Bir disiplin olarak edebiyat incelemesinde ya da salt okurlukta, metinle olan ilişkimizin ve metne dayalı çıkarımlarımızın sınırı ne olmalıdır? Metni kendi amaçlarımız doğrultusunda mı kullanacağız, görünürde olmayan fakat satır aralarına gizlendiği düşünülen birtakım örtük anlamlarını mı arayacağız, ya da yazarın metni oluştururken ki niyetiyle mi ilgileneceğiz? Bunlardan hangisi, metinle kurduğumuz ilişkiyi açıklayan makul bir orta yol olacak?
Umberto Eco, metinlerin haklarıyla yorumcuların hakları arasındaki diyalektiği incelerken son dönemlerde yorumcuların payının aşırı öne çıktığı kanısına varır. Amerikan eleştiri üslubunun okura sınırsız, denetlenmesi olanaksız okuma yetkisi vermesine, birtakım eleştiri kuramlarının, bir metnin güvenilir yegane okumasının yanlış okuma olduğunu ve bir metnin varoluşunun ortaya çıkardığı tepkiler zincirince belirlendiğini ifade etmesine, yine Todorov’un savunduğu, bir metnin yazarın sözcükleri, okurların ise anlamı getirdikleri bir piknikten ibaret olduğu yönündeki ifadesinin karşısında durur Eco. Metinle ilgili tek bir yorumun doğru ve genelgeçer yorum olduğunu kanıtlamak, yine metinle ilgili tek bir okumanın doğru okuma olduğunu kabul etmenin gereksizliğine atıf yaparken kastettiği şey, bir metnin çoğul yoruma el verecek şekilde okunması gerektiğidir. Metin henüz yazılırken yazarın niyetinin ne olduğunu araştıran ya da metni okurken okurun fikirlerini ve niyetini öne çıkaran kuramların karşısına, “metnin niyetini” koyar Eco ve bu ara yola dikkat çeker.
Bir metnin amacının örnek okuru üretmek olduğunu söyleyen Umberto Eco’nun ifade ettiği şey; bir metnin, çoğul yoruma elverecek şekilde okunmasıdır. Orada tek bir yorum ve tek bir doğru okumadan söz edilemez. Peki, bunca farklı sesin yükseldiği bir konudan hangi yorumun aşırı, hangisinin makul olduğu kanısına nasıl varacağız? Kötü yorumu belirlemek için elimizde herhangi bir ölçüt var mı?
Zannediyorum ki burada, metinle ilişkimizi belirlerken takınmamız gereken en doğru tavır, bir ara yol tutturmak olmalı. Metinlere yaklaşımımız her kelimenin altında başka bir anlam arama ve bulma ilişkisine evrildiğinde metinle ilgili yorumlar, kurulmayacak yerlerde kurulan, kopuk anlamsal bağlara dönüşebiliyor. Burada odaklanmamız gereken metinde bırakılan boşlukları doğru biçimde yorumlamak ve okuryazardan bağımsız olarak metnin kendi gerçekliğiyle ifade ettiklerine odaklanmaktır belki de. Ancak tam da burada akla başka bir soru geliyor, “Eser yazarından bağımsız, kendi kendine mi oluşur?”
Zihinsel serüvenin, sayıklamanın, görme biçiminin neticesinde ortaya çıkan metin, onu var edenden ayrı bir yerde dursa da bu onun oluş evresindeki bağlı olduğu zihinsel gerçekliği yadsımaz. Metni var eden biri vardır ve tabii olarak yazarından izler taşıyacaktır. Burada dikkat edilmesi gereken, karanlıkta yol bulmaya çalışırken şimşek hızıyla yanıp sönen ilk ışığa meyletmemek olacaktır.
Profesyonel okur, ne yazarın hayatını kutsallaştırıp metinde onu arama telaşına kapılır ne de metni kendi çıkarlarınca kullanıp aşırı uçlu yorumlar yapar. Umberto Eco’nun bazı makul yorumları, aşırı yorum olarak kabul ettiği tartışmalar göz önünde bulundurulursa, tali bir başka yola ihtiyaç olduğu düşünülebilir. Metnin boşluklarını doğru yorumlayan, gereksiz şüphecilikle mütemadiyen yazarın niyetini aramayan, fakat onun gerçekliğini ve yaşamının metne etkisini kabul eden, metne yöneltilebilecek iyi soruların peşinden giden ve bunların yanıt arayarak metinde ilk anda dikkati çekmeyen alt metinleri yakalayan bir başka iyi yol bu.