Yazmanın büyüsü!

5 dakikada okunur

“Ruh, yazının icadından beri ölümsüz…”
Cemil Meriç
Yazmak eylemi, insan ruhuna şifa veren büyülü toprakların bereketinde tarifini tamamlar. Bu topraklara ektiğiniz her şeyin ama her şeyin verimini almanız mümkündür. Çünkü kelimelerin ve cümlelerin eteklerinden tutunabilenler, mutlaka şükürbaz bir bakış açısına sahiptir. Hayata sadece kendi penceresinden bakarak ömrünün sayfalarını öyle ya da böyle doldurmaya çalışanlara karşın; yazmanın kıyısında güllenenler kendi pencerelerinin dışındaki pencereleri de harflerin izni ile açarak, bir başka dünyaya selâm verir/verdirir…
Yazmak, sırf edebî anlamdaki adımlar için gerekli bir sistem değildir. Ruha terapi veren yanı, insanı iyileştiren tılsımlı bir rüzgârdır da. Günlük hayatta bizi üzen, yıpratan, eskiten şeylere, kafa tutmanın en müstakbel yanıdır yazmak! Günde on beş dakika yazmaya zaman ayırmak, aslında kaliteli anlara kapı aralamaktır. Dinlenmiş ve doymuş bir ruh ne kendine ne başkasına ağır gelir. Hep üstüne ısrarla koyduğumuz yüklerin esiri olmadık mı? Daha fazlasını taşırım diyerek, nefsin fısıltılarına boyun eğmedik mi? Oysa ağırlığı anında hissetmemiz için verilen akıl da kalp de uyarırken bizi. Israrla… Süreklilikle… Ve inadına, duymamıza rağmen arka sokaklarımıza atmamızla…
Sanırım mesele mesajları almakta ama uygulamamakta olsa gerek. İşte bu yüzden yazmaya meyletmiş her gönül, hayatı okumanın da şifresini çözmüş demektir. Hayatı okuyabilen her insan, kendi kapısının önünden başlayarak, diğer kapıların önündeki çer çöp ve zararlı kıvranışları da görebilen; empatisini yazarak çözebilen bir mânâya dönüşür.
İlk emir “Oku!” idi… O emrin içindeki anlam, tüm anlamlardaki okumanın fermanıydı da… Tekdüze bir yaşam tarzının esiri olmak, mutsuzluğun, depresif bir ruhun ve en çok da sürekli şikâyet eden bir kişiliğin sesi olmaktan geçer. Okumanın sırrını çözüp, yazmanın genzinde çoğalanların türküsünü, mutlaka yarınlar söyler. Yarınsız bir düş, çöl yazgısına teslim olmuş gülüştür. Ruhun, kalbin, aklın ve ömrün gülüşünü hesapsız sığdırabileceğimiz tek yer, cümlelerin avlusunda sonsuzluğu mayalayan yer olsa gerek.
İşte bu yüzden, aramızı yarınlarla açan, hayâlsizliğin ta kendisi değil mi? Hayâl gücünü yazarak korumak, hem edebî minvalde, hem de insanı iyileştiren şifa basamağında önemli bir yere hep sahip olacak. Yazmanın büyüsünde şeddelenen bir ruhun duvağını ancak ve ancak o cümleleri armağan eden kapatabilir sadece…
O vakit “Bilgiyi, yazı ile pekiştirin…” diyen en Sevgili’nin sözünün kıyısına kıvrılıp; ruhumuzun sonsuzluğuna engel koyan çitleri, usul usul yazarak yıkmaya var mıyız?

Önceki Yazı

Tarih dizilerden öğrenilir mi?

Sonraki Yazı

Genç Hikâyeciye Yol İşaretleri – III

Son Yazılar