Dünyaca ünlü Türk kanun virtüözü Ahmet Baran, müziğe ve çok sevdiği kanun enstrümanına olan tutkusunu, aynı zamanda geleceğe yönelik hayal ve planlarını Litros Sanat okuyucuları için paylaştı: “Zihnimdekilerin belki %10’unu gerçekleştirebilmiş olabilirim. Önümde yürümeyi planladığım çok yol, kazanmak istediğim çok kalp var ama en belirgin hedeflerim arasında ülkeme Grammy ödülünü getirmek ve Mars’ta konser vermek var.”
18 yaşındayken “Senfoni Orkestralarının En Genç Solist Kanunisi” oldu. Altı kıtada bini aşkın konsere imza attı. İngiltere Kraliçesi’nden Rusya Devlet Başkanı’na, Papa’dan Norveç Kralı’na kadar 55 devlet adamı onuruna Türk musikisini tanıtıcı dinletiler sundu. Kültür Sanat Yüksek Ödülü, Yılın Sanat Girişimi ve uluslararası yarışmalarda birincilikler biriktirip, Danimarka Kraliçesi II. Margrethe ve Kazakistan Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev tarafından Devlet Nişanı ile onurlandırıldı. Kimden mi bahsediyorum? Dünya çapında büyük ses getiren Türk kanun virtüözü Ahmet Baran’dan tabi. Gelin isterseniz kendisiyle gerçekleştirdiğimiz keyifli röportajımıza geçelim.
Sizi tanıyabilir miyiz öncelikle?
Çocuk yaşta tanıştığım kanunun tellerine gönlümü bağlayıp, bu zamana kadar dünyanın dört bir yanında gerçekleştirdiğim bini aşkın konserle ülkemizin ve sanatımızın tanıtımına büyük bir şevkle hizmet etmeye çalışan, işime, müziğe ve üretmeye aşık bir kanun adamıyım.
Ailemin ısrarı olmasaydı kanun sazıyla tanışamazdım
Müzikle tanışmanız nasıl oldu?
Ankara’da doğdum büyüdüm. Kavaklarla, söğütlerin gölgelediği, sığırcıkların şen şakrak korosunu dinlediğim masalsı mahallelerin yıllarca tadını çıkararak. Müziğe yönelmemde aile büyüklerimin rolü büyük oldu. Park yatakta bütün gün gitar çalıp, şarkı söyleyince TRT Ankara Radyosu Çocuk Korosu’na zor yetiştirmişler. Ancak kanun sazıyla tanışmam benim için dönüm noktası oldu; tercihimi adeta aşka dönüştürdü. Her çocuk bir dahi diyoruz ya, önemli olan yeteneğini parlatacağı branşı doğru tespit edip, ısrarcı adımlar atmak. Bu konuya canlı örnek sayılabilirim. Eğer ailemin ısrarı olmasaydı bugün tutkuyla bağlı olduğum mesleğimden haberdar bile olmayabilirdim. Bir büyük şansım da doğru öğretmenler ile yolumun kesişmesiydi. Müziğin derinliklerine dalmayı, müzikle insan arasındaki bağın gönülle kurulabileceğini anlatan hocalarım oldu.
Önümüzdeki dönem yeni albümümü yayınlamak istiyorum
Geçtiğimiz aylarda birbirinden farklı ülke ve şehirlerde bir düzine konser verdiniz.
Mersin, Adana, Roma, Isparta, Ankara, Hırvatistan, Rijeka son olarak da Zorlu PSM’de sanatseverlerle buluştum. Enteresan bir harita, yorucu bir serüven ama bir o kadar da keyifli buluşmalarımız, kucaklaşmalarımız oldu. Önümüzdeki dönemde kayıtlarını bitirdiğim yeni albümümü yayınlamak hemen ardından da Harbiye Cemil Topuzlu Açıkhava Tiyatrosu’nu kendi projemle doldurmak istiyorum. Dilerim sonbaharda da Avrupa ve Türkiye turnelerimizi yayınlarız.
Kanun bize özgü bir müzik aleti de diyebiliriz aslında. Peki bu müzik aletini ilk defa dinleyenlerin geri dönüşleri nasıl oluyor?
Latin Amerika’da Panamalı World Music menajeri dostumun da yardımıyla birlikte Dominik Cumhuriyeti, Kosta Rika, Bolivya, Paraguay, Şili, Kolombiya, Brezilya, Arjantin ve haritada pek çoğunun nerede olduğunu bulamayacağım yerler gezdik. Kanunun etkileyici bir yapısı var ve her bir ülkede kültürler farklı olsa da kanunu çok içlerine sindirerek dinlediler. Ben de onların seveceği repertuvarlar hazırlayıp, doğaçlamalarla enerjiyi yakaladığımı hissettim. Bu da bir diğer konserin peşine gelmesini sağladı. Gittiğim ülkelerde eserleri onların alıştığı yapıyla sunmaya çalışıyorum. Bizim tek sesliliğin içinde çok renklilik sunan bir müziğimiz var. Ama Avrupa’da bir müzik eleştirmeni tarafından ciddiye alınmak istiyorsanız çok sesli yapı içerisinde kanunu oturtmanız gerekiyor.
Müzikle yaraları sarmaya çalıştığımız gönüllü bir koromuz var
Albüm çalışmalarınızdan kalan vaktinizi sosyal sorumluluk projelerinde değerlendirmek için 2012 yılında “Terennüm İyilik Korosu”nu kurdunuz. Koroda anneniz ve babanız da yer alıyor hatta.
Kendimi en çok işe yarar hissettiğim Türk müziğinde fark yaratmak. Müzikle yaraları sarmak adına beş kişiyle yola çıktığımız, pandemiden önce 200 kişi olduğumuz bir Terennüm İyilik Koromuz var. Gerçekleştirdiğimiz projelerle ulusal çapta ses getirdiğimiz, toplumsal sorumluluklarımıza parmak bastığımız, birlikte ağaç diktiğimiz, çöp topladığımız, köy köy okulları dolaştığımız, ayda iki kez büyüklerimizi ziyaret edip, engelli yavrularımızla müziği paylaştığımız gönüllü bir yapı. Tabi koroya bazı katılım şartlarımız var; çok iyi bir müzisyen, terzi, noter, doktor olmak yerine iyi bir kalbe sahip olmak. Başkalarını etkilemek için değil, kendimizi ifade etmek için yaşamak ve alkış için değil bir amaç için çalışmak. Hani derler ya ‘İyilik anahtarı olmayan bir kelepçedir. Yapan ve yapılanı ömür boyu birbirine bağlar’ diye. Beni evlatları, kardeşleri, arkadaşları gibi sevdiler. Bu sevgiye bir de sosyal medyadaki komşularım eklenince büyük bir iyilik ordumuz oldu.
Şefliğini yürüttüğünüz müzik topluluklarında çocuk istismarı, kadına şiddet gibi toplumsal sorunları işleyerek farkındalık yaratıyor, aralarında otizmli çocukların da bulunduğu 100’ü aşkın koriste şarkıları işaret dili ile öğreterek işitme engelliler için verdiğiniz konserlerle ses getiriyorsunuz.
Müziğim sayesinde yılda yüzün üstünde konser veriyorum ve haliyle çok seyahat ediyorum.
Tanıdığım yeni kültürler, ülkelerin tarihlerine dair öğrendiğim yeni bilgiler doğal olarak müziğime de yansıyor. İnsanları konserlerimde gezip gördüğüm yerlere götürmeye bayılıyorum. Öncelikle enstrümantal müziğin sözlü müziğe göre daha özgür bir tarz olduğuna inanıyorum ve ısrarla sözlü eserler üretmekten kaçıyorum. Çünkü sözün dinleyiciyi kısıtladığını düşünüyorum. Oysa ki aynı melodiler hepimizde farklı duyguları canlandırıyorken neden güftekarın duygusuna sıkışıp, gönül yükünü sahiplenelim? Sahnede çocuklar gibi özgürken sözlerin dinleyenleri şartlamasını adil bulmuyorum. O yüzden herkes farklı duygularla ayrılıyor salondan. Düzenlemeleri geleneksel bir yaklaşımla yapmıyorum. Orkestramda klasik enstrümanların yanı sıra yenilikçi soundlara ve elektronik unsurlara da yer veriyorum. Hatta seyahatlerim sırasında aldığım etnik enstrümanları da kaydedip basit olarak kullanıyorum. Çalışımda duygusal bir şeffaflık olduğunu düşünüyorum. Belki de bu yüzden çaldıklarımı samimi ve dokunaklı buluyorlar. Hayat benim için anlamlardan ve tutkulardan ibaret. Ben kanunuma ve işime tutkuyla bağlıyım ve hayatım biriktirdiğim kalplerle anlam kazanıyor. İşimi kalp krizi kadar ciddiye alırım. Dikkat süresinin gittikçe kısaldığı dünyamızda, repertuvar hazırlarken dinleyicilerimin bir dakikasını bile alacak değerde olmasına dikkat ederim. Bu çabanın hepsi, evlerinize dönerken “İyi ki geldik” dediğinizi duyabilmek için. Bu yıl ülkemizin en prestijli salonlarında sold out duygusunu yaşamak, kanunla ne yapılabilir ki algısını yıkıp, pop şarkıcılarına gişe rakamlarıyla kafa tutmak büyük bir farklılıktı sektör için. Artık enstrümanist salon dolduramaz ön yargısı genç müzisyenlerin yolunu kapatamayacak. Bu bile tüm çabalarıma değer bir kazanım.
Hayalleriniz için başkalarının iznine ihtiyacınız yok
Genç müzisyenlere ve özellikle kanuna gönül vermiş sanatçılara tavsiyeleriniz var mı?
Her sohbetimizde cesur olmalarını, kendileri olmaktan hiç vazgeçmemelerini akıllarına kazıyorum. Ve sıkça soruyorum ruhunuzun istediği yerde misiniz? Herkesin her konuda onayını beklemek büyük bir yanlış, hayallerimizi takip etmek için başkalarının iznine ihtiyacımız yok. Bu izin ve onay paradoksu bizi arzularımızdan ve yaratıcı taraflarımızdan uzaklaştıracak en büyük tehlike. Tek bir hayatımız var ve bu hikâyenin yazarı biziz. Olmak istediğimiz kişi için olduğumuz kişiye haksızlık etmemeliyiz. ‘İnsanlar ne der?’ diye uzun yıllardır bastırmaya çalıştıkları protest yanlarını parlatarak, kendi gerçekliklerini, yaşadığı travmalarını kabullenerek, onları özümseyerek, her tökezlediklerinde ayağa kalkışlarını hatırlayarak, fikirlerini özgürce ifade etme yolunu seçtiklerinde asıl yolculuk başlayacak. Hayatta birçok zor evreden geçiyoruz, fakat asıl önemli olan yaşamdan tat almak, anda kalmak, özünü bulmaktır. Yani engellere odaklanırsanız, yaşamınızdaki anlam kıvılcımlarını söndürmüş olursunuz. Koroda öğrencilerime “Ruhunuzda bir sıkıntı bir tükenmişlik hissediyorsanız şarkı söyleyin” derim. Hem de kalbiniz hangi şarkıyı söylemek istiyorsa onu. Çünkü bazen o da konuşabilmek istiyor. O yüzden tıpkı bir bal arısı gibi, her türlü müzikten tadın ve müziğe yaklaşın.
Birçok başarıya ve ödüle uzandınız. Kendi alanınızda çok büyük işlere imza attınız ama ‘sanat hayatımda bunu da yapmak istiyorum’ dediğiniz bir hayaliniz var mı?
Zihnimdekilerin belki %10’unu gerçekleştirebilmiş olabilirim. Önümde yürümeyi planladığım çok yol, kazanmak istediğim çok kalp var ama en belirgin hedeflerim arasında ülkeme Grammy ödülünü getirmek ve Mars’ta konser vermek var.
Üstadlarımızın eserleri günümüzün kılavuzudur
Yaş aldıkları sıraya göre belirtecek olursam Ahmet Yatman, Erol Deran, Ruhi Ayangil, Ahmet Meter, Halil Karaduman, Tahir Aydoğdu, Göksel Baktagir, Deniz Göktaş ülkemizdeki çok önemli kanun icracıları. Hepsinin öğrencisi olamasam bile icralarıyla yoluma hep ışık tuttular. Tıpkı Âşık Veysel, İsmail Dede Efendi, Neşet Ertaş, Sabahattin Ali ve ismini sayamayacağım pek çok değerimiz gibi. Sıklıkla bu üstatların huzurunda bulunmayı, sohbetlerine ortak olmayı, hatta birlikte müzik yapmayı hayal etmişimdir. O şanslı dönemler çoktan geçse de bıraktıkları eserler bugün kılavuzumuz.
Pekin’de 60.00 kişiye çaldığım konser hala gözümün önünde
Pekin’de stadyumda 60.000 kişiye çaldığım konser hala gözümün önünde, kendimi Maradona gibi hissetmiştim. Sydney Opera House konseri, Paris’teki UNESCO Genel Merkezi’nde verdiğim konser ve son olarak Roma Capitol Müzesi’nde yoğun ilgi sebebiyle aynı gün üst üste üç kez çaldığımı ilerde Alzheimer hastası olsam bile unutmak istemem. Türkiye’de ise coşkusunu unutamadığım şehirler sırasıyla İzmir, İstanbul, Ankara, Eskişehir, Mersin, Adana, Antalya başı çekiyor diyebilirim.