Aileniz ya da arkadaşlarınız tarafından anlaşılmamak, sevdiğiniz bir insanın sizi terk etmesi ya da bir yakınınızı kaybetmek… Örneklerini çoğaltabileceğimiz bu olumsuz duygu hallerinden herhangi birini yaşarken ne yaparsınız? Herkesin kendi acısının yerlisi olduğu bir dünyada, hepimiz o acıyla baş etmek için farklı bir yöntem deneyebiliriz. Hayatımızı kuran şeyler olayları yorumlayışımızda gizlidir. Verdiğimiz tepkilerle ya önümüzde kilitli kapılar açılır ya da o kapılar sonsuza dek sırlanır. Mesela canımız her yandığında bir hayalimizi gerçekleştirmek için adım atsak… İbn Arabi “Hayal, kemalin ta kendisidir” der ve ekler: “Hayal olmasaydı insan diğer canlılardan üstün olamazdı. İnsan hayal gücü sayesinde koşuşturur, başarıya erer, iftihar eder, nimetlenir.”
Şimdi size bir insanın yaşadığı acılardan sonra bu acıyla baş etme yöntemi olarak bir çölü bir ormana nasıl çevirdiğinden bahsedeceğim: Jean Giono, 1953 yılında yazdığı L’homme qui plantait des arbres öyküsünde, yüzlerce hektarlık çorak bir alanı oğlunun ve karısının ölümünden sonra tek başına ağaçlandıran Elzéard Bouffier’ın hikâyesini anlatır. 1987’de Frédéric Back’in yönetmenliğinde kuru boyayla tek tek çizilen sahneler Ağaç Diken Adam adıyla animasyon film olarak sinemaya uyarlanır. İki dünya savaşı arasında insanlığın geçirdiği değişime de ayna tutan Oscar’lı film tüm çorak toprakların sonsuza dek yeşerebileceğinin nişanesi olarak ıhlamur ağaçlarının ortaya çıkması ile sona erer. Yazarın gerçek bir olaydan mı esinlendiğini bilmiyoruz ama dünyanın birçok noktasında her gün bir fidan dikerek tek başına orman yapan insanların olduğundan haberdarız.
Bu hikâyeden yola çıktığımızda gerçek bir kahramanı çok uzaklarda aramaya gerek yok. Konya Ereğli Beyören Köyü’nde yaşayan Rahim Demirbaş muhtemelen böyle bir öyküden habersiz, 5 Kasım 1995 yılında trafik kazasında kaybettiği oğlunun ardından her gün bir ağaç diker. Maalesef öyküdekine benzer bir kaderle çok geçmeden eşi de vefat edince köyünden 500 dönüm arazi satın alıp ağaçlandırma faaliyetlerini hızlandırır. 25 yılda 32 binden fazla ağaç diktiği bu ormana oğlu Yahya Demirbaş’ın adını verir. 83 yaşındaki emekli matematik öğretmeninin diktiği ilk ağaçların boyu 15 metreyi aşar, ot bile bitmez denen bozkırın ortasında 100’ün üzerinde çeşitle 40 bin ağaç yeşerir. İlk zamanlar ağaçlara verecek can suyunu eşeklerle köyden taşıyan, ardından ormana 8 km uzaklıkta bir dranajla kuyulara su verip ağaçlarını hortumla sulayan Rahim Demirbaş’ı bu koşuşturmalardan çok insanların sözleri yorar. Ona “Sen ölünce kim bakacak buralara, boşa uğraşma!” derler. Onlara “Öleceğiz diye hiçbir şey yapmayacak mıyız?” sorusuyla cevap veren Demirbaş “Kıyametin kopacağını bilseniz bile elinizdeki fidanı dikin!” diyen Peygamber Efendimiz’in sünnetini bize hatırlatan canlı bir örnek olarak bugün hâlâ ağaç dikmeye devam ediyor.
O zaman şimdi canımızı acıtan o olay her ne ise onun üstesinden gelmek için bir hayal kuralım. Ve bir şeylerin değişeceğine, değişmesi gerektiğine inanarak ilk adımı atalım. Sonra bir adım daha, derken bir tane daha…