Yaşamak bizi affedecek mi?

10 dakikada okunur

Bu hayat tamamen gerçek bir hayalden esinlenerek yaşanmıştır. der Elif Erdoğan bir öyküsünde. Hayat bazılarımız için yaşanması zor bir yarış. Üstelik bu bir yarışsa bazılarımız bu yarışta ya da oyunda yer almak istemeyen küskün bir çocuk gibi. Öyle ki aramızda gerçek hayatın karşılığında hayalden bir dünyayı satın alanlar dahi mevcut. Yaşamak bu insanları affedecek mi? Bu gibi derken bir başkasından bahsettiğimi sanmayın. Bizzat silahı önce kendime uzatıyorum. Hayal dediğimiz şey gerçek hayatın yanında biraz yavan mı kalıyor dersiniz? İşte buna rağmen bu hayalden dünyanın sahiciliğini ya da gerçekliğini ispat eden yazarlar da var aramızda. Yazar bu noktada o hayalden dünyaya bizi özendiriyor gibidir. 

Öte yandan modern hayatın hızı karşısında kısa kısa öykü dediğimiz küçürek öykü türü, günümüz yazarları arasında da revaçta. Elif Erdoğan’sa bu türden öykülerinin arasından bir ümit demeti uzatmıştı Dokuzdan Küpe Çiçeği’nde okurlara. İlgili eser Yaşar Nabi Nayır Gençlik Ödülleri’nde dikkate değer bulundu. Kitap kısa öykülerden oluşurken yeni kitabı Tesadüfen Zümrüdüanka’da da bu türden bir öykü evrenine davet ediyor yazar okuru.

Zamanla şifa bulan karakterler

Tesadüfen Zümrüdüanka’ya geçmeden önce Dokuzdan Küpe Çiçeği’nden bahsetmek yerinde olacak. İlk öykülerden biri olan Deneysel’de depresyondaki karakterin kendini şifalandırma çabası göze çarpar. Tıpkı dokuzdan küpe çiçeği gibi insan da burada yas sürecinden zamanla şifalanmaya giden bir yoldadır. Kendini akıl hastanesinde bulan karakterler de eksik olmaz yazarın öyküsünden. Bu temadaki metinlerde hep Van Gogh’u hatırlarım. Onu anlamayan doktorların bulunduğu hastanenin duvarlarını süsleyen resimleri vardır ressamın. Bu çok hazin gelir bana. Deli isimli öyküde delilikten öte öyküdeki muzip bir anlatım okuru kavrar. Olmayan’da olmayan var olsa, neyin değişeceğini görürüz. Varlıkla beraber ömrü uzayacak olan bir anlatıcıdır söz konusu olan. U Dönüşü, bana İsmet Özel’in Kanla Kirlenmiş Evrak şiirini anımsattı. Şöyle der orada: “Karanlık sözler yazıyorum hayatım hakkında / Öyle yoruldum ki yoruldum dünyayı tanımaktan / saçlarım çok yoruldu gençlik uykularımda / acılar çekebilecek yaşa geldiğim zaman / acıyla uğraşacak yerlerimi yok ettim / Ve şimdi birçok sayfasını atlayarak bitirdiğim kitabın başından başlayabilirim.” Öyküdeki karakterin duygu dünyası bu satırları ihtiva eden bir film gibidir.

Dünün, anıların, düşlerin öyküsü

Erdoğan öyküsünü okurken onun düşsel öykü evreni şiirsel çağrışımlar yaşamamıza sebep oluyor, bana kalırsa. Bir gül aynı limanda kaç kere solar, diyen bir şair var. Silinen Hikâye’de ise ağaç yazarın deyimiyle solması gerektiği yerdedir. Yazı İşleri’nde bir yazar portresiyle karşılaşırız ki yüzümüz gülümser: “Karakter yaratamaz, mekan kuramaz, kurgu hiç yapamaz, zaman desen bugün başlatıp düne vardırır. Ama öyle bir yazar ki ayaktaysan altına bir sandalye çeker, çayın soğuduysa tazeler, sigaranı yakar. Başını bile okşar yalnızsan. Zamanı uzatır, zamanı böler, bazen durdurur. Yağmur yağdırır, güneş açtırır, sisi dağıtır. Bazen çıkarır çoraplarını toprağı ayağının altına çeker. Çok şey oldurur zamansız mekansız kimsesiz satırlarla.” Aslında bu satırları okuduğumda yazarın öyküsüne dair de bir dikkate ulaşıyorum. Çünkü onun da zaman zaman dünün, anıların, düşlerin hikayesini yazdığını düşünüyorum. Anlatıcının, karakterin kaleminden dökülen bu satırlar dahi yazarı öykü içinde sobelemeye yetiyor. Çünkü onun kalemi de tıpkı böyle. Yağmur yağdıran, güneş açtıran, iç ferahlatan bir devinim halinde öyküler var. Ben bazen bazı öykülerden zamanı, mekanı ve olayı bu türden yapı taşlarını aramayacak kadar edebî haz duyuyorum. Elif Erdoğan tam da bunu gösteriyor bizlere. Başlangıç ve bitişlerden belki de neticeden ziyade yolun kendisini önemsediğini bu ilk kitabın her satırında gözlemlemiştik. Üstelik yazarın bunu kısa öyküyle kotarması dikkate değer bir başarı. Usta yazar H. E. Bates “Gökyüzü nasıl tuğlalardan yapılmamışsa öykülerin de boru hatları gibi döşenmediğini unutmamak gerek.” derken belki de edebî metinden alınan hazza işaret ediyordu, diyebilir miyiz?

Dokuzdan Küpe Çiçeği’nde dışarıdan tam görünen eksik karakterler de karşılıyor bizi. Ya da hevesini kaybettiğini düşündüğümüz bir kuş. “Kurşunun değdiği yerde hevesin ölüşü” misali. Ancak burada kurşunun değdiği yer ya da yitip giden tam da yaşama dair hevestir aslında. Mevzu bahis bir kuş olsa bile.

Bir devam filmi niteliğinde

Tesadüfen Zümrüdüankadaki Bilmek öyküsünde şöyle bir ifade geçer: “…Yaşam acı gerçekleriyle pusuda her an.” İşte yazarın öyküsünde bunu sezsek dahi Elif Erdoğan’ın düşsel öykü evreninde yaşamak güzel, diyebiliriz. Dünün öyküsünü yazan yazar demiştik onun için. “Geçmişe açılan yollar kaç kapılıdır?” diye sorarken anlatıcı, yazarın geçmiş dehlizinde yolculuğa çıkmak da kıymetli biz okurlar için. Bazı öyküler şunu düşündürdü bana. Tesadüfen Zümrüdüanka’nın ilk kitaptan sonra bir devam filmi niteliğinde olduğunu.

Eserin sonunda “Bugün gölgem yoktu.” diyor yazar. Hem buradan hem de eserin genelinden hareketle yazarın belli imgeleri dert edindiğini söylemek yerinde olacak. Gölge, çiçek, gül gibi imgeler okuru iki kitapta da karşılıyor. Çocuk imgesinin hakim olduğu güzel bir öykü de var eserde. Yazarın deyimiyle çocuk karakterin “…ayak bileğinden sızan kan, tek kanadını kocaman açmış bir kuş deseni yapıyor beyaz çorabında.” Öyle görünüyor ki Elif Erdoğan bizi “kuş renkli çocukluğumuza” döndürmeye hevesli.

Önceki Yazı

Kuruluş’un romanı: “Söğüt’teki Çınar”

Sonraki Yazı

Dijital platform kullanıcıları  eski alışkanlıklarına geri mi dönüyor?

Son Yazılar