Tiyatro ile geçen bir ömür düşünün. 1964 yılından beri tam 58 yıldır tiyatro sahnelerinde izlediğimiz Zihni Göktay, bugünlerde yeni bir tiyatro oyununun hazırlığı içinde. “Dârülbedâyi’nin neferiyim ben. Ne derler çenem bağlanana kadar yani ölene kadar tiyatro yapacağım.” diyen Göktay sözlerine şöyle devam etti: “Yalansız, dolansız, illüzyonsuz hayatın bir aynasıdır, tiyatro. İnsanı insanla anlatan bir sahne gösterisidir. Montajı falan yok, perde açılır hatasıyla sevabıyla oynarsın. Hayat gibi… Heyecan ise hep var. O biterse zaten ‘hadi eyvallah’ deme vakti gelmiştir.”
Onun tiyatro sevdası daha 6-7 yaşlarında başladı. Babası ile Dârülbedâyi’ye gider oyunlar izlerdi. Daha sonra ilkokul müsamerelerinde oyunlara katıldı ve lise yıllarında tiyatro koluna yazıldı. O zamanlar kafaya koymuştu tiyatrocu olmaya. 1960’da amatör olarak adım attığı mesleğine 1964 yılında profesyonel bir oyuncu olarak Ankara’da devam etti. Bugün ise 1973’te girdiği Şehir Tiyatroları’nda hala seyircisi ile buluşuyor. “Dârülbedâyi’nin neferiyim ben. Ne derler çenem bağlanana kadar yani ölene kadar tiyatro yapacağım.” diyen büyük usta Zihni Göktay, sanat dolu yaşamını Litros Sanat’a anlattı. Bugüne kadar 73 oyunda yer alan deneyimli oyuncu, tuluat geleneğinin de son temsilcilerinden. Birçok sinema filmi çeken Göktay aynı zamanda önemli kült diziler ve reklamlarla da evlerimize konuk oldu. Bugünlerde yeni bir tiyatro oyunu hazırlığında olan Zihni Göktay ile keyifli sohbetimizi sizler için kaleme aldık.
60 yıldır altin bilezigim var
Tiyatrocu olmaya nasıl karar verdiniz? Ailede tiyatro ile ilgilenen var mıydı?
Ailede herkes müspet ilimlerle uğraşıyordu. Babam da terzilik yapıyordu, zanaatkar idi. Tiyatroyu çok severdi babam, beni de küçükken Dârülbedâyi’ye götürürdü. Yani bugünkü adıyla Şehir Tiyatorları’nın çocuk bölümlerine gelirdik. İlkokul müsamerelerinde roller almaya başladım daha sonra lisede tiyatro koluna geçtim. O zaman tiyatrocu olmaya karar verdim. Sayısal derslerle aram iyi değildi zaten. Daha sonra Eminönü Halk Evi’ne kayıt oldum. İstanbul Üniversitesi Talebe Birliği Gençlik Tiyatrosu ile Milli Türk Talebe Birliği Gençlik Tiyatrosu’nda oynadım. Aileden bazı isimler tiyatrocu olma demeye başladı. Babam hariç herkes benim tabip, eczacı ya da avukat olmamı söylüyordu. Ben onlara aldırmadım tabii. Ankara’ya gittim ve 1964 yılında Ankara Meydan Sahnesi’nde profesyonel tiyatrocu oldum.
Bu aslında bugünde vardır ya, aileler çocuklarının illa bir altın bileziği olsun ister…
Valla benim 60 yıldır altın bileziğim var çok şükür… Kendi bileziğimden şikâyet etmedim. Çok sıkıntı çektim, engebeli yollar oldu. Ama bu da işin lezzeti diyelim.
İyi ki tiyatrocu olmuşum diyor musunuz?
Evet diyorum tabii. Ne derler çenem bağlanana kadar yani ölene kadar tiyatro yapacağım.
İlk oyununuz hangisi idi?
Amatör olarak ilk oyunum Eminönü Halk Evinde oynadığım Müfettiş idi. Burada Yargıç rolünde idim. 16-17 yaşlarındaydım ve 50 yaşında bir karakteri oynamıştım. Zaten benim yapım karakter oyuncusu olmaya yatkın. Bu nedenle çok sevilmişti. Ankara’da profesyonel olarak oynadığım ilk oyun ise Haldun Taner’in Eşeğin Gölgesi’nde adlı oyunu idi. Ankara’da on yıl kaldım. Ben istikrarlı biriyimdir. Başka bir tiyatroya geçmedim orası kapanıncaya kadar. 1973 yılında kapısına kilit vuruldu. O dönemki siyasi olaylar, TV’lerin ülke geneline yayılması bunda etkiliydi. Ben de İstanbul’a baba evine döndüm.
(Merve Yılmaz Oruç ve Zihni Göktay)
İstanbul’a dönünce neler yaptınız? Dârülbedâyi’ye girişiniz nasıl oldu?
Ee bu saatten sonra limon satacak değildim ya, artık tiyatrocu olmuştum. Şehir Tiyatroları’na müracaat ettim. Dârülbedâyi’nin kurucularından Vasfi Rıza Koca beni önce yevmiyeli işe aldı. 6-7 ay böyle çalıştım. 1974 Mart ayında seçim oldu belediye başkanı değişti ve Şehir Tiyatroları’na da Muhsin Ertuğrul geldi. Vasfi Rıza ve ile Muhsin Ertuğrul Türk tiyatrosunun hamisi ve banisidir bana göre. Muhsin Bey beni kadroya aldı.
Yeni oyun yeni yılda geliyor
Meslek hayatınız boyunca kaç oyun oynadınız? Sizin oyunlar da hep uzun soluklu oldu.
Bütün hayatım boyunca 73 oyunda yer aldım. Ve söylediğin gibi oyunlar uzun soluklu idi. Yoksa bu tiyatroların, filmlerin ve dizilerin sayısı daha çok olurdu. Lüküs Hayat’ı 28 yıl oynadım. Aristophanes (Kuşlar) ve Cibali Karakolu 6 yıl sürdü. Resimli Osmanlı Tarihi, Kanlı Nigar, Pembe Konağın Gelinleri beş yıl, Hisse-i Şaiya ise dört yıl sürdü.
28 yıl dile kolay…
Kısık ateşte, altını çok yakmadan 28 yıl benim doğaçlamalarımda devam etti, Lüküs Hayat. Sosyal çarpıklıklara, dünyada olup bitenlere parmak basarak; fincancı katırlarını ürkütmeden, zülfiyare dokunmadan yaptığım dogaçlamalar vardı. Seyircide bunları sevdi ve itibar gösterdi. İnsanlar sevmeseydi zaten yapmazdım. Benim üzerine koyduklarımla oyun uzadı. Ben hep vardım ama etrafımdaki kişiler sürekli değişti. Ama her zaman bir uyum ile oynadık. Tiyatro ekip işi sonuçta.
Cibali Karakolu’nda ise hocalarımdan el aldım. 11 yaşındayken bu oyunu Muammer Karaca’dan daha sonra Nejat Uygur’dan izledim. 2014 yılında Dârülbedâyi’nin 100. yılı münasebetiyle yeniden bu oyun konulunca oyunda ben yer aldım. Güncel espiriler ile revize ederek oynadım. Bu oyunun şöyle bir güzelliği de oldu burada yer alan orkestra şefi de oğlum Ömer Göktay idi.
Hisse-i Şaiya’yı oynarken de pandemi oldu, eşim rahatsızlandı 3 yıl ara verdim. Orada da kızım ve damadım ile rol aldım. Ben aynı oyunlarda oynamayı severdim. Şehir Tiyatroları kalabalık bir aile. Bazı oyunlar bazı oyunların çıkmasını engelliyordu. Genç arkadaşlarda hep aynı rolde oynamak istemiyor farklı oyunlarda yer almak istiyor. Bu yüzden o pandemi sürecinde dağıldı Hisse-i Şaiya kadrosu…
Sizi tekrar ne zaman izleyeceğiz sahnede?
Şu an bir oyun hazırlığındayız. Provalara başlayacağız. Sanırım şubat ayında oyun çıkar. İsmi değişmez ise Babam Evleniyor olacak. Yaşlı bir adam var karısı ölmüş kızı ve damadı kendileri ile yaşamasını istiyor. Adam da biraz mızmız. Aradan zaman geçiyor sıkıntılar çıkıyor. Ve damat babamı evlendirelim diyor. 3 tane talip geliyor. Aralarından birini seçecek ve evine dönecek. Bakalım hepsiyle mi gidecek biriyle mi gidecek sonu sürpriz olsun. Hem komedi hem duygusal kısımlar var. Ben de özledim sahnede olmayı, seyirci de özledi, biliyorum. Şehir Tiyatroları benim evim, ben buranın bir neferiyim.
Hep tabildot yedim, alakart seçme imkânım olmadı
Seyirci çok seviyor sizi. Neden?
Tabii bunu seyirciye sormak lazım. Ben hiçbir zaman kibirli biri olmadım. Halkın içinden çıktım geldim, halkın sanatçısıyım. Benimle konuşmak istemeyenleri geri çevirmedim, yaşı ne olursa olsun sohbet ettim, sorularını cevapladım. Genelde sahnede de halk tipi insanları oynadım. Ondan dolayı beni seviyor olabilirler.
Tiyatro sahnesini nasıl tanımlarsınız? Hala heyecan olur mu sahneye çıkmadan?
Yalansız, dolansız, illüzyonsuz hayatın bir aynasıdır, tiyatro. İnsanı insanla anlatan bir sahne gösterisidir. Montajı falan yok, perde açılır hatasıyla sevabıyla oynarsın. Hayat gibi… Heyecan ise hep var. O biterse zaten “hadi eyvallah” deme vakti gelmiştir. Seyirciye olan saygımız ve sorumluluk bilinci o heyecanı hep yaşatır.
Oyun seçtiğiniz oldu mu?
Ödenekli tiyatroda olduğumuz için öyle bir şansımız yoktu. Hep tabildot yedim alakart seçme imkânım olmadı. Bana verilen her oyunu oynadm. Rahatsız olduğum ve oynamak istemediğim bir oyun oldu sadece. Ama şimdi emekli olduğum için tabii tercih etme hakkı özgürlüğüm var.
Geçmişe dönüp baktığınızda tadı damağınızda kalan bir oyun var mı?
Bu evlatlarından hangisini daha çok seviyorsuna döndü. Bütün oyunlarımı severek oynadım. Ve uzun yıllarda oynadım.
Peki tekrar aynı sahneyi paylaşmak istediğiniz biri var mı?
Öyle bir imkân olsa Gazanfer Abim, Suna Ablam, Sezai Altekin ile aynı oyunda yer almak isterim. Sahne üzerinde birçok şey paylaştığım, anlaştığım isimlerdi bunlar.
Doğaçlamalara devam edeceğim
Tuluat tiyatrosunun son temsilcilerindesiniz. Artık doğaçlama yapan kalmadı. Yapmakta zordur gerçi… Artık genelde oyunlarda tekste bağlı kalınsın isteniyor.
İngiltere’de, İtalya’da da doğaçlama vardı, bizim Türk tiyatrosunda da yapılıyordu. Hacivat ve Karagöz’ü hatırlayın, Orta Oyunu yine bu şekilde idi. Sonra Tuluat Tiyatroları’nda doğaçlama vardı. Bundan sonrada tarihe gömülmeyecek ve hep olacak. Ben bu konuda hep ustaları izledim, onlardan el aldım. Uzmanlığım Geleneksel Türk Tiyatrosu üzerine yaptım. İsmail Dümbüllü’yü, Muammer Karaca’yı izledim. Sonra Nejat Uygur’u seyrettim ailecek görüştük. Feyz aldım onlardan. O yüzden doğaçlamaya başımı belaya sokmayacaksa devam edeceğim. İnsan bu beşer şaşar. Siyasi ve politik taşlamalarda dikkatli olmak gerekiyor. Ağzınızdan çıkan yanlış bir sözün dönüşü yok. Bu sözü geri almak fazladan sıkılmış diş macununu aynı tüpe koymak kadar zordur. Bunun montajı, özrü yok. Ağzınızdan çıkmadan siz o söze sahip çıkacaksınız yoksa ağızdan çıktıktan sonra o size sahip oluyor.
Bizimle bir anınızı paylaşmak ister misiniz?
Suna Ablamın bir rahatsızlığı vardı biliyorsunuz. Beraber Lüküs Hayat’ta oynuyoruz. Harbiye Muhsin Ertuğrul sahnesi de o yıllarda yeni tamir edildi. Acayip bir yağmur var. Yerde bizim sahne örtümüz olurdu. O örtü kıvrılmış, tavandan akan su da oraya dolmuş. Suna Ablam sahne gereği o su birikintisinden bana doğru hızlıca gelecek. Ben onu farkettim. Oradan geçşe düşecek. Ben normalde Suna Ablam ile oynarken doğaçlama yapmam. O istemezdi. Tam Suna Ablam bana doğru gelecek. “Gelme” diye bağırdım. O da şaşırdı. “Ne ne” dedi. “Gelme Feribotu bekle” dedim. Tabii anlamadı. Sonra oyunu durdurup seyirciye durumu izah ettik. Hala bile aklıma geldikçe sinirlenirim. Şükür ki kaza olmadı. Yine Lüküs Hayat’ı oynarken bir gün, sahnede hesap yapıyorum seyirci gülüyor. Niye gülüyor diye baktım perdenin arkasında bir kedi. Benden rol çalıyor. O zaman tiyatromuzda kedi çoktu. Döndüm kediye, “Arkadaş kusura bakma sahne benim. Sen yanlış yerdesin. Senin yerin Cats Müzikali. Ben burada oyunuma devam edeyim.” Böyle de tatlı bir anımız var.
Maça gitme alışkanlığını tiyatroya çevirmeliyiz
Türk tiyatrosunda yerlilik sorunu var mı? Ya da sizin değinmek istediğiniz başka problemler?
Elbette var. Oyun yazarı çok az. Yabancı oyunların çevirileri oynanıyor. Birde hangi oyunu nerede gösterdiğin önemli. Tiyatroya gitmek alışkanlık meselesidir. Önce insanların telif eserlerle ayağını tiyatroya alıştırmak gerekir. Farazi söylüyorum Sultangazi’ye Nora Bir Bebek evi oyununu koyarsan iki üç sıra dolar sadece. Çünkü oranın insanı alışık değil. Belki tiyatroların TV’lerde de gösterilmesi lazım. Haftada bir olabilir.
Bu pandemide denendi ancak kimisi tiyatro tiyatroda izlenir eleştirilerinde bulundu.
Doğru demişler. Ama tiyatronun bazı kesimlere gösterilmesi, anlatılması ve sevdirilmesi lazım. Millet yağmur, kar demiyor maça gidiyor. Bir tiyatro parası ne kadar, 30 lira. Maç ise 300… Yinede insanlar maça gidiyor tiyatroya gelmiyor. Ancak son yıllarda artık tiyatro seyircisi arttı. O maça gitme alışkanlığını tiyatroya gitmeye çevirirsek Türkiye’de birtakım şeyler hallolur. Tiyatro bir mektebi edeptir. Eğlence ile faydalıyı aynı anda sunan bir sahne gösterisidir. İyi yönetilir ve oynanırsa halkımız için çok faydalı olur.
Peki bu 60 yılda tiyatro adına nasıl gelişmeler oldu?
Ben aynı oyunu oynuyordum ama seyirci her gün değişiyordu elbette. Zamanla gençlerin ilgisi daha da arttı. Salon sıkıntımız vardı. Salonlar AVM, iş yeri oldu. Hatta salonu olmadığı için bazı illere gidemedik bazen de spor ve düğün salonlarında oynadık. Antik tiyatrolar ile bizim salonların koltuk sayısını karşılaştırın onlar daha fazla idi. Tabii şimdi sayılar arttı. Özellikle belediyeler birçok tiyatro salonu açtı.
Bir tiyatrocu 15 yılda yetişiyor
Yeni kuşak birçok oyuncu var. Kimi alaylı kimi okullu. Her oyuncu tiyatrocu olabilir mi?
Ekranda birçok güzel kız yakışıklı erkek var. Ama bu tiyatroda olmuyor. Tiyatro başka bir şey. İlla konservatuvar okuması şart değil tabii. Ama yetenekli olmalı. Piyasada okullu olmayıp yetenekli birçok arkadaşımız var. Her oyuncu tiyatrocu olamaz. Dizilerde herkes oynar, filmlerde bazıları oynar tiyatroda ise aktör ve aktiristler oynar. Tiyatroda olmadı baştan yok. Montaj yok. Gözaltına viks sürelim ağlasın söz konusu değil. Ama tiyatrocu her yerde oynar. Bir tiyatrocu en az 15 yılda yetişiyor. Bazıları yaptım oldu falan diyor ama olmuyor işte…
Sizin tiyatrocu olmak isteyenlere bir öğüdünüz olur mu?
Bol oyun okusunlar, izlesinler. Günceli takip etsinler. Kelime dağarcıklarını geliştirsinler, insanı gözlemlesinler. Bizim malzememiz insan çünkü. İyi veya kötü şeyleri akıllarında resmetsinler, kafalarına yerleştirsinler. Sosyolojik olayları, çarpıklıkları gözlemlesinler.
Sinema Kemal Sunal ile adım attım
İstanbul’a yeniden döndükten sonra sinema denemeleriniz de olmuş. Sinemaya girişinizden bahseder misiniz?
Bu yaz iki tane daha film çektim. Biri Oregon diğeri Güven Bana. Bunlar 2023’te vizyona girecek. Bunlarla beraber 30’a yaklaştı sanırım filmlerin sayısı. Aslında daha çok film yapabilirdim ama Şehir Tiyatroları’nda yoğun çalışıyordum. Benim asal görevim tiyatro idi. Orayı aksatmamak kaydıyla izin alarak dizi ve film çekiyorduk. Kemal benim arkadaşımdı. Halk evinde karşılaşıyorduk. Tabii onun kulvarı sinema idi. O çok az tiyatro yaptı. Halk onu sevdi ve sinemada çok başarılı oldu. Hala bile filmleri defalarca izleniyor. O bana tiyatroyu bırakmamı söyledi. “Birlikte film yapalım ben sana ön ayak olurum.” demişti. Ama tabii ben tiyatrodan ayrılıp sinema camiasına yeniden entegre olamam dedim. Sonra birlikte film yapalım dedik. İlk filmim Tosun Paşa, Meraklı Köfteci ve Atla Gel Şaban… Sonra devamı geldi. Bazen insanlar şunda da oynamıştınız diyor ben unutmuşum.
Birçok kült dizide de sizi görüyoruz. Son yıllarda TV ekranlarında yoksunuz ama. Var mı dizi planı?
En son Ulan İstanbul dizisinde oynamıştım. Servet Amca rolünde pencereden konuşuyordum. Çok güzel bir diziydi. Bizimkiler, Kuruntu Ailesi, Cennet Mahallesi ve birçok dizide rol aldım. Ama artık dizilere sıcak bakmıyorum. Artık ekranlarda 40 dakikalık yapımlar kalmadı. Çalışma saatleri çok uzun. Önceden bir film 90 dakika sürerdi. Şimdi diziler bu dakikalardan daha uzun. İşimi severek yapıyorum ama bu tempo biraz ağır gelir bana.
Dizi izler misiniz peki? O eski tat yok sanki…
Şimdi maalesef reytingi yüksek dizilere bakıyorsunuz hepsi vurdulu kırıdılı, mafya ile ilişkili, tabancalar ortalıkta, mahkeme ve hastanede geçen kovalamacalı yapımlar var. Metrekareye beş ceset düşüyor. Ben bu tarz yapımları sevmiyorum. Yani oynayacak olsam da oynamam. Yine başka bir tarafta aile hayatını olumsuz etkileyecek aldatmalı, metres hayatını anlatan diziler var. Bütün gün televizyonlarda kadın hakları ile ilgili program yapan kanallar akşam prime time vaktinde kadınlarla ilgili olumsuz dizilere yer veriyor. Dizi başlıyor ilk sahne dövülen kadın, aldatılan kadın… RTÜK sadece küfürleri kaldırıyor. Ama kadına şiddet ekranlarda. Ha buna sansür diyen falanda var ama bunu göstermeyi engellemek sansür olmaz. Aile yapısını zedeleyecek görüntülerin yayınlanmasına izin verilmemeli. Ben bunlardan dolayı evde dizi izlemem. Siyasi konuşmalara, açık oturumlara bakarım. Bazen sağlık programları izlerim.