İstanbul sanatımda derin izler bıraktı

19 dakikada okunur

    Türkiye’yi ikinci vatanı olarak gören ve Türk ressam Yusuf Katipoğlu’yla evlenerek adeta bizden biri olan Ressam Ursula Soltermann Katipoğlu, “Maviden Kırmızı Dalgaya” adlı sergisini Litros Sanat için anlattı: “İstanbul’da yaşamak sanatımın üzerinde derin izler bıraktı ve ben bunları soyutlaştırarak yapıtlarıma aktardım. Bu sergide yaşama sevincinin göstergesi olarak ana renklere dönme isteği hissettiğimi belirtmek istedim. Eserlerimde karanlığı kovarak aydınlığa işaret etmeye çalıştım umudu göstererek.”

42 yıl önce yolu Türk ressam Yusuf Katipoğlu ile kesişen ve sonrasında Türkiye aşığı olan İsviçreli sanatçı Ursula Soltermann Katipoğlu’yla tanıştıracağım sizleri. Yeni sergisi “Maviden Kırmızı Dalgaya” ilgili röportaj yapmak için buluştuk kendisiyle. Umudu, yaşama bağlanmayı, geri dönüşü simgeleştirdiği yapıtları “Maviden Kırmızı Dalgaya” adlı resim sergisini gerçekleştirdiği Galeri Diani’de çok keyifli bir röportaja imza attık. Ursula Soltermann Katipoğlu’nun “Maviden Kırmızı Dalgaya” adlı sergisi gezip görmek isteyenler için 22 Ekim’e kadar Galeri Diani’de sergilenecek. Bu sergide sanatçı edindiği deneyimlerini yalınlaştırıp, son zamanlarda tüm dünya ve ülkemizde insan kaynaklı yaşanan faciaların etkilerini dinginleştirerek, yaşama sevinciyle birleştiriyor. Paletindeki renkleri ana renklere yaklaştırıp zaman ve mekân öğelerini birbiri içinde eriterek izleyiciye aktarıyor. Ursula Soltermann Katipoğlu, sanatsal dilinin tuvale aktarımında her zaman için öncelikle renklerle düşünüp, sonrasında renklerin uyum ahenk ve zıtlığını, açık koyu dengelerini kurup formlarını ona göre yerleştirdiğini belirtiyor. Kendini bir anlamda peyzaj ressamı olarak adlandıran Ursula Soltermann Katipoğlu eserlerinin çoğunun soyut ve somut arasında ince bir çizgide dururken daha çok soyut olarak adlandırabileceğini söylüyor. Gelin isterseniz “Renk benim için her şeydir” diyen Ressam Ursula Soltermann Katipoğlu ile gerçekleştirdiğimiz keyifli röportajımıza geçelim hep birlikte.

Öncelikle kısaca kendinizden bahseder misiniz?

İsviçre’nin Rhône Vadisi ve Alp Dağları’nda bulunan Wallis bölgesinde doğdum. Köyümüz dağlarla kaplı bir yerdeydi. Doğal güzelliklerin içerisinde büyüdüm, keyifli bir çocukluk geçirdim. Her gün dağları görüyordum. Sion Güzel Sanatlar Akademisi Resim Bölümünden mezun oldum. Zürih’te üç sene vitray atölyesi “Maeder” de çalıştım ve bu benim renk anlayışımı derinleştirdi. Wallis Brig’de üç sene resim öğretmenliği yaptım. Karma sergilere katıldım. İlk kişisel sergimi “Galeri Jodok” Brig’de açtım. Kendimi bildim bileli hep resim yapıyordum. 6 kardeşimle birlikte bir çiftlikte büyüdük. Hatırladığım kadarıyla çiftlikte sürekli resimler çiziyordum. Çocukken kızıyorlardı bana sürekli her bulduğum yere çizim yaptığım için. Gazetenin kenarına duvarlara neresi olursa çiziyordum sürekli. Gördüğüm her şeyi ve kafamdakileri sürekli resme döküyordum. Ailem sayesinde öğretmenlerim bu durumu fark etti ve sanatçılığım da bu şekilde başlamış oldu.


İsviçre’den Türkiye’ye uzanan hikayenizi de sizden dinlemek isterim.

İsviçre’de yaşadığım dönem arkadaşlarım sürekli bana Yusuf Katipoğlu’nun eserlerinden bahsediyorlardı. Türkiye’ye gezmeye geldiğimde de Trabzon’da kendisiyle tanıştım. Onun atölyesini gördüm ve yaptığı resimlerden çok etkilendim dürüst olmak gerekirse. 1980’de Türkiye’ye yerleşip eşim sanatçı Yusuf Katipoğlu ile evlendim. 30’u aşan kişisel sergi açtım. Sayısız karma sergide yer aldım. Halen çalışmalarıma Kuzguncuk’ta eşim değerli sanatçı Yusuf Katipoğlu ile yaşamış olduğum ev atölyesinde sürdürüyorum. Çok değerli bir sanatçıydı kendisi. Hayatımız resimle devam etti. Çok güzel bir evlilik yaşadık kendisiyle aramızdan ayrıldığı güne kadar. Vefatı sonrası çok zor günler yaşadım.

Çocuklarınız da sanatçı mı sizler gibi?

Birisi mühendis. Diğeri ise film yönetmeni Ferit Katipoğlu. Kendisini çektiği filmlerden ve projelerinden tanırsınız.


“Maviden Kırmızı Dalgaya” serginizi sizden dinleyebilir miyiz? Bu sergiye gelenleri neler bekliyor?

Bu sergimde İstanbul’da ve Türkiye’de yaşadığım zaman diliminden ve özellikle son dört yılda eşim değerli ressam Yusuf Katipoğlu’nu kaybedip pandemiyi yaşadıktan sonra, içimdekileri akıtarak yaşama bağlanmasının, umut etmesinin göstergesi olarak, yumuşak bir dalga formunda karşımıza çıkan kırmızı bandı yoğunlukla kullandığımı belirtmek istedim eserlerimde. Umudun göstergesi olarak kullandığım ‘Kırmızı Bant’ı adeta umut simgesine dönüştürdüm. Türkiye’nin bana verdiği renkleri, yaşam sevinci ve doğasının zenginliği, dağlar ovalar tektonik oluşumları, eski çağların yerleşimleri (örneğin Göbeklitepe), eski kent yerleşimleri, kalıntılar ve hala toprak altında kalan medeniyetler ve tabi ki İstanbul’da yaşamak sanatımın üzerinde derin izler bıraktı ve ben bunları soyutlaştırarak yapıtlarıma aktardım. Bu sergide yaşama sevincinin göstergesi olarak ana renklere dönme isteği hissettiğimi belirtmek istedim eserlerimde. Karanlığı kovarak aydınlığa işaret etmeye çalıştım umudu göstererek. Boynumda gördüğünüz kırmızı şalı da bir arkadaşım hediye etti. Ben de bu sergimde giyerek “Maviden Kırmızı Dalgaya” sergime dikkat çekmek istedim.

                                                                                                                                                     (Yusuf Katipoğlu ve Ursula Soltermann Katipoğlu)

Eşimle sanat tarzlarımız çok ayrıydı

 

Bu serginizde eşinize adadığınız bir eseriniz var mı?

Sergimde eşim Yusuf Katipoğlu’na atfettiğim iki tane eserim var. Eşimle sanata bakışlarımız çok farklıydı. Birbirimizin eserleri üzerine eleştirilerde bulunuyorduk. Eşimle daha önce çok fazla ortak sergimiz olmuştu. Ancak başından beri Yusuf’la atölyelerimiz ve tarzlarımız ayrıydı. Resim yaparken yanında kimseyi istemiyordu.

Anadolu beni kendisine hayran bıraktı

Uzun yıllardır Türkiye’de yaşayan yabancı bir ressam olarak sizi burada en çok etkileyen ne oldu?

Turist olarak gezdiğim zamanlardan beri binalar ve renkler beni çok etkilemişti. Anadolu beni kendisine hayran bıraktı. Hala çok etkilenirim ne zaman o dağları, bayırları Türkiye’nin o güzel tarihi yerlerini gezsem. Sanat olarak öyle tek tonda yapılar görüyorsunuz ki büyülenmemek elde değil. Etkisinden çıkamıyorsunuz adeta. Ne zaman o eski yapıları görsem beni yapıldığı zamanlara götürüyor ve gerçekten çok etkiliyor. Türkiye’yi tıpkı eşim gibi çok derinden sevdim. Dünyanın diğer bütün köşelerinden farklı olduğunu hissediyor ve düşünüyorum. Benim için adete bir ‘İkinci Vatan’.

 

Türk mimarisine hayranım

Anadolu mimarisinin en ilgi çekici yönü nedir sizce?

Beni bu ülkeye çeken  en çok tarihi ve mimarisi oldu. Yunan ve Roma tarihi beni bu kadar etkilememişti. Ancak Osmanlı ve Türk tarihine, mimarisine hayran oldum. Küp halindeki yatay Osmanlı tarihinden günümüze kalma çeşmeleri çok seviyorum. Doğudan gelen Türk mimarisine  çok hayranım. Anadolu’daki o eski simetrisi farklı evleri çok beğeniyorum. Türk minyatürünün renk anlayışına hayranım. Bununla birlikte Anadolu’daki halkın yaptığı dokuma ve kilimleri çok beğeniyorum. En önemli ilham kaynağım ise Türkiye’nin sıradağları, ovaları ve rüzgârları.

Resim yaparak hayata tutundum

Sanatı nasıl tanımlarsınız?

Sanat şu anda bence dünyanın en güzel şeyi. İyi ki sanatçıyım diyorum. Sanatsız hayat benim için çok zor olurdu. Eşim ressam Yusuf Katipoğlu’nu da kaybettikten sonra resim yaparak hayata tutundum.


İstanbul’un sanatınıza etkisi nasıl oldu?

Bir mega kent olan İstanbul’u tanımaya ve öğrenmeye çalıştım. İstanbul’un canlılığı, bitmek tükenmek bilmeyen enerjisi, semt pazarları beni çok etkiledi. Başlarda Türkçe bilmediğim için kendimi daha yoğun bir biçimde resimle ifade etmeye başladım. Tıpkı İstanbul‘un kendisi gibi renklere yöneldim ve kendimi soyut ile somut arasındaki çizgide buldum. İstanbul’da oturuyorum ve doğal olarak sanatımda da etkisi oldukça yoğun. Uzunca bir süreden beri yapıtlarımda hep şehri, şehir yaşamını, canlılığını, bitmek tükenmek bilmeyen enerjisini yansıtmaya çalıştım. Şehrin değişimi benim yapıtlarıma da yansıdı. Örneğin gökdelenler ve camları daha açık maviler ve griler olarak resmettim. Yıllar sonra yapıtlarıma baktığımda gördüğüm ince ve derin duyguların çocukluğumun, ilk gençlik yıllarımın geçtiği Alp Dağları’nda mı yoksa Türkiye’de mi yaşamış olmaktan kaynaklandığını ayırt edemiyorum.

Sanat akımları açısından sizi en iyi anlatan dönem ve çalışmalar için neler söylersiniz?

Rusların avangardları vardı 1890-1930 yılları arasında, oradaki akımları söyleyebilirim. Minimalist eserler vardı bu akımda ama ben o kadar minimalist değilim onu da söylemek isterim. O akımı hala çok seviyorum.

Eşsiz sanat yapıtı sizce nasıl olmalı?

Sizin kendiniz gibi olmalı. Başka birisinin eserine asla benzememeli. Size özgün olmalı. 

Anadolu sanatı sizce dünyayı etkiledi mi?

Kendi açımdan söylemek gerekirse beni çok etkiledi.

Batının sanatı ile doğunun sanatını nasıl karşılaştırırsınız, en temel farklılıklar neler?

Dünya enternasyonal olduğu için sanat akımları da birbirine karışmış durumda. Bunu takip etmek zor geliyor, bir eser gördüğünüzde kimden nasıl etkilendiğini söylemek de zor olabiliyor.

(Ursula Soltermann Katipoğlu ve Hakan Akar)

Sizi sevenlere ve sanatseverlere bir mesajınız var mı?

Kendi iç seslerini dinlesinler ve asla vazgeçmesinler. Çok sanatçı var günümüzde bunun farkındayım ancak kendilerine özgü yapılarını dışarıya koymaları gerekiyor dikkat çekmeleri için.

Gençler eserlerimi yakından takip ediyor

İsviçre doğumluyum ama 40 senedir burada yaşayan biri olarak kendimi Türkler gibi de hissediyorum. Eskiden daha üst yaşlardakiler eserlerimi takip ediyordu. Şimdi gençlerden de eserlerime çok ilgi olduğunu fark ettim. Yakından takip ediyorlar ve seviyorlar. Bu arada ben kimse sevsin ya da beğensin diye değil kendim istediğim için yapıyorum. Resim yapmaktan çok mutluyum ve huzurlu oluyorum resim yaptığımda. Yaptığım eserin içerisine giriyorum adeta yaşıyorum o anları. Yaptığım eserler ortaya çıkınca da beni çok etkiliyor.

Doğduğum çiftlikte açtığım sergimi unutamam

Ressamlığa dair en unutamadığım anım ailem sayesinde gerçekleşti. 2012 yılları olabilir tam tarihi hatırlamıyorum ama ne zaman bundan bahsetsem çok etkilenirim. İsviçre’de ailemle birlikte doğup büyüdüğüm çiftliğimizde ailemin desteğiyle resim sergisi açmıştım. Ailem büyük hazırlıklar yapmıştı, çok güzel süslemişlerdi. Çok duygulanmış ve çok etkilenmiştim. Çok da güzel bir sergi olmuştu.

Önceki Yazı

Tanpınar’ın rüya tabirleri III

Sonraki Yazı

Nazım Hikmet’le Necip Fazıl’a sitemim var

Son Yazılar