Yaz yaz nereye kadar?!

5 dakikada okunur

Seyahatlerin en güzel tarafı, bizi bize kazandıran yanı olsa gerek. Bu arada kastettiğim seyahat, iş kalabalığından sonra tatil kalabalığı olan yerlere koşar adım gitmek değil; ıssızlığın duvağını açıp, huzuru çadır yapıp, ruhunuza bir dem susup kendinize koşmak. Evet…

Yıl boyunca bir koşturmanın başkarakteri ya da figüranısınızdır. Öyle ya da böyle telaşlar sizi size unutturacak kadar bencildir de. Telaşın olmadığı yerde hayat elbette yoktur. Ama bir türlü şu tutturamadığımız, “orta yol” dediğimiz nokta, şifa iken zarar olarak karşımıza çıkabilir. Çalışmanın da tatilin de ortasını bulabildiğimiz dönemlerin yol arkadaşı, ruhumuzu dinlendirdiğimiz anlardır.

Seyahat demiştik… Uçak ile yolculuk zaman kazandıran akılcı bir çözüm olsa da otobüs yolculuğu her zaman tercihimdir kendime kaçmak istediğim anlarda. Bulutların masalvari duruşuna kısa kaçamaklar yapmak elbette çekici. Göğün göğsüne yakın olan ruhunuzu anlık özgürleştiren o heyecan elbette coşku dolu. Oysa ayakları yere basan anların sıcağı sıcağına size sunduğu malzemeler çok daha reel ve doğaldır hep. Molalardaki tevafuk ehli selâmlaşmaların mahallevari buluşmalara dönüşmesi de ayrı bir yazı konusu. Ara ara aldığınız kısa notların takipçisi yaşlı bir teyzenin molada yanınıza yaklaşarak; “Yaz yaz nereye kadar!?” suali ile aslında uzun süredir aradığınız sorunun cevabını belki bulamamışsınızdır ama şeddelenmiştir dimağınızda bazı kısır duruşlar.

Bir yerde duymuştum “Kâğıt kesiği de ağacın intikamıdır!”… İntikamını alacak olan her şey o hudutsuz anlamın avlusunda yok olurken, varoluşuna vereceği selâmı bekliyor. İşte bu yüzden mola yerindeki teyzenin suali düşündürürken gülümsetti, gülümsetirken düşündürdü.
Fuar yazarı olmak, halkın yazarı olmak, hayallerin yazarı olmak, edebiyatın yazarı olmak, birilerinin sipariş yazarı olmak ya da ideallerinin kıyısında kendi davanın yazarı olmak…

Sonra…

Yüreklerine, yaralarına, suskunluklarına ve haykırışlarına dokunduklarınızın çiçeklendiği topraklarda imzanıza denk gelmek. İnsanı insana yaslayıp şartsız iyilik/güzellik/vefa maratonunda en önde ya da en arkada ama illâ o koşuyu bitirmek, bitirebilmek, bittirtirebilmek!..

Peki ya sonra? Sahi teyzenin suali, özellikle de son dönemde vefat eden edebî büyüklerimizin ardında bıraktığı o nitelikli düşünceyi de yeniden getiriyor aklımıza. Göçtüğünüzde ardınızda bırakacağınız “gelecek” siz yokken de cümleleriniz birilerinin uçurtmasının ipi oluyorsa ya da avuçlarındaki kurtuluş oluyorsa veyahut kördüğümüne kanat oluyorsa… Bir geleceğin inşasında rolünüz varsa. İşte bu kutlu düşünce nereye kadar kalem oynatacağınızın haberini veriyor; size de duymak isteyene de duymamazlıktan gelenlere de…

Hadi, seyahate…

Önceki Yazı

Acıdan kaçanın hikâyesi olmaz

Sonraki Yazı

Polemik yazısı

Son Yazılar