Unutulmuş bir şöhretin kitabı: Deniz Kızı Eftalya

11 dakikada okunur

Deniz Kızı Eftalya’nın dilimizde kalıplaşmış bir ifade olarak yerini alalı  nicedir. Bugün artık çoğumuz onun kim olduğunu bilmezken dahi yakıştırmalı, anıştırmalı  ifadelerle adını sohbetlerimizde  geçiriyorsak kaynağa inmekte, bu ifadenin  asıl muhatabı ile ilgili bilgi sahibi olmakta fayda var.İşte tam da burada Oğuzhan Murat Öztürk’ün  “Deniz Kızı Eftalya” kitabının üzerinde durmak icap ediyor.

Ötüken Yayınları’nın “Hayatıhakikiye Tefrikaları” serisinden çıkan bu biyografik eser, asıl ismi Athanasia Georgiadou olan, jandarma zabiti Yorgaki Efendin’nin kızı Eftalya’nın hayatı, şöhreti ve maceralarını  kaynaklara dayanarak anlatıyor.

Kitaptan öğrendiğimize göre Deniz Kızı Eftalya, 1930’lu yıllarda ülkede hemen herkesin tanıdığı, saygı duyduğu, radyo programlarına çıkan, İstanbul’un en ünlü gazinolarında assolist olarak boy gösteren, Paris’te, Mısır’da  dahi konserler vermiş, plakları çokça dinlenen, çokça satan, özellikle klasik Türk musikisi eserlerini güçlü sesi ile yorumlayarak  kulaklarda bir  hoş seda bırakmış olan ünlü şarkıcılarından- kitapta geçtiği ifadeyle muganniyelerden- biridir. Halbuki ben onu -ve kimbilir benim gibi daha niceleri de- bir zamanlar erkeklerin yüreğini hoplatan, hovardalığı ile ün salmış, gece alemlerinin aranan yıldızı  bir kantocu sanırdım. Bu zannımda  kitabın daha ilk sayfalarında anlatılan ve benim de  başka şekillerde duyup hafızamda yer etmiş olan Nazım Hikmet’e ait bir anekdotun payı olmalı. Yıllar içinde  bir şehir efsanesine dönüşmüş bu anekdotun doğru olmadığını öğrenmiş olmak bile kitabın kıymeti harbiyesini benim nazarımda artırıyor.  Güya Nazım Hikmet, Atatürk’ün İstanbul’da bulunduğu  bir gece  onun  sofrasına davet edilir.Şair,  gece onu uykusundan uyandıran ve Dolmabahçe’ye götürmek üzere kapısına gelen polise  “Paşa’ya benden selam söyleyin, ben Deniz Kızı Eftalya değilim.” diyerek kapıyı yüzüne kapatır. Öztürk’ün ifadesiyle bu “Gazi’ye racon kesme” hadisesinin aslında hiç yaşanmadığını,yine bu kitapta gösterilen kaynaklardan öğreniyoruz ki; 1960 yılında Moskova’da düzenlenen bir kongreye katılan ve Nazım Hikmet’le 15 gün geçiren  iki gazeteciye,Ömer Sami Coşar ve Orhan Karaveli’ye, bizzat şairin kendisi söyler bunu. Yine bu iki gazetecinin görüştüğü Nazım Hikmet, kitapta yazdığı üzere Atatürk’ü kastederek “Bir davet gelseydi ondan, hiç geri çevirir miydim? Deniz Kızı Eftalya sözüne gelince… Devrin ünlü bir sanatçısına  böyle küçültücü ve inciltici bir söz bana yakımaz…”(s.17) diyerek bu konu ile ilgili kafalardaki soru işaretlerini de gidermiş  oluyor.

Bu olaydan yola çıkarak Eftalya’nın izini sürmeye başlayan Öztürk, yaptığı araştırmalar sonucu elde ettiği pek çok değerli bilgiyi birleştirip “Deniz Kızı Eftalya” kitabını ortaya koyarak çoktan unutuluşa terk edilmiş kıymetli bir ses sanatçısını günümüz okurlarına yeniden hatırlatıyor.

Evet, yaşadığı dönemin  en değerli ve de en çok kazanan ses sanatçılarından biri olduğunu, hatta  Safiye Ayla, Müzeyyen Senar gibi Atatürk’ün dahi yorumunu takdir ettiği birkaç müstesna sanatçı arasında yer aldığını kitaptan öğrendiğimiz Eftalya, çok erken vefat ettiğinden (1939) maalesef  nankör hafızaların tozlu raflarında unutuluşa terk edilir. İşte bu kitap, Deniz Kızı Eftalya’yı o tozlu raflardan indirerek yeniden alkışlarına meftun olduğu  dinleyicilerle aynı göz mesafesine getirmeyi başarmayı hedefliyor. 

Eftalya, 1930’lu yıllarda  öyle popülerdir  ki; Salah Birsel, Peyami Safa gibi döneminin saygın  yazarları tarafından köşe yazılarında kendinden bahsedildiği gibi, yine Kemal Tahir, Yakup Kadri, Falih Rıfkı Atay, Memduh Şevket Esendal gibi saygın yazarların roman ve hikayelerine de konuk edilmiş. Hatta Ece Ayhan’ın bizzat ona yazılmış bir şiiri olduğunu da hatırlatıyor  Öztürk bize. Tabii böylesine bir şöhret’in sinemalarda kendini göstermesine de şaşırmamak gerek. 

Peki, niçin “denizkızı” deniyor Eftalya’ya? Kitapta okuduğumuz üzere Türk musikisine düşkünlüğü ile bilinen ve  evinde musiki üstatlarının meşk ettiği  Eftalya’nın babası jandarma yüzbaşısı Yorgiyadis Efendi, yaz geceleri sesine herkesin hayran olduğu küçük kızını sandala bindirir ve şarkı söyletirmiş. Yaz geceleri musiki eşliğinde mehtaba karşı Boğaz’da sandal safalarının hayli popüler olduğu o yıllarda, yalı sakinleri ismini bilmedikleri bu güzel sesin sahibine “denizkızı” derlermiş. Hatta bazen bu yalılardan seslenenler de olurmuş: “Aman Deniz  Kızı, şarkıyı bir daha söyle.” diye. Böylece o sandal safaları, Türk musikisine bir şöhret ses kazandırıyor.

Şunun da altını çizmek gerekir ki; Eftalya’nın hayatı, dönemin  saygı duyulan, sayılı  keman virtüözlerinden Sadi Işılay ile 1928 yılında evlenmesiyle  değişiyor bir anlamda.  Zira Eftalya’nın  Paris’e gitmesinde, orada ilk konserini vermesinde ve dönüşte pek çok münferit konserler vermesinde, plak doldurmasında, arkasında güçlü bir saz heyetiyle dönemin en çok iş yapan gazinolarında çalışmasında  Sadi Bey’in  destekleri  olmuştur. Öztürk, kitapta Eftalya’nın assolist olarak çalıştığı gazinoları anlatırken  dönemin eğlence anlayışının ayrıntıları  üzerine de  okuru aydıntıyor. Yine kitapta  Eftalya’nın doldurduğu  67 plak, şarkı isimleriyle beraber liste olarak   verildiği gibi onun plak şirketi ile yaptığı sözleşmenin de  örneğini görüyoruz. Ayrıca kitabın sonunda Eftalya’nın 1939’daki ölümü üzerine yazılanların ve albümünden seçilenlerin eklenmesi, kitabın  kaynak olma değerini de  artırmış. 

 Daha doğarken ölmeye  yazgılı olan insan,iki defa ölür dünya zamanında; ilkinde biyolojik olarak, ikincisinde ve asıl olarak ise onu hatırlayanlar bile artık dünya yolculuğunu bitirdiğinde. Oğuzhan Murat Öztürk, 1939 yılında aramızdan ayrılan ve zaman içinde şöhreti unutulan Eftalya’yı anlattığı bu kitap sayesinde hafızalarımızın tozunu alarak onu unutuluşun koynundan geçip alıyor ve  musiki dünyasına yeniden hatırlatıyor.

Deniz Kızı Eftalya, Oğuzhan Murat Öztürk, Ötüken Neştiyat,2023,268 sayfa.

Önceki Yazı

Edebiyatta çiçeklerin izleri

Sonraki Yazı

Şiirin doğasına doğru

Son Yazılar