Merkezi’nde bir sergi çalıştık. Bu sergide çok sayıda kıymetli sanatçının eseri sanatseverlerin beğenisine sunuldu . Bizim de bu sergide yer alacak birkaç tane eserimiz yer aldı. Büyük ebatlarda çalıştığımız Esma-ül Hüsna ve Hilye-i Şerif hem farklı olmaları hem de renkli bir kompozisyon sunmaları açısından ilgiyle karşılandı.

Klasik unsurları modern bir şekilde bir araya getirilmesi neticesinde meydana gelen bu iki eser bugüne kadar pek rastlanmamış bir tasarıma sahip. Bu yüzden de bizim açımızdan da kıymetli eserler olduğunu söylemek istiyorum. Tabii bu sergi daha önceden planladığımız bir sergiydi. Ancak ülkemizin  büyük bir deprem  yaşaması neticesinde erteleme kararı almıştık. Şimdi de çok iyi zaman olmadı belki ama Filistin’de yaşanan zulümlere rağmen açılışı yapmak zorunda kaldık. Sergideki bir tane eserimizi de bu Filistin meselesinin biraz da olsa anılmasına, ilgi çekmesine vesile olur diye Filistin halkına ithafen sergiledik.Eserin adı “Yürekli Ol.” Bir yürek hatibi ebrusuyla yapılmış, o da farklı bir eser. İnşallah bizim de karınca kararınca bu meseleye bir katkımız olmuştur.

Kendi öz sanatlarımıza dönmemiz kıymetli

Atölyemde Türk İslam Sanatlarıyla ilgili üretimler gerçekleştiriyoruz. Bu üretimleri ebru, tezhip, hüsn-ü hat, minyatür sanatlarına gönül vermiş hocalarımızla gerçekleştiriyoruz.Bu sanatların yaşaması için elimizden gelen gayreti diğer sanatçı arkadaşlarla birlikte gönüllü olarak ve seve seve yapmaya kendimizi zorunlu hissediyoruz. Her şeyin elektronikleştiği bu zamanda kendi öz sanatlarımıza dönmemizin bizim ve gelecek nesiller için kıymetli olduğunu düşünüyorum. Modern dünyanın kültürel baskısının giderek ağırlaştığı özellikle gençlerin zevk ve beğenilerinin tamamen yabancı unsurlara yöneldiği zamanımızda Türk İslam Sanatlarının bize bizi anlatması yönüyle çok kıymetli olduğunu düşünüyorum. 

Türk İslam Sanatlarının benim de en çok sevdiğim tarafı özellikle soyut çalışmalar olmasıdır. Bu sanatların içinde ebru sanatı biraz daha farklı yer tutuyor. Çünkü ebruda diğer sanatlarda olduğu gibi hiçbir ön çalışma yapamazsınız. Veya yaptığınız herhangi bir yeri beğenmezseniz onu tekrar silip tekrar boyamazsınız. Dolayısıyla ebru sanatı diğer bütün sanatlardan ayrılan bir sanat dalı. Benim ilgimi de çeken bir yönü de budur.

Herkese profesyonel olmasa bile, amatör seviyede olsa dahi gelenekli sanatlarla ilgilenmeyi tavsiye ediyorum. Çünkü bu sanatlara bize bizim değerlerimizi öğretiyor. Günümüz modern insanının daha derinleşmesine, sakinleşmesine olanak sağlayacağını da düşünüyorum. Bu işlere destek veren, emek harcayan ve bu işlerin yayılmasına gayret gösteren herkese bu vesileyle teşekkür ediyorum.

Modernizm denilen hastalık batıdan bulaştı

SADRETTİN ÖZÇİMİ: 

Takriben 30 yıldır ebru sanatıyla uğraşmaktayım. Asıl  mesleğim olan musikiyi diğer bir sanat olarak icra etmekteyim. 41 yıl boyunca Kültür ve Turizm Bakanlığı’nda sanatçı olarak çalıştım. Şu anda  emekliyim. Sergimizde akkase ebru tekniğiyle yapılmış 3 adet eserim bulunuyor. Size ilkini anlatayım; 3. Ahmed’in oğlunun sünnet alayı, levni şekilde yapılmış  bir minyatürü ben akkase tekniği ile ebruya uygulamaya çalıştım. Bunun mânası şu;  her ebrulamak istediğimiz yer açıkta bırakılmak suretiyle kağıdın üzerine kalıplar kesilir  diğer kısımlar kapatılır. Sadece ebru yapılacak alınacak alan açıkta bırakılarak icap eden ebru yapılıyor. Bu şekilde oradaki bütün renklerle ilgili kalıplar kesilip yapıştırılıp sökülüp, yapıştırılıp sökülüp her birinde de farklı ebrular alınmak suretiyle akkase tekniği ile huzurunuzdaki bu ebru yapılmış oldu. Takriben 35’e yakın kalıp keserek bu ebruyu yapmaya gayret ettik. Diğer 2 tane yazılı akkase ebrumuz var. Onları da yazının hususiyetleri bozulmamak kaydıyla elle kesilerek çıkartılıyor. Ve alttaki ebrulu zemin üzerine kağıt yapıştırılıyor. Sonra ebrulanmak istenen yazının iç kısmı yani erkek kısmı sökülüyor, dişi kısmı kağıdın üzerinde kalıyor. Ve bu şekilde oraya icap eden renklerden müteşekkil ebruyu alıyoruz. Sonra o kalıbı söktüğümüz zaman ortaya bu yazılar çıkmış oluyor. Sergideki ebrularımız bu şekilde ortaya çıktı.

Üzerimize düşen görev…

Gelenekli sanatlara karşı bu dönemde ne hikmetse bir uzaklığımız var. Bu modernizm denilen hastalık batıdan bize bulaştı. Maalesef bütün sanatlarımıza da bulaşmak istiyor ve bundan da bütün sanatlarımız nasibini alıyor. Ebru da bunlardan biri. Geleneği yaşatmadan, geleneğin hakkını vermeden yerine başka bir şey koymak yanlış bir davranış. Fakat gelenekte basitlik ve tekrar görünüyor. Bu basitliğin içerisinde estetikliği yakalamak çok zor. Estetik güzelliği yakaladığınız takdirde geleneksel tavır ve üslup günümüzdeki modernist yenilik gayretinden çok daha güzel duruyor. Fakat bu hastalık milletçe hepimizde var. Bu, bir bakıma da geleneği tahrip etmiş oluyor. Ben bu bakımdan talebelerime geleneğin dışından bir şey öğretmek istemiyorum. Çünkü bu geleneğin devamını sağlamamız gerekiyor. Biz bunda bir köprüyüz aslında. Dolayısıyla geleneği biz devam ettirelim ama üzerine modern anlamda yenilikleri koymak isteyenler koysunlar. Onlara da bir sözümüz yok. Çünkü geleneğimizde birebir taklit yoktur. İlk önemli hususumuz budur. Yani Allah’ın yarattığı bir şeyi birebir taklit edemeyiz. 

Batıya baktığımızda heykeltıraşların insan vücudunu en ince ayrıntısına kadar yaptığını görüyoruz. Batı musikisini ele aldığımız zaman bir denizin sesini, bir dalganın sesini, bir çocuğun koşuşunun sesini buna benzer birçok tabiat olayını  birebir taklit etme gayretinde görüyoruz. Biz de bu yaratıcıya olan saygıdan yoktur. Ecdat bir karanfili çizdiğinde “bu karanfile benziyor” “ bu laleye benziyor” gibi algılarla ancak onu  karanfil mi lale mi olduğunu anlayabilecek şekilde ortaya koymuş, aslını Allah’a bırakmış. Bu çok önemli bir husus bizim geleneksel sanatlarımızın her birinde. Musiki de denizin dalgasının görüntüsünün insan ruhu üzerinde bırakmış olduğu tesirden ortaya çıkacak nağmeleri ortaya koymuştur. Tutup da birebir taklit etmemiştir. Hasılı, gelenekle bugünkü  modern anlayış arasındaki ve batı ile bizim aramızdaki en büyük fark bu diye düşünüyorum. Bu yüzden bu farkı kaybetmememiz gerekiyor.

Her ebru Türk Ebrusu değildir

Ebruda ayrıca üçüncü boyut yoktur. Yani baktığınız zaman derinlik görmemeniz gerekiyor. Aynı minyatürde de olduğu gibi . İşte resimle minyatür arasındaki en büyük farklardan biri budur. Çünkü resim İslam sanatında kabul edilmeyen, hatta yasaklanan bir anlayışa sahip ama minyatür ondan farklı bir şey ortaya koymak suretiyle helal kılınmış gibi duruyor. Gelenekle günümüz anlayışı arasındaki farkları bu şekilde sıralayabiliriz. Ve bizi de ayrıca batı sanatının tesirinden kurtaran yegane sebeptir bu. 

Günümüzde maalesef bu akım her şeyde olduğu gibi ebruda da geçerli. Birebir bakmak ve görmek suretiyle herhangi bir şeyi taklit etmeye çalışan kardeşlerimiz var. Buna biz Türk ebrusu demiyoruz. Ebru diyoruz. Çünkü Türk ebrusunda böyle bir kabulleniş yok. Bizim üzerimize düşen en büyük görev hem musikimiz de hem ebru sanatımızda geleneği birebir bizden sonraki nesillere aktarmak gibi bir görevi üstlenmiş durumdayız. Ve o yönde çabalarımız var ve o şekilde de sanatımızı devam ettirmeye çalışıyoruz.

Kendi şiirimi süslemek daha cazip

HANDAN UÇAN: 

Tezhip sanatında 25’inci yılımı doldurdum. Aslında restorasyon ve arkeoloji bölümünü okudum. Üniversite bittikten sonra Topkapı Sarayı'nda restorasyon ve konservasyon bölümünde çalışırken, masa başında değil daha çok iskele başında çalışmayı tercih ettim. Bu sebeple Topkapı Sarayı'nda restorasyon çalışmalarına başladım. Bu sayede hocam Semih İrteş Bey ile tanıştım. Kendisi bana tezhip sanatının kapılarını açmış oldu. Tezhibi tanıdıktan sonra diğer mesleğimi bıraktım ve bu sanata yöneldim. 1998 yılından itibaren tezhip dalında usta öğreticilik yapmaya başladım. Birçok belediye kültür evlerinde daha sonra 2004 yılından itibaren 13 yıl boyunca İsmek’te usta öğreticilik yaptım. Sarıyer’de klasik sanatlara ilginin azlığından dolayı burada Enderun Sanat Evi’ni açtım. 2010 yılından itibaren de Enderun Sanat Evi’nde hem öğrenciler yetiştiriyorum hem de yurt içi ve yurt dışı için  sergiler hazırlıyorum. Tezhip sanatı zeheb kelimesinden gelmektedir ve altınlama anlamı taşır. Altın dışında tabi boyalar, boyaların zenginliği, altının pırıltısı, desenlerin zenginliği, işçiliğin zarifliği ve naifliği. Dışarıdan bakıldığı zaman zahiren çok meşâketli görünse de aslında batınen bana huzur veren bir sanattır. Sergiye 2 eserle katıldım. İstanbul’dan Esenler konulu olduğu için İstanbul’a atfen bir şiir yazdım. Sözleri kendime ait bir şiiri süslemek bana daha cazip geldi. Etrafını İstanbul’a atfedilen erguvan çiçekleri ile süsledim. Barok tarzında oldu.

Sadece elimizi ıslah etmiyor…

Diğer çalışmamda “Beldetün Taibetün” Sebe Suresi 15. ayet-i kerime. Bunun şöyle bir hikayesi var: Beldetün Taibetün ayetinin ebcet hesabı, İstanbul’un kurtuluşunun  ebcet hesabı ile denk düşüyor. Orada da ben çalışmayı yaparken boğazı tasvir etmesi amacıyla bir ebru kullandım. Etrafında 2 taraflı altın tezhip çalıştım. İstanbul’un taşı toprağı altın sözünün mahiyetine değinmek istedim.

Sergimizi ziyaret edenlere eserlerimiz umarım hem ruhlarına hem gözlerine şenlik olur. Dışarıdan bakıldığı zaman iğneyle kuyu kazmak gibi görünse de çok sabır isteyen, çok meşakkatli bir sanat ama bir o kadar da ruha huzur veriyor. Sadece elimizi ıslah etmiyor, ahlakımızı, ruhumuzu, düşüncelerimizi de ıslah eden bir sanat. Her insanın mesleği ve yaşı ne olursa olsun sanatın herhangi bir dalıyla ilgilenmesi gerektiğini düşünüyorum.

Tezhip sanatının kitlelere ulaşmasını isterim

HATİCE KÜBRA KOCABIYIK: 

Tezhip sanatını yaklaşık olarak 17 yıldır icra etmekteyim. Atölyemde öğrenciler yetiştirip kendi çalışmalarıma devam ediyorum. Ülke çapında ve yurt dışında birçok eser çıkararak öğrencilerimizle birlikte çalışmalarımıza devam ediyoruz.

Eserden bahsedecek olursak eserimizde Fatih Yeşil hocamıza ait ebru üzerinde Osmanlı döneminin son dönemlerine ait bir taht örtüsü paylaştık ve onun kenarlarını vurgulamak için halkâri sulandırma yaparak vurgulamaya çalıştık. Hemen yanında altın tahtın birebir aynısını yapmaya çalıştık. Üzerine de kutsal emanet olan Kabe’nin içindeki yine Osmanlı dönemine ait süpürge dediğimizin içinde tavus kuşları ve deve kuşu tüylerinden oluşan süpürgelerden bir kısmını kullandık. Tahtın hemen üstüne o tavus kuşlarının tüylerini kullanarak devam ettik ve yine onu vurgulamak için çerçeve içinde çerçeve kullandık. En alt kısımda da madalyon kullandık. Onu da dönemine ait tezhip yaptık. Bu şekilde eseri tamamlamış olduk. 

Tezhip sanatı ruhu besliyor

Geleneksel sanatlardan bahsedecek olursak, çok kutsal bir sanatı icra ediyoruz aslında. Birçok alandan beslenen, matematik, geometri, psikoloji, sosyoloji ve benzeri bütün branşları içinde bulunduran  bir sanat icra etmekteyiz. Tezhip sanatı, ruhumuzu besleyen hem de bedenimizi yansıttığımız çok zengin bir sanat. Evet altınla çalışıyoruz o anlamda da çok zengin bir sanat ama kesinlikle şu dönemde bir insanın bakmakla da olsa bir sanatla uğraşması gerektiğini düşünüyorum. Tezhip sanatı da bunu çok güzel karşılıyor, ruhu çok güzel besliyor. Bu sanatın daha büyük kitlelere ulaşması taraftarıyım. Umarım daha fazla insan tanır. İcra etmeseler bile sadece seyretmek bile keyiftir.

Ebruda mesele temeli oturtmak

İSMAİL TİRKEŞ: 

Ebru sanatına 2001 yılında Fuat hocayla başladıktan sonra klasik sanatları icra etmeye başladım. Bir konuda kendimi çok şanslı hissediyorum. En iyi hocalarla çalıştım. Fuat hocamız ve Alpaslan hocamız her ikisinden de icazet aldım. Elimden geldiğince geleneksel sanatları bizden sonraki nesillere aktarmaya çalışıyorum. Klasiğin dışında değişik bir şeyler üretmeye çalışıyorum. Sergiye iki özel çalışma ile katıldım. Bir eserimi Fatih Sultan Mehmet Han’ın İstanbul’a giriş sahnesi olan tablodan esinlenerek kolaj çalışması yaptım. Her bir parçası ebrudan oluştu. Üst üste yapıştırma tekniği hiç kullanmadım, hep birbirine geçme tekniği ile yaptım. Zaman olarak beni yordu ama değdi. Diğer bir eserde konunun İstanbul olması nedeniyle İstanbul aliyesi üzerine resim çalışması yaptık. Bizden sonra ebruyla uğraşacak genç arkadaşlara tavsiyem ebru sanatının temelini iyi öğrenmeli, temelini iyi öğrendikten sonra değişik çalışmalar tabii ki yapılabilir. Fakat şu bir gerçek ki bu işin temelini iyi öğrenmeden diğer işleri yapmak çok doğru gelmiyor bana.

Tezhibin konusu güzelliktir 

SELMA KALKAN: 

Marmara Üniversitesi Tarih bölümü mezunuyum. Mesleğimi hiç yapmadım. 2008 yılında Nilüfer Kurfeyz ve Selim Sağlam hocalarımla tezhip çalışmaya başladım. 2013 yılında Milli Saraylara bağlı Yıldız  Şale eğitim biriminden mezun oldum. O günden beri kişisel olarak çalışmalarımı sürdürüyorum. Üsküdar’daki atölyemde öğrenci yetiştirmeye ve eser üretmeye devam ediyorum. 

Tezhip sanatı motifleri ve kompozisyonu itibari ile stilize bir sanattır. Yani belirgin bir konusu yoktur. Tek konusu güzelliktir diyebiliriz. Fakat bu demek değil ki bir konuyu tezhip sanatıyla anlatamayız. Gayet net bir şekilde anlatabiliriz de. Günümüzde birçok çağdaş sanatçı ben de dahil olmak üzere bu şekilde eserler veriyor. Fatih Yeşil hocamıza ait çok güzel bir sarmal ebru eserinin zeminini oluşturuyor. Ve bu ebrunun merkezinde 2. Abdülhamit Han’ın kadınlara özel tahsis ettiği şefkat nişanı resimsel bir anlatımla uygulandı. Burada anlatmak istediğim şefkat duygusunun önemi. Bu içinde sevgiyi, saygıyı, gücü, kudreti, merhameti, acımayı birçok duyguyu barındıran bir kavram. Zemin ebrusunun  damlalarının eserin tümüne yayıldığı gibi şefkat duygusunun da bizim benliğimize ve dünyamıza yayılmasını hedeflemeliyiz. Herkes için biraz daha şefkat, bütün kadınlar için çocuklar için ve tüm insanlar için.

Benliğinden vazgeçip, teslim olmak gerekir

Geleneksel sanat son dönemde hem izleyici olarak hem de öğrenme açısından büyük bir ilgi görüyor. Lakin geleneksel sanatlarımızın diğer eğitimlerden farklı eğitim süreci vardır. Usta çırak ilişkisine dayanan insanın biraz benliğinden vazgeçip teslim olmasını gerektiren bir sistemi vardır. Bu bazen çağımız insanının yapısına uymayabiliyor. O yüzden çok büyük bir heves ve ilgi var fakat bu alanda devam ettirebilmek, ilerleyebilmek biraz zor. Bütün bu zorluğuna rağmen sizin hayatınıza maddi ve manevi katkıları olan bir sanat aynı zamanda. Bunu sözle anlatmak biraz zor olabilir. Denemeden, uygulamadan anlamak gerçekten zor. O yüzden kıyısından yöresinden bu sanatlarımıza ne kadar dokunursak iyi. Uygulayıcı, izleyici olarak hayatımıza büyük güzellikler katacaktır.

Yorum Yaz