Hayatın yazıya karşı taarruzu nereden başlar emin değilim. Bir yolculuğun hikayesiyle yazının kesişmesi, poetik bir başkaldırı gibi geliyor bana. İnsan hareket ettiği için mi metni kıpırdar yoksa yazı insanı durdurduğu için mi metin akar? Sabitlik; yer, zemin, mesela bir yazı masası, çoğu insan için yazmanın sürdüğü yeri belirler. Bilmiyorum. Fakat benim için böyle değil. Havaalanında uçağım rötar yapınca bu metni yazıyorum mesela. Yazı kıpırdar. Aristoteles, öğrencileriyle Lycée’nin adımlıyor, Kant, Köniksberg’de günlük gezintilerden neyi umuyordu? Rousseau, Fransa’yı boydan boya yürüyerek, Nietzsche ise Sils-Maria’nın bayırlarında yolculuk yaparak düşünceyi yerinden kaldırıyordu.
Tarih boyunca seyahat eden erkekler midir peki? Değil. Başka açıdan bedenleriyle hayatı deneyimleyen kadınların metinlerine dair ne söylenebilir? Doğurmak ve yaratım bir kadının eşsiz tecrübesinin aktarımı ve bununla gelen metnin yaratımı benzer tecrübelere gebedir. Peki, bir metnin kimliği nedir? Kişiliği ve cinsiyeti var mıdır? Kadın yazar yazmaya başlarken “kendine ait bir oda”nın dışını taşıyorsa eğer meleklere cinsiyet biçilmesi mi gerekir? Olabilir bundan gocunmak, yazıyı, sözü ve etkiyi bir tahakküm alanına sokmaya çalışmak gibi toy geliyor bana. Bir kadın yola çıkar, bir kadının metni kadın gibidir, hepsi mümkün.
Şükûfe Nihal’in eşsiz yolculukları
Şükûfe Nihal, günümüzde adından bahsedilmeyen bir yazar. (1896-1973) Hakkında yazılan ulaşabildiğim tek kitap bir profesöre ait: Bir Cumhuriyet Kadını Şükûfe Nihal. Birçok kitabı ve kendisi gibi seyahate çıktığı kadın yazarların da tecrübelerini aktardığı yazılar henüz bir araya getirilmedi. Halide Edip’in yazısını sırtlayan seyahatleri mesela Hindistan gezisi, Şukufe Nihal’in Finlandiya seyahati, Müslüman kadın yazarların daima dışa vurumu ve fakat içsel derinlikleri bugünün tecrübesine aktarılmadı hala. Yazarın Finlandiya ve Domaniç Dağlarının Yolcusu dikkat çekmek istediğim kitapları.
Bir başka açıdan neredeyse yüz yıl önce kadınların hareket alanlarının sınırsızlığı beni cezbediyor. Peygamberin “…bir kadının Hîre’den hareket edip Allah’tan başka hiç kimseden korkmadan tâ Ka’be’yi tavaf edeceğini göreceksin” sözünü ne kadar yerinde yaşıyor dönemin kadın yazarları. Şükûfe Nihal, 1919 yılında Darülfünun’dan mezun olan ilk kadın ve Coğrafya bölümü mezunu. Hakkında karar kıldığı bölüm dahi zihin dünyasına yönelik bir ipucu içeriyor Şükûfe Nihal’in.
Finlandiya’yı 1932’de üç gün Finlandiya’ya giderek 1935’de yazıyor Şukufe Nihal. Yazının, hareket alanlarını kendine çekmesi bugün yerini başka mecraların ve görselliğin aldığı bir dünyada alt metin olarak can buluyor. Şükûfe Nihal’in Finlandiya’yı seçmesinin birkaç nedeni var. Yolculuğa çıkmadan önce yaklaşık 10 yıl kadar önce Grigory Petrov’un Beyaz Zambaklar Ülkesi’ni okur ve içindeki yol tutkusu bu seyahatle kesişir.
Şükûfe Nihal’in gazete ve dergilerdeki özellikle Anadolu seyahatlerini teşvik eden yazılarıyla seyahat notları, kitaplaştırdığı Domaniç Dağlarının Yolcusu ve Finlandiya’da idealist bir perspektiften Cumhuriyet aydınlarının gelişmiş bir halkı arzulama bakış açısına sahip olsa da Şükûfe Nihal’deki Anadolu’ya karşı merak, kendi toprağına karşı derin alaka ve derin kavrayış, onu kendine yabancılaşan kavrayıştan uzak tutuyor. Bunun sebebini evinden oturup köyü anlatmaya çalışan bir bakışla değil de harekete geçip yerinde görmek ve seyahat arzusuyla açıklayabiliriz.
Şükûfe Nihal, kafasında daima gezdiği yerleri imar etme fikriyle dolaşıyor. Asıl gelişmişlik seviyesine içinde bulunduğu dönem koşullarını da eklersek yazarın gelişmişlik meselelerinin etrafında dönme iştiyakını anlayabiliriz. Anadolu köyleri ve köylülerinin durumunu iyileştirmek ve onları iyi bir hayat seviyesine yükseltmekle ulaşılabileceğine inanıyor ve en iyi örnek ülke olarak Finlandiya’yı görüyor. Gezisini hızla kitaplaştırması, aldığı belirsiz bir duyum üzerine yola çıkması bu dönem dahi çoğu insanın cesaret edemeyeceği bir tanıklığa arka çıkma şekli. Benim için bu yazıda dikkat çekici kısım bu.
Yolculuğa övgü ayağa kalkma güdüsü
Michel Onfray, Fransız ulusal entelektüel hayatının son çeyrek asrına damgasını vuran, çoğu insanın tanıdığı Fransa’nın belki de en gözde düşünürü. Onfray’in felsefi atlasını Yolculuğa Övgü’de duraklatacağım. Kitap yola çıkmayı isteyen ve bunu gayet sade ve anlaşılır gerekçelerle yapan, her şeyden önce yola, harekete, akışa tutkun insanlar için gezginliğin ne anlama geldiğini anlatmaya çalışıyor. Yolculuğun, belli belirsiz ve şiddetli bir istekle başladığını söyleyen Onfray, çeşitli mitler ve Yunan hikâyelerinde yer alan bu arzuyu aktararak yargısını temellendirir. Onfray “Her yolculuk bir anımsamanın üstünü örter ve onun örtüsünü kaldırır” diyerek uzun duraklarda bekletir okuru.
Dominos Dağlarına Yolculuk kitabında Şükûfe Nihal mesela tek bir hikâyeden etkilenerek yola çıkıyor. Dönemin koşullarında çok ağır şekilde gerçekleşen seyahatinin şiddetini belirleyen şey ise duyduğu bir olay. Domaniç’te bir kadının tek başına büyüttüğü oğlunun düşmanla iş birliği yapması üzerine beline silahı takıp yola çıkarak oğlunu bulup onu vurmuş olması Şükûfe Nihal’de bir merak uyandırıyor. Bu hikayenin peşinden giderek kasabada herkese ulaşan Şükûfe Nihal’i harekete geçiren tutku öteki kadının cesareti ve yolların kesiştiği hareket arzusu.
Evin kapısını kapatıp anahtar hareket ettiğinde başlayan yolculuk, Onfray’e göre kişinin seyahatinde yükselen ritme de hayat verir. Seyahat kadın tarihinde ayrıca önemli bir yerde durur. Yasaklara, kapatılma ve engellenme halinde beliren durağanlık karşısında yola çıkıp bu tecrübeyi yazıya aktarmak Müslüman coğrafyasında önemli bir yer gösterir. Kadınların müstear isimle eser yazdıkları ve bastırıldığı, duygusunu, “kendine ait bir oda”yla taçlandırmanın dışında dikkat çekici bu tecrübe ve metin genişliği beni cezbediyor. Umarım bu tarz metinler gün yüzüne çıkar ve iyi bir yayıncılıkla okuyucuya tekrar hatırlatılır.