Usta bir dil: Denizağaçları, Kemikyüzleri

10 dakikada okunur

Denizağaçları, Kemikyüzleri genç yazar Feyza Ay’ın ilk öykü kitabı. Yazarın öykü dünyasına ise uzun bir süredir çeşitli merkez dergilerde aşinaydık. Söğüt Kitaplığı serisinden çıkmış eser “yitirilmiş adlara” ithaf ediliyor ancak biz okur olarak yepyeni adlarla, ifade biçimleriyle karşılaşıyoruz ilgili eserde. Yani “yeni bulunmuş, keşfedilmiş adlara” kavuşuyoruz. Bu da hem okur hem de yazar olarak benim için sevindirici bir durum.

Kitabı okurken bu ifadelere bazen sanatsal unsurlar eşlik ediyor. Bunu yazarın çizerliğine ya da görsel zekasına bağlamak mümkün müdür acaba, diye düşünmeden edemiyorum. İlk etapta başlıklar dahi bu estetik yönü gösterir nitelikte: “Bir Parça Işık:Gitano”, “Yerçekimsiz Kronotop” , “Kuklalar Temaşa Eder”, “İç Çekince Dönen Yıldıza”, “Tren Sesi İki Çizgi”, “Başlangıçsız Bir Çiçek” bu başlıklardan yalnızca bazıları olarak bize göz kırpıyor. Ayrıca eserde karşılaştığımız bir öykü, sinematografik sahnelere sahip. 

Yavaş yavaş onun öyküsüyle alakalı olarak bir tazelenmeye gitmek için kitabı baştan sona okudum. Daha doğru ifadeyle dergilerdeki müstakil öyküler dışında iki kapak arasında öyküleri okumak esere daha bütüncül bakmamızı sağlıyor elbette. Böylece onun dünyasından bir dalgıç gibi yitirilmemiş adlar, anlamlar çıkarmak istiyorum.

Kıymetli bir üslup şöleni

“Bir Parça Işık: Gitano”da bir kıymetli bir üslup şöleni karşılar okuru. Köylülerle yerlilerin çekişmesidir söz konusu olan. Beyaz adama ya da dünyaya dair derin tespitler, istihzalı ifadeler okuru düşündürür, bazen de o üslup şöleninin etkisiyle gülümsetir. “Yerçekimsiz Kronotop”da ise tertemiz, akıp giden, ustaca bir dil kullandığına iyice ikna oluruz yazarın. Şimdi birçok yeni çıkan öykü kitabında uzun süredir rastlayamadığım bir dil şöleni bu. Bu yüzden tebriği fazlasıyla hak ediyor.

“Kuklalar Temaşa Eder” ise birkaç bölümden oluşan çok sıkı bir öykü. Yazarın üslubundaki şiirsellik ya da öykülerdeki sıkı girişler de bu üslup şöleninden haber verir bize: Her gün bir çıkışla başlar günüm. Bazen rüyadan, bazen yataktan, bazen banyodan. Bugünse evden, eşikten. Güzel uykunun, mükellef kahvaltının, ıslık çalarak giyinip kuşanmanın ardından kendimi halkımın kucağına attım. Dışarıda oldukça taze bir hava var, ışıldayan güneş, polenlerden kurtulmuş bahar çiçekleri, kaldırımda koşuşan ayak sesleri.  

Beklemenin güzelliği

Her ne kadar ilk bölümündeki anlatıcı değişimindeki hızlı geçişler okuru yoruyorsa da bu öyküyü eser içinde öne geçiren etkenler var. “Çiçekler Gürültüyle Açar” bölümünde “beklemenin güzelliği”ni keşfederiz okur olarak. Beklenen her neyse gelmiyorsa bile buna dair bir bedel ödenmiştir ve bu anlamlıdır. “Bırakılmış İnsanlardan Bir Yağmur”da altını çizmek istediğim birçok cümle var: Hayatının çoğunu da başka biri olarak geçirdi, peki gerçekte kimdi, nasıl biriydi? Çoktan unutmuştu. Biliyordu ki öldüğünde sadece bir kişinin cenazesi kalkmayacak, o tabutta yüzlerce kişi yatıyor olacak. Ah ne büyük, ne yüce bir ölüm.Kendi olmaya artık çok uzak, kendi iç sesini dinlemeye kalktığında sağır olan bir karakterin cümleleri okuru düşündürür. Uzun zamandır böyle çarpıcı ya da sonu çarpıcı olan bir öykü okumadığımı belirtmeliyim. Aynı zamanda ilerleyen sayfalarda “Zımba Teli”ndeki Suat karakteri de yazarın “kendilik” üzerine düşündüğünün, kafa yorduğunun açık bir ispatı. “Zımba Teli”ndeki Suat karakteri ve karaktere dair psikolojik çözümleme, baştan sona beni afallattı.  

Zor sorularla başbaşa

“Kumları Yutarken”, teknik anlamda farklı bir öykü. Aynı zamanda bu öyküyü birkaç yönüyle özellikle öykünün ilk yarısında, Osman Cihangir’in çok sevdiğim bir öyküsüne, Lego Adamı’na benzettim. Lego Adamı’nı sevenler bu öyküyü de sevecektir, kanaatindeyim. 

Eserin ikinci bölümünde yani Denizağaçları’nda çok daha zor sorularla baş başa bırakır okuru yazar. İlk öyküdeki Sen gidersen Çerçi, seni kim özleyecek? sorusu gibi tıpkı. 

Teknik farklılıklar denildiğinde “Sahipsiz Mektup Anlatısı” da bana kalırsa bu türden bir hikaye. 

“Başlangıçsız Bir Çiçek”te ise “annelerinin kaderleri üzerine doğan ve kendi kaderlerine gömülen” kız çocukları başrolde. “Başlangıçsız Bir Çiçek”, bana Gökhan Özcan’ın bir cümlesini anımsattı: Korkarım ki hepimiz, koparılmış bir çiçeğe solacağını söyleyemeyen kelebekleriz.” Ana karakter yaşadığı olaylarla tıpkı koparılmış bir çiçeğe benzer. Havada kalmış bir hayal var burada. Tokalaşmak için uzattığımızda havada kalan bir el gibi bir hayal. Yürekte kalan bir ukde gibi aslında. 

Başka hayatlar başka dünyalar

Sonuç olarak içinde bulunduğu hayatı algılayan, algılamakla kalmayıp duyan ve hatta çok iyi bir şekilde duyumsayan, adeta bu hayatın fotoğrafını net biçimde çeken bir yazarla karşı karşıyayız. İçinden geçtiği ve belki de tanımadığını sandığı kalabalıkların, insanların hikayelerine ayrı ayrı konuk ediyor bizleri yazar. Hiç bilmediği ya da bilmediğimiz hayatları iyi bir yazar duyarlılığıyla karşımıza çıkarıyor.  Başka hayatlar, başka dünyalar demem sizleri yanıltmasın. Buna rağmen tanıdık acılar var eserde.

Feyza Ay, bazen sanatla bazen musikiyle iç içe, kimi zaman hüzün ortaklığında buluşan karakterleriyle, kimi zaman çağa, insanlığa, şehrin ya da köyün insanına eleştirel bakışıyla, kimi zamansa havada kalmış hayallerle bir üslup şöleni sunuyor bizlere. Bu öykülerden sahipsiz mektuplar da eksik olmuyor. Hikayelerindeki karakterler en çok beklemeyi seviyor gibi. Böylece anlıyoruz ki bu gencecik yazarın ikinci kitabını merakla beklemek de biz okurları sevindirecek.

Önceki Yazı

İstanbul’da sonbahar ve sanat rüzgarı

Sonraki Yazı

Âşık Veysel

Son Yazılar

YKY’de son çıkanlar

Yapı Kredi Yayınları eylül ayında birçok yeni kitap çıkardı. Yapı Kredi Yayınları’nın çıkardığı bu kitaplara gelin

Altın Portakal başlıyor

61. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali, başarılı oyuncu Sedef Avcı’nın sunumu ve oyuncu Serhat Kılıç’ın