Yazar Selahattin Yusuf: “Dünya sistemine çomak sokulacaksa ya da güçlü bir itiraz geliştirilecekse bu İstanbul’dan, Türkiye’den olacaktır. Bütün dünyada Müslümanlar var. Endonezya Müslümanları ile Türkiye Müslümanları birleşsin. Birleşsin ama küçücük bir İsrail için bu birleşmenin bir anlamı yok. İsrail tehditi söz konusu olduğunda doğrudan Türk bayrağı öne çıkıyor. Onlar da Türk bayrağını tehdit ediyorlar zaten. Çünkü nihai zaferin vuku bulacağı yerin Türk bayrağı neredeyse orası olduğunu herkes biliyor. ”
Litros Sanat çatısı altında röportajlar yapan bir muhabir olarak yer alıyorum. Aynı zamanda da bir yazar olarak eserlerimi anlatmak üzere röportajlar veriyorum. Bir işin, sürecin her iki tarafında da olmak farklı ve heyecanlı bir süreç. Geçtiğimiz yıllarda edebiyatburada.com adresi için benimle yapılan bir söyleşide İsmet Özel ile bir röportaj yapmak istediğimi söylemiştim. Hatta külliyatını okuyup sorularını hazırlamak yolunda ilerlediğimi belirtmiştim. O röportaj hâlen yapmak aklımda ve hayalimde. Yakın zamanda ise onunla ilgili Bir Masal İsmet Özel’i kitabını yazan Selahattin Yusuf ile bir araya geldim. Yusuf ile İsmet Özel’i, onun aydın ve entelektüel portresini ve fikriyatını konuştuk.
Eserin ön sözünde “İsmet Özel söz konusu olduğunda aklımıza hep tutkulu reddiyeler ve tutkulu kabuller geliyor.” diyorsunuz. Münacaat şiirinde geçen “ Hata yapmak fırsatını Adem’e veren sendin” dizesi kendi başına bir manifesto. Bu konu hakkında neler söylemek istersiniz?
İnsan hatalarıyla kaimdir. Bu cümleyi büyük bir şairin insan tanımına yaklaşımı olarak ele almak lazım. Sonuçta bir mısra bu. Dolayısıyla bu mısra üzerine çok farklı, geniş, uzun çözümlemeler ve çıkarımlar yapılabilir. Herkes her şeyi söyleyebilir. Benim yaklaşımım da tabii ki var. Ama bir mısra üzerine ne kadar konuşulabilir? Bir de mısra herhangi bir düşüncenin kristalize olduğu noktadır. Şiir, sözün bittiği ve sözün sona erdiği yerdir. Sözün en aza indirildiği en yoğun halidir. O yüzden o mısranın tekrar söze indirilmesi geriye getirilmesi anlamına gelecektir. Dolayısıyla şiirin açıklamasının yine şiir düzeyinde başka ifade biçimleriyle ortaya konması gerekir. Bu mısranın açıklanması da yeni bir şiirin yazılmasını gerektirir. Bu bakımdan zor. İsmet Özel karakteri daima tutkulu reddiyeler ve tutkulu kabüllerin karakteridir. Bu İsmet Özel’in kimliği ve karakteridir zaten.
(Selahattin Yusuf ve Şeyma Subaşı)
Şöyle bir gözlemim var. Bu ülkede sağcısı, solcusu kaba tabirle de dindar olanı, olmayanı hatta seküleri seküler olmayanı – bu zıtlıklara çok daha fazlasını eklemek mümkün- bir şekilde İsmet Özel’den etkilenmiştir. Birçoğunun duygu dünyasında İsmet bey çok özel bir yerdedir. Bunu neye bağlıyorsunuz?
Yüksek bir sanat ortaya koymasına bağlıyorum. Erbain kitabını bir kenara bıraktığınızda İsmet Özel Türkiye’de etkinlik göstermiş birçok düşünürden, entelektüelden birisi olarak kabul edilebilir. Ama Erbain eserini oyuna dahil ettiğinizde işin rengi değişir. Orada yüksek bir estetik düzey var. Teklif etmek kelimesini kullanmayı seviyorum. Bu kitapta aslında Türkiye’ye bir seviye teklif etmiş oluyor. İsmet Özel’in kırk yıllık şiirleri Türkiye’de sanatın nasıl yüksek bir kavrayış sonunda ortaya çıktığına dair bir manifestodur. Her manifesto gibi bir tekliftir aslında. Sanatla uğraşan insanlar İsmet Özel’in bu manifestosuna bakarak kendilerini hizalayabilirler diye düşünüyorum. İsmet Özel bir seviyedir. Şiir tarihimizde bir seviye olarak algılanması gerekir diye düşünüyorum.
Sanatçı birinci sınıf entelektüeldir
Aynı zamanda kitapta entelektüel kavramını birçok filozoftan hareketle açıklıyorsunuz. Benda’ya göre “Benim krallığım bu dünyanın krallığı değil.” diyen kişidir entelektüel. Sizin de eserde belirttiğiniz gibi bu tanıma denk düşüyor İsmet Özel. Nitekim şöyle söyler bir şiirinde: “Yaşamayı bileydim, yazar mıydım hiç şiir?” Bu mısrayla entelektüel kişinin dünya karşısında yaşadığı açmazı tanımlamak mümkün müdür?
Tabii ki. Bir kere sanatçı dediğimiz insan konvansiyonlar üzerinden zihin geliştiren bir insan değildir. Bu şu demek: İnsanların herhangi bir konuda ortaklaşa kabul geliştirdikleri konular sanatçıyı çok ilgilendirmez. Sanatçı genel kabullerin dışındadır. Aslında sanatçı gündelik dille de konuşmaz. Herkesin kolayca anladığı dilden de konuşmaz. Onu ayıran şey budur. Fakat bu sanatçının hayatında başka bir şeye yol açar. Aslında bu ayrılmanın ismi yırtılmadır. Her yırtıkta olduğu gibi bu yırtılma sanatçının zihninde bir yara bırakır. Bu yara o yaşadığı sürece onun zihninde vardır. Çünkü yırtılma, ayrılma vardır. Konvansiyondan, hayatın içinden ayrılmıştır, kendini çıkarmıştır. Bu bakışın taze kalması için gerekli bir şeydir. Eğer sanatçının zihnindeki yara kabuk bağlarsa, iyileşirse sanatın kaderi açısından bu iyi bir şey değildir. Dolayısıyla sanatçı dünyaya, hayata alışamamış ve alışamamaklığını sürekli kendi gündeminde gezdiren bir karakterdir. Bu yüzden birinci sınıf entelektüel aslında sanatçıdır.
Peki size göre bugün hangi çevreler İsmet Özel’e küsüyor? Hangi çevreler onu anlama gayretindedir? “Hangi sebeplerle sosyalist olduysam aynı sebeplerle Müslüman oldum” ifadesi belki bizler için aydınlatıcı olabilir. Neler söylemek istersiniz?
Bana kalırsa İsmet Özel’in belki eleştirilebilecek, deşelenebilecek tek cümlesi budur. Çünkü ben bu kitabı yazarken onun hayatını bir hayli inceledim. İçinde bulunduğu çevreleri anlamaya çalıştım. Mesela Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde okurken –ki ben de aynı fakültede okudum- orada mesela Fikir Kulüpleri Federasyonu’nda üst düzey yöneticilerinden birisi. Zamanın diğer sosyalist şairleriyle, yazarlarıyla birlikte. Kendisiyle ilgili olan başka bir kitapta oradaki görevlerinden birisi olarak kırsaldan gelen arkadaşları şehir hayatına alıştırmak şeklinde belirtiliyor. Şimdi orada ilginç bir şey var. Mesela İbrahim Kaypakkaya. O dönemde kırsaldan gelmiş bir sosyalist, militan. Şimdi bu insanın büyük bir samimiyeti büyük bir atılganlığı cesareti var. Sonunda öldürülüyor zaten. Baktığınızda İbrahim Kaypakkaya’nın bu safiyeti, samimiyeti bir Anadolu çocuğu olmasından geliyor. Fikir Kulüpleri Federasyonu onda bir eksiklik görüyor, onu şehir hayatına alıştırmak için… Hatta şunu söyleyebilirim. Onu uygarlaştırmak için bir çaba içinde. Bu anekdot bana ilginç gelmişti. Bu kuruluşun önde gelenlerinden biri İsmet Özel ise bu söz biraz eleştirilebilir. Bunu sormak isterdim ona. Siz bu federasyonun tüm faaliyetlerini onaylıyorsanız burada bir tuhaflık var, derdim. Dolayısıyla insanın hayatında çelişkiler mutlaka vardır. İnsan bunu kabul etmeye cesaret etmelidir. Fakat bunu söylerken şunu da eklememiz gerekir. İsmet Özel çelişkice zengin olan bir insan değildir. Çok tutarlı ve bu tutarlılığın devamına hayatını yatırmış bir sanatçıdır. O yüzden çelişkiyle suçlanacak son insanlardan biridir İsmet Özel.
Hayatını yatırmak ya da bedel ödemek onu anlatan bir ifade aslında. İsmet Özel’in Cuma Mektupları yazılarındaki bazı başlıklardan da söz ediyorsunuz eserde. İnsan hikâyemizin bu başlıklarda saklı olduğunu düşünmeden edemiyor. Aynı zamanda kendisinin “biz” duygusunun çilesini çekmesini bu başlıklar üzerinden okumak da mümkün.
İsmet Özel bir kere gerçek anlamda komünist bir karakter. Bütün bu yalnızlığın ve münzeviliğin bir sitem anlamına geldiğini düşünüyorum. Komünden, birlikten yana. Komünistken de Müslümanken de böyle bana kalırsa. Bunun biçimi, şartları, süreci ne olursa olsun. Gerçekten karakter olarak da birlikten yana.
Türklük bir kimlik inşasıdır
Bu noktada şu röportajı hatırlatmak istiyorum. İsmet Özel, Nuriye Akman’a verdiği bir röportajda kendisi için “sosyalistti, İslamcı oldu, şimdi de Türkçülük tellerini çalıyor.” dediklerinden bahsediyor. Aslında mevcut dünya düzeni ve ülkemizin başından geçenler düşünüldüğünde Özel’in haklı çıkışları olduğu söylenebilir mi?
Tamamen haklı olduğunu düşünüyorum. Türklük meselesinde de haklı olduğunu düşünüyorum. Türklük dediğimiz şey bir kimlik inşası demek. Bu kimlik nasıl inşa edilecek bu konuda son zamanlarda en verimli biçimde kafa yoran tek entelektüel olduğunu düşünüyorum. Evet, parça parça başka yazarlar düşünürler kafa yoruyorlar ama İsmet Özel’in Türklük meselesinde getirdiği yaklaşımın Türkiye’nin önünde sonunda yüzleşmesi gereken vahim bir sonucu daha önceden haber verme çabası olduğunu düşünüyorum.
Yeni dünya düzeni düşünüldüğünde belki çoklarının anlamadığı bir husus var. İsmet Özel Türklük ve İslam’ı birbirinden ayrılmaz kavramlar olarak görüyor gibi geliyor bana.
Arap harflerine Türk yazısı diyor mesela. Niye Türk yazısı diye kimse sormuyor. Bu sorunun cevabı verilmeye başlandığında zaten Özel’in zihnindeki durum ortaya çıkacak. Çok provokatif biçimde muhtemelen insanları daha hızlı düşündürmeye yönlendirmek için bazı şeyler yapıyor. Fakat tabii ki İsmet Özel inançlı birisi. Dolayısıyla her şey ona göre, parçalı bir durum yok onun zihninde. Birinci sınıf entelektüelin hayata bakışı vardır zaten. Bu bakış her şeyi tanımlar. Bu bakış parçalı olamaz. Hele sanatçının zihninde parçalı olamaz. Diyorlar ki İsmet Özel’in şiirleri çok güzel fakat düşünce olarak yanlış. Evet ama bu şizofreni İsmet Özel’i anlamayanların yakıştırdığı bir şizofreni. Bence büyük bir sanatçının gündelik hayatının sanatından ayrılması mümkün olamaz. Mesela Kant, her sabah aynı dakikada yürüyüşe başlarmış. İnsanlar onun yürüyüş saatine bakarak saatlerini ayarlarlarmış. Bu Kant’ın titizliğinin bir devamıdır daha doğrusu. Kant bu titizliği düşünürken de yürürken de yemek yerken de göstermiştir. Büyük sanatçıların, düşünürlerin entelektüellerin herhangi bir davranışının bütünsel etkinlik alanından çıkarıp münferiden değerlendirmek o sanatçıyı anlamayanların yapacağı şeydir. Bu vahim bir hatadır. İsmet Özel’in yapıp ettiği düşündüğü, yazdığı her şeyi bütüncül olarak değerlendirirsiniz kabul edersiniz ya da reddedersiniz ama parçalayamazsınız. Bu yanlış bir şey olur.
Kitapta şöyle bir ifadeniz var: “Dünya Müslümanlarının herhangi bir yönde topluca bir hareket başlatmaları konusu İsmet Özel için bir hayal olmasa bile, uzak bir ihtimaldir. Ancak Türkiye’nin böyle bir hareket başlatması, en azından belli bir bilinçli yönelimin içine girmesi gerçekçi bir beklenti olabilir.” Birçoklarının düşü buydu ve birçoğumuzun düşü bu denebilir mi? Süleyman Çobanoğlu’nun Yobazlığa Övgü kitabına atıfla “bir arpa boyu yol” alamıyor muyuz yoksa?
İsmet Özel’in uyandırdığı konulardan birisi budur. Tarihe baktığımızda gerçekten bu coğrafyada bir kimlik inşa edebilmiş ya da onun eşiğinde olan milletlerden birincisi Türkler. Tabii ki dünya sistemine çomak sokulacaksa ya da güçlü bir itiraz geliştirilecekse bu İstanbul’dan Türkiye’den olacaktır. Buna ben de inanıyorum. Sezai Karakoç bunun tüm İslam alemiyle olabileceğini söylüyordu. Bir gözüm de orada açıkçası benim. Gelişen süreçler bunu bize gösterecektir. Türkiye çok yoğun biçimde kendisi üzerinde düşünür, yeni bir kimlik etrafında birleşebilir. Yeni bir hayat biçimi dünyaya teklif edebilirse bu bizim için daha yakın bir şeydir. Ama şu tuzağa da düşmemek lazım. Bütün dünyada Müslümanlar var. Endonezya Müslümanları ile Türkiye Müslümanları birleşsin. Birleşsin ama küçücük bir İsrail için bu birleşmenin bir anlamı yok. İsrail tehditi söz konusu olduğunda doğrudan Türk bayrağı öne çıkıyor. Onlar da Türk bayrağını tehdit ediyorlar zaten. Çünkü nihai zaferin vuku bulacağı yerin Türk bayrağı neredeyse orası olduğunu herkes biliyor. Tarihin birikimi burada tenaküs etmiş. Tarihi birikimi, tecrübeyi anlamsızlaştırmanın bütün Müslümanlara yol ve zaman kaybettireceğini düşünüyorum. Uganda’daki insanlar çıkıp bu vahşi kapitalist emperyalist korkunç sömürüye dayalı bu dünyayı bir itirazla alabora etmeye çalışırlar. Büyük bir kimlik inşa ederler ve biz onlara hayran olmaya başlarız. Bizim ilk motivasyonumuz ırk değil burada. Bir kimlik. İtiraz kimliği. İsmet Özel’in söylediği şeylerin de bu meyanda şeyler olduğunu düşünüyorum.
Konuyu bir de aldığınız ödüle getirmek istiyorum. Bu yıl Necip Fazıl Kısakürek Ödülleri’nde hikâye-roman dalında ödüle layık görüldünüz. Ödül hakkında söylemek istedikleriniz olur mu?
Türkiye’de edebiyat insanların anlamadığı bir şey hükmünde. Ciddi bir şey olduğunu kimse düşünmüyor. Ben kendi açımdan tabii ki böyle düşünmüyorum. Ben iyi bir üniversite bitirdim ve mesleğimi yapabilirdim. Bunun diyetini şahsen ben ödedim. Ama insanlar Türkiye’de edebiyat için diyet ödemek bir yana parmağını kıpırdatmanın anlamsız olduğunu düşünüyorlar. Ben hep söylüyorum. Eğitim sistemi gelişmiş ülkelerde en zor metinler kırk bin elli bin kişi tarafından okunur. Türkiye’de üç dört bin kişi tarafından okunuyor. Dolayısıyla Türkiye’de hem kültür hem sanat geri durumdadır bunu bilelim. Ödül kurumları bunun farkındalığını neredeyiz ne yapıyoruz sorularını biraz açmaya vesile oluyorlar. O bakımdan anlamlı ve faydalı. O yüzden zararı yok, faydası var. Bana böyle bir ödül verildiği için de memnun ve sevinçliyim tabii ki.