Yahya Kemal’in ilk şiir hocası Sadeddin Sırrı Efendi’nin bestelenmiş şiirleri, “Sadeddin Sırrı İlahileri” albümüyle bir araya getirildi. Albümün sanat yönetmeni Safiye Şeyda Erdaş; akademik makale olarak başladığı çalışmasının sadece yazıda kalmasına gönlünün razı olmadığını ve arşiv niteliğindeki bu albümü hazırladığını söylüyor.
Yahya Kemal’in ilk şiir hocası Sadeddin Sırrı Efendi’nin bestelenmiş şiirleri, Maqam Records etiketiyle tüm dijital platformlarda geçtiğimiz ay dinleyicisiyle buluştu. Albümdeki bazı ilahiler 100 yıldır ilk defa seslendiriliyor. Hem bu eserlere vokaliyle ses veren hem de albümün sanat yönetmenliğini yapan Safiye Şeyda Erdaş ile tasavvuf musikisi için arşiv niteliği taşıyan albümünü ve Sadeddin Sırrı Efendi’yi konuştuk.
Üsküp Rifâî Âsitanesi postnişinlerinden Sadeddin Sırrı Efendi’nin bestelenmiş şiirlerini derleyerek geçtiğimiz aylarda Maqam Records etiketiyle tüm dijital platformlarda dinleyicisiyle buluşturdunuz. Hayırlı olsun. Tasavvuf musikisi meraklılarını çok sevindiren bu albümü hazırlamaya nasıl karar verdiniz?
Teşekkür ederim. Albümün temelleri yaptığım doktora tez çalışmasına dayanıyor aslında. Balkanlar, Üsküp ve Rifâîler üzerine yaptığım çalışma esnasında Üsküp Rifâî Âsitânesi postnişînlerinden Sadeddin Sırrı Efendi oldukça ilgimi çekmişti. Doktora sonrası bir makalemde de Sadeddin Sırrı Efendi ve musikiye olan ilgisi üzerine çalıştım. Donanımlı ve meraklı bir zât. Aslında müziğe dair birçok şeyi kendi çabası ile öğrenmiş, oldukça gayretli biri. Bu makale vesilesi ile daha önceden tanışıklığımız olan Rıfat Çalışkan vasıtası ile günümüze kadar ulaşmış Sadeddin Sırrı ilahilerini derlemiş olduk. Bu çalışmanın sadece yazıda kalmasına gönlümüz razı olmadı. Meraklılarına ulaşması, günümüzde Sadeddin Sırrı ve ilahilerinin tanınması amacı ile arşiv niteliğinde bir çalışma olsun istedik ve bu albüm ortaya çıkmış oldu.
Neredeyse 100 yıla yakın sırlanan bazı eserler bu çalışmanızla ortaya çıktı. Sanat yönetmenliğini yaptığınız albümde eserlerin bazıları da ilk defa sizin vokalinizle ses buldu. Bu çok heyecan verici olmalı. Eser seçimlerinde ve seslendirirken neler hissettiniz? Albümle olan gönül bağınızı lütfeder misiniz?
Gönül bağı meselesi genel olarak yaptığım tüm çalışmalarda benim için çok öne çıkan bir unsur. Bu eserlerin dilden dile, gönülden gönüle o coşku ve sevgi ile aktarımını düşünmek zaten insanı heyecanlandırmak için yetiyor da artıyor. Eser okumayı da kanun çalmak kadar seviyorum aslında… Fakat şimdiye kadar herhangi bir yerde icrada bulunmamıştım. Bu tamamen ilahilerin gönlümdeki yeri ile alakalı olarak ortaya çıkmış bir durum. Tarafımızca notaya alınmış 4 eser ilk kez bir albüm çalışmasında icrâ edilmiş oluyor. Eserlerin bestekarları bilinmemektedir. Bu ilahilerin günümüze ulaşmasını sağlayan silsiledeki kişileri ele aldığımızda ilahiler neredeyse yüzyıl öncesine kadar uzanmakta ve o dönemin Rumeli’sinin tekke mûsikîsine biraz olsun ışık tutmaktadır. Benim kanun ve vokal olarak yer aldığım albümde, Ersin Ersavaş (ud), Rıfat Çalışkan (vokal), Mesut Ekici (ney) ve Fatih Erdaş (vokal) icrâlarıyla yer aldılar. Her Nefeste Bul Hayat-ı Cavidan ilahisi kendi içerisinde hafif bir salınımı olan devranı hissettiren ve birliği vurgulayan bir ilahi, bu sebeple onu çok seviyorum. Mah-ı Matem Geldi ilahisi, Kerbelâ Vakası ile ilgili bir hüznü akıtmak için bir kanal oldu bana ve Kanunî Cüneyt Kosal’ın bir bestesi olması eseri ayrıca benim için özel kılıyor. Yetiş İmdâdıma ilahisi, Sadeddin Sırrı Efendi vasıtası ile bizlere ulaşmış ve o dönemin tekke kültürünü bizlere aktaran bir örnek… Eserlerin sırlanmış olması meselesine gelince tabii ki ehline malumdu, biz sedece herkesin istifadesine sunmuş olduk. Albümdeki diğer eserlerden üçünü Rıfat Çalışkan seslendirdi. Kendisi bu eserlerin günümüze ulaşmasında aktif rol oynayan biri olarak icrasını da çok güzel gerçekleştirdi. Devran Bu Devran adlı tekke kültürümüzde oldukça meşhur Sadeddin Sırrı Efendi ilahisini ise Fatih Erdaş seslendirdi. Albümün kayıt, mix aşamasındaki gayreti ve udu ile eşliği için Ersin Ersavaş’a ve ney eşliği için de Mesut Ekici’ye müteşekkirim.
Yahya Kemal’in şiirlerinde Sadeddin Sırrı etkisi
Rumeli tekke musikisine dair arşiv niteliği taşıyan bu eserlerin şairinin, Yahya Kemal’in ilk şiir hocası olduğunu da biliyoruz. Bu kıymetli bağı nereden geldiğini sizden dinleyebilir miyiz?
Sadeddin Sırrı Efendi, Yahya Kemal Beyatlı’nın hayatında ve sanatında önemli bir yere sahip. Yahya Kemal on üç, on dört yaşlarında Üsküp Rifâî Âsitânesi’ne devam etmiş, âyinlerde zâkir olarak ilâhiler okumuştur. Ayrıca Sadeddin Sırrı Efendi’den Farsça dersleri almıştır. Yahya Kemal’in şiir ve edebiyata dair duygularının açığa çıkmasında âlim ve şair bir zât olan Sadeddin Sırrı Efendi’nin büyük etkisi vardır. Öyle ki “Ömrün şu biten neşvesi tam olsun erenler” mısrası ile başlayan bestelenmiş şiirini bu manevi hava ile yazdığı rivayet edilir.
Meraklı hadiselere duyarlı bir zât
Sadeddin Sırrı Efendi’nin hayatına da kısacık değinirsek albümün hikâyesini tamamlamış olacağız, anlatır mısınız?
Sadeddin Sırrı Efendi, hicri 1286 yılında Balkanların en güzel şehirlerinden biri olan Üsküp’te doğar. Annesi Sara Hanım, babası ise Üsküp Rifâî Âsitânesi’nin 3. postnişini Muhammed Bâkır Efendi’dir. Çocukluk ve gençlik yılları babasının terbiyesi altında geçen Sadeddin Sırrı Efendi ilk dinî, tasavvufî ve edebî eğitimini de babasından tahsil eder. Birçok mutasavvıf gibi şiir yazmayı ve okumayı seven Muhammed Bâkır Efendi’nin, oğlunun edebî yönünün gelişmesinde de önemli bir rolü vardır. Sırrı Efendi, on iki yaş civarında yazdığı bazı manzum metinleri babasının görebileceği yerlere bırakarak bu metinleri görmesini ve onlar üzerinde düzeltmeler yapmasını sağlar. Bu şekilde edebiyatta, bilhassa şiir türünde vukufunu artırır. On beş yaşına geldiğinde vezin ve kafiye usulünü öğrenir. Arapça ve Farsça kelimelerin metin içerisindeki kullanımlarına hâkim olur.
Dervişlik yolunda babasından el alarak ilerleyen Sadeddin Sırrı Efendi, onun vefatından sonra amcası el-Hacc eş-Şeyh Bedreddîn Efendi’den hilafet alır ve Üsküp Rifâî Âsitânesi’nin 4. postnişini olur. Sadeddin Sırrı Efendi edebiyat ve mûsikîye meraklı, zamanında cereyan eden hadiselere duyarlı bir zâttır. Eğitim konusunda gayretlidir. Bir devrin bitişine ve başka bir devrin başlangıcına şahitlik eden bir ömür sürmüştür. Daha özele inecek olursak herhangi bir dergâh şeyhi değil, bir âsitâne şeyhi olarak mûsikî konusunda gösterdiği gayretler, tekke mûsikîsinde İstanbul ve Üsküp arasında bir köprü olmuştur. Kadim tekke kültürünü sonraki nesillere aktarmaya çalışmış, icrâ edilen eserleri tashih ettirmiş ve bu hususta İstanbul tekke ve dergâhlarındaki icrâ ile birlik içinde olmaya çabalamış, yeni besteler yaptırarak bu birikime katkıda bulunmuştur. 1913 yılında Balkan Harbi sonrası Üsküp’ün Türk hâkimiyetinden çıkması üzerine Sadeddin Sırrı Efendi ailesi ile İstanbul’a göç eder. Bu göçün en mühim sebeplerinden birisi ise çocuklarının millî ve dinî bir eğitim almasını arzu ediyor olmasıdır. Altı ay kadar İstanbul Erenköy’de ikâmet eden fakat aradığını bulamayan Sadeddin Sırrı Efendi buradan Manisa’ya göç etmiştir. 1913-1919 yılları arasında Manisa’da ikamet etmiş, burada kızının eğitimi ile alakadar olmuş ve mûsikî muallimliği yapmıştır. 1936 yılında vefat etmiştir. Kabri Üsküp Rifâî Âsitânesi bahçesindedir.
Birçok değişime şahit olmuş
Sadeddîn Sırrî Efendi, XIX. yüzyıl sonu ve XX. yüzyıl başında, siyasi çalkantıların ve kültürel değişimlerin yaşandığı bir dönemde yaşamış ve birçok değişime şahitlik etmiş, bir yandan geleneği korumaya, bir yandan da değişime ayak uydurmaya çalışmıştır. Edebî zevke sahip olan Sırrî Efendi, zamanında yaşanan hadiselerle de ilgilidir. Bunu kaleme aldığı yazı ve şiirlerinde görmekteyiz. Keman, kanun ve ud sazı ile meşguliyeti, mûsikî ıstılahlarına olan hâkimiyeti, musiki konusundaki genel görüşleri, özellikle öğrencilerine nota yazımını öğretmesi ve onlara sazı ile eşlik ederek koro şefliği yapması, şüphesiz Sadeddîn Sırrî Efendi’nin bu alanda sürekli ilerleyen bir gayreti olduğunu göstermektedir. Kendisinin ifadesi ile bir hoca bulamamış, yeni talebelerin arasına karışamamış olsa da mûsikîyi dönemin nazariyat kitaplarından ve irtibatta olduğu musikişinaslardan şahsî gayreti sayesinde öğrenmiştir.
Müzik insanla var olan organik bir yapı
Birçok farklı türden albüme çıktıkları ilk günden itibaren online platformlardan erişir olduk. Sizin albümünüzde bunlardan biri. Müzik piyasasındaki dijitalleşmeyi nasıl yorumluyorsunuz?
Günümüzde tüm veriler artık dijital platformlarda paylaşıma açılıyor ve yayınlanıyor. Tabii ki basılı olanın, elle tutulur olanın yerini hiçbir zaman tamamen alamaz. Ama müzik özelinde bakacak olursak erişimi çok daha kolay ve sınırsız kılıyor. Bir zamanlar haftanın belirli günleri bir araya gelerek müzikten nasiplenebilen insanlar tabii ki sayı olarak azdı ve erişimleri sınırlıydı. Bunun için musikişinaslara ulaşmaları, onlarla vakit geçirmeleri gerekirdi. Fakat bugün bir şekilde kendi tabî ortamında olmasa dahi bu eserlere ulaşabilir, bunları dinleyebilirler. Müzik insanla var olan organik bir yapıdır. O sebeple müzikte ayrımlardan ziyade etkileşimlerin esas olduğuna inanan birisiyim. Bu albüm özelinde konuşacak olursak bu eserler, bu dijital platformlar olmasa belki de kimse tarafından bilinmeyecekti. İşte dijital platformlar da arşiv niteliği taşıyan bu albümün ve bunun gibi birçoğunun etkileşime açık ve kolay ulaşılır olmasını sağlıyor.
Türk Din Musikisi üzerine akademik ve saha çalışmalarınız devam ediyor. Sohbetimizi nihayete erdirirken kültürel arşivimize katkı sağlayacak yeni bir albüm hazırlığı müjdeniz var mı?
Evet, bu alana dair çalışmalarım devam ediyor. Yakın zamanda bir single düşünüyorum. Onun dışında daha büyük bir proje olarak Halep örneklerinden oluşan Nevbe ve Şuğul’ler üzerine bir çalışma var, hâlen akademik olarak devam ediyor. İnşallah onlarında seslendirilmesi üzerine çalışacağız.