Rabia Bulut
Yazar Mustafa Çiftci kalfalık ile ilgili şöyle konuşuyor: “Hala kalfalık vardır. Ve kalfalar çıraktan öte, ustadan ziyade bir yerde durarak uyurlar, yer, içer ve işine bakarlar. Ustalar ölmeyecekse kalfalar da ölmez.”
Bozkırda Altmışaltı, Adem’in Kekliği ve Chopin, Ah Mercimeğim hikaye kitaplarının yazarı Mustafa Çiftci ile denemelerinin yer aldığı son kitabı Kalfa Uykusu’nu konuştuk.Pandemi dönemi edebi yönden sizin için nasıl geçti?
Ben zaten evcimen bir adamım, üstelik emekliyim dolayısıyla beni pek sarsmadı. Allah başka dert keder vermesin gelir geçer bu günler…
TRT’nin sevilen dizilerinden Gönül Dağı’nın senaryosu sizin yayımlanmamış hikayelerinizden şekilleniyor. Bu yolculuk sizin için nasıl gidiyor?
Benim burada küçücük dünyamda kaleme aldığım hikayelerimin ekranda görünmesi güzel bir duygu. Şimdilik bir sıkıntı yok. Olmaz da inşaallah…
Denemelerinizde hikayelerinizden alınan tadın, duygunun düşünsel planını görüyoruz. Denemeleriniz ve hikayeleriniz arasındaki ilişkiyi nasıl yorumlarsınız?
Teşekkür ederim. Denemeler hikayenin yeşerdiği mantar toprağı gibi karılmış bir form. Yani hikayeler nerede demlenmiş acaba diyen olursa bu denemelere bakabilir. Ayrıca sırtını hikayeye dayamış denemeler bunlar. Hani azıcık gayret etseler hikaye olacakmış havaları var. Deneme arada bir tür demek istemiyorum ama denemelerde de hikayede de anlatmayı seven bir anlatıcı profili çok rahat kendini belli eder diyorum.
‘Kalfa Uykusu’nun girişinde ‘Hissetmek ve hissettirmek gayretiyle yazıyorum…’ diye belirtiyorsunuz. Yazmanın sizin için anlamı ve amacı nedir?
Edebiyatın talip olduğu hissettirmektir. Kanıtlamak, izah etmek, açıklamak, bilgilendirmek bütün bunlar başka yazı formlarının işi. Ben de edebiyat sahasında eser veren biri olarak yazmamın gayesini hissetmek ve hissettirmek olarak tanımlıyorum.
Çocukların içinde ukde olarak kalan cevaplanmamış sorular, meraklar üzerine çeşitli yazılarınızda değiniyorsunuz. Çocukluk zamanlarının cevaplanmamış sorularının, meraklarının insanın hayatında yeri nedir?
Çocuğu yetiştirirken bir “merak yönetimi” yapmak lazım. Çocuğun merakı dipsiz bir kuyudur. O kuyuya çocuğu düşürmeden ama çocuğu da merakta bırakmadan bir yol takibi lazımdır. Yoksa o meraklar topak olur, dert olur, dallanır budaklanır çocuğu yetişkin olduğunda da sarsmaya devam eder. Olmasın böyle, erken sorulara erken cevaplar verilsin ve kapansın o defter…
Kitaba ismini veren ‘Kalfa Uykusu’ denemesinde bir geleneği özetliyor ve kalfalığı hatırlatıyorsunuz. Şimdiki zaman içerisinde kalfaların uykusu halen öyle midir?
Kalfalık öldü, kalmadı deniliyor. Kalfa öldüyse “ara eleman” denilen insanların emeğini ne yapacağız? Hala kalfalık vardır. Ve kalfalar çıraktan öte, ustadan ziyade bir yerde durarak uyurlar, yer, içer ve işine bakarlar. Ustalar ölmeyecekse kalfalar da ölmez.
‘İki Kalas Bir Heves’ başlıklı denemenizde heves etmeyi bir hayat işareti olarak belirtiyorsunuz. Hevesi olmayan insanlar için sizin oraların tabiri ‘böcüğü ölmüş’ü kullanıyorsunuz. Hevesler nasıl diri kalır?
Heves öldürücü insanlardan uzak kalmayı bilmek lazım. Özellikle ergenlikte arkadaşlar çok hevesleri öldürür. İnsan heves ederek başlar, yol alır veya almaz o ayrı mesele ama bir işe başlamanın tılsımlı adımı o işe heves etmektir. Hevesle başlamış nice sanatçı, uzman, usta vardır ki işlerinde zirveye çıkmıştır. Mum alevini rüzgardan esirger gibi heveslerimizi esirgememiz lazım.
Masanızda bekleyen yeni hikayeler, denemeler, var mıdır?
Ömür biter yazmak bitmez. Bitmesin zaten. Hevesimiz, heyecanımız kesilmesin. Okumak yazmaktan aldığımız lezzet artarak devam etsin vesselam…