İsrail’in Filistin işgali devam ederken tüm dünyadan insanlar bu işgali destekleyenlere veya sessiz kalanlara karşı boykot kararı aldı. Biz de Litros Sanat’ın yeni sayısında; kişi, kurum ve markalara karşı süregelen bu boykot ve tavra, “Peki kültür ve sanat dünyasında boykot nasıl olmalı?” sorusuyla cevap aradık. Dünyaca ünlü piyanist Hüseyin Sermet, kültür ve sanat gazetecisi Gülcan Tezcan ve yazar Sadık Yalsızuçanlar ile konuştuk.
İsrail’in Filistin işgali yıllardır devam ediyor olsa da son aylarda bu işgal zirve noktasına ulaştı. Ezber ‘işgal’ tanımının yerini savaş suçları ve kelimenin tam anlamıyla ‘insanlığa sığmayan’ olaylar aldı. Bu yaşananları desteklemeyenler, Filistin halkının yanında yer alanlar olduğu gibi destekleyenler veya sessiz kalanlar; İsrail’in yanında olduklarını dile getirenler de oldu. Tüm dünyadan vicdan ve akıl sahibi insanlar ise her şeyin çok açık olduğu bu duruma karşı tavır alarak, doğrudan veya dolaylı olarak işgali destekleyen marka, kurum ve kişileri boykot etmeye başladı. Peki bu boykot ve tavır kültür ve sanat dünyasında nasıl olmalı? İşgali dolaylı veya doğrudan destekleyen, belki de bu işgale sessiz kalan kültür ve sanat aktörlerine karşı nasıl bir tavır alınmalı, ne şekilde boykot edilmeli? Bunu yapmak neden önemli? Tüm bunları dünyaca ünlü piyanist Hüseyin Sermet, kültür ve sanat gazetecisi Gülcan Tezcan ve yazar Sadık Yalsızuçanlar ile konuştuk. Sermet, “Bir sanatçı olarak buna cevap çok kolay. Onların uyguladıkları tavrı, birebir, onlara uygulamalıyız.” derken, Tezcan ise “Alenen İsrail’in katliamını onaylayan, meşrulaştıran ifadeler kullanan yazarlar, müzisyenler, oyuncuların alıcısı olmaya devam etmek onların bu hastalıklı ideolojisini de onaylamak ve desteklemek anlamı taşır.” şeklinde konuştu. Yalsızuçanlar da “Kültürel alan kamusaldır, dile dönüşen şey, kamusal alana dahil olur. Ve tabiatı gereği politiktir. Yalıtılmış bir kültürel, estetik alan yok. Aktörler için de durum böyle. Bu barbarlığı kim savunuyor ve destekliyorsa bu dünyada rezil edilmeli, her türden boykota maruz bırakılmalıdır.” ifadelerini kullandı. Tamamı haberimizde…
Onların tavrını bire bir onlara uygulamalıyız
Sizce kültür ve sanat dünyasında, doğrudan veya dolaylı olarak işgali destekleyen, söz konusu işgalin kültür ve sanat dünyasındaki muhataplarına ve aktörlerine karşı uygulanacak olan boykot nasıl olmalı? Örneğin konserleri, etkinlikleri mi iptal edilmeli, ambargo mu konulmalı, yoksa etkinliklere ilgisizlik mi gösterilmeli? Bu konudaki düşüncelerinizi ve boykot yöntemi önerilerinizi nasıl açıklarsınız?
Hüseyin Sermet: Bir sanatçı olarak buna cevap çok kolay. Onların uyguladıkları tavrı, birebir, onlara uygulamak. Şahsen bundan 2 sene önce bir Belçika vatandaşı olan Yahudi bir orkestra şefi beni arayıp neden İsrail karşıtı olduğumu sorgulamıştı! (İsmini malum sebepler yüzünden veremeyeceğim.) Kendisine sabırlı bir şekilde izah ettim ve İsrail değil, Yahudi değil ancak Siyonizm karşıtı olduğumu anlattım. Laf arasında, aslında haksız olduklarını da çok iyi biliyorlar. Ancak o tarihten itibaren konser sayısı düştü ve sonunda bitti. Bunun aynısını Türkiye’de uygulamamız neredeyse imkânsız zira bizde o bilinç yok maalesef. İçimizdeki Batı sanatları ile ilgili tüm uğraşanlarımız ‘kim’lik kaybı yaşadıklarından dolayı ne ‘Türk’lüğün manasını bilirler ne de kültürümüzün! Malum, fikir neyse zikir o olur derler. Onların idaresinde olan sanat kurumlarından ve o zihniyetten herhangi bir şey beklemekse abesle iştigal. Ancak boykot fikrini şahsen sonuna kadar destekliyorum.
Sessiz kalanlar da boykottan nasibini almalı
Gülcan Tezcan: Sanatçıların da neticede beste, güncel sanat işi, tablo, film ve oyun gibi birer ‘ürün’ ortaya koyduğu ve tüm bunların özellikle popüler kültür bağlamında bir endüstrisi olduğu düşünülürse gündelik hayatımızdaki sabundan, deterjana, içecekten, fast food’a birtakım markalar nasıl boykot ediliyorsa benzer şekilde hatta daha etkin bir biçimde boykot edilmeli. Alenen İsrail’in katliamını onaylayan, meşrulaştıran ifadeler kullanan yazarlar, müzisyenler, oyuncuların alıcısı olmaya devam etmek onların bu hastalıklı ideolojisini de onaylamak ve desteklemek anlamı taşır. Organizasyon yapan kurumlar, firmalar, ajanslar bu insanları networkünden çıkarmalı, insanlar net bir biçimde onların alıcısı olmadıklarını sosyal medyada kampanyalar yürüterek ilan etmeli. Gelinen noktada sadece işgale destek olanlar değil sessiz kalanların da bu boykotlardan nasibini alması gerekiyor.
Bunlara karşı durmak her vicdanin ödevidir
Sadık Yalsızuçanlar: İsrail, katil ve işgalci bir örgütlenme. Faşizmin, zulmün, cinayetlerin ve barbarlığın en tiksindirici örneklerini veriyor. On yıllarca önce, İngiltere, Siyonist Yahudileri Filistin’e yerleştiriyor ve bölgenin kalbine bir zehirli hançer gibi saplıyor. Dünyanın patronajlığını ABD üstlendikten sonra, ABD ve Avrupa’daki bir tür karargâhı olan devletler, bu katilleri sürekli şımartıyor, destekliyor. Filistinlilerin toprakları işgal ediliyor, çocuklar öldürülüyor, insanlara zulmediliyor. Böylesi bir zulme karşı sessiz kalmak suçtur, tepkisiz kalmak ahlaksızlıktır, desteklemek özellikle insanlık suçudur, bu soykırıma ortak olmaktır. Kimliği, niteliği, mesleği, düzeyi, içeriği, estetik kıymeti ne olursa olsun, insanlığa karşı barbarca suç işleyen yapıya karşı bırakınız toleranslı olmayı, tepkisiz kalmak bile erdemsizliktir hatta bir tür suça iştirak etmektir. Tepkinin, boykotun, karşı çıkmanın hemen her türlüsünün denenmesi ve ısrarla sürdürülmesi gerekir. Dünyanın kalbine zehirli oklar atan, insanlık kalesini darmadağın edenlere karşı durmak her vicdanın ödevidir.
Anladıkları tek lisan “güç”
“Kültür ve sanat birleştirici olmalıdır, boykotu değil, barışı savunmalıyız.” vb. minvalindeki bir sözü destekliyor musunuz, bu konu hakkındaki düşüncenizi nasıl açıklarsınız? Kültür ve sanat dünyasındaki, işgali destekleyen diğer kültür ve sanat dünyasındaki aktörlere karşı bu boykot duruşunun işgale karşı veya işgalin duyurulmasına önemli sonuçları veya etkisi olur mu, nasıl?
Hüseyin Sermet: Elbette kültür, sanat ve spor gibi olaylar siyaset üstü olmalıdır. Ancak bu kültür, sanat, spor gibi faaliyetlerde bulunanların ‘tabansız’, ‘korkak’ ve ‘kişiliksiz’ oldukları manasını içermez, içermemeli. Şahsen Paris’te A. D. A. P.’ı Ermeni bir arkadaşımla kurmuş ve eş başkanlığını yapmıştım. (Association Des Artistes pour la Paix) Bu konuda, barışa ve karşılıklı anlayışa hizmet etmek için her türlü konser veya benzeri faaliyeti seve seve yaptım ve yine yaparım. Ancaaak… Her şeyin bir derecesi var. Senelerdir ‘açık hava hapishanesi’ne dönüşmüş bir yeri, (Gazze) günlerdir, alçakça ve korkakça bombalayarak Hiroşima bombasının gücünü çoktan aşmış bir zihniyeti boykotla korkutamazsınız. Anladıkları tek lisan ‘güç’ ancak bu sefer o kadar ileri gittiler ki ibre kesinlikle onların aleyhine dönmeye başladı. Bu da çok iyi bir durum ve neredeyse ilk defa hâsıl oluyor.
“Ama sanat” mızmızlanmasını bırakmalıyız
Gülcan Tezcan: Kuvözdeki bebeklerin bile hedef alındığı bir soykırımda tabi ki ateşkesin sağlanması ve sivillerin kurtarılması herkesin birincil önceliği olmalı. Ancak hastalıklı Siyonizm saldırganlığının ve vahşetinin de artık kültürel hegemonya ile desteklenmesine, beslenmesine son verilmesi gerekiyor. Unutmayalım ki İsrail, soykırımı için en büyük desteği ve meşruiyeti on yıllardır tüm dünyaya izlettiği Holokost film endüstrisi ile sağladı. O yüzden nahif ve kırılgan ‘ama sanat’ mızmızlanmasını bırakıp insan onurunu -tabi kaldıysa- kurtarmak adına tüm dünyadaki sanatçıların ama’sız, fakat’sız net ve sağlam bir duruş göstermesi şart!
Kültürel alan tabiati gereği politiktir
Sadık Yalsızuçanlar: ‘İnsan hakları’, ‘barış’, ‘demokrasi’ gibi kavramlar, emperyalistlerce, kendi çıkarlarını korumak için her türden barbarlığın meşru görülmesini sağlamak üzere üretilmiş içi boş, sahte kavramlar olarak görünüyor artık. ABD, sözüm ona nükleer silah üretiyor diye, ‘demokrasi getireceğiz’ diye, ‘barışı sağlayacağız’ diye, Irak’ta iki milyon masumu öldürdü. Afganistan’da dört milyona yakın insan katledildi, yedi milyonu aşkın insan sakat kaldı. Suriye’de, Bosna’da, Mısır’da, Afrika’da ve daha pek çok bölgede Müslümanlar, mazlumlar katledildi. Afrika’da, Mısır’da, Latin Amerika’da darbeler yapıldı, desteklendi. Son kırk yılda, ABD ve müttefikleri, on üç milyon Müslüman’ı öldürdü, otuz milyona yakın insan sakat kaldı. Bu, bir soykırımdır. Dünyada oluk oluk gözyaşı ve kan akıyor. Gelir eşitsizliği almış başını gidiyor. Sömürü her zamankinden daha yaygın. Şimdi sıra Filistin’e geldi. Filistinlileri yurtlarından kovmak istiyorlar. Onlar erdemli biçimde direnince üzerlerine tonlarca bomba yağdırdılar. Bütün bu olup bitenlerde en küçük vicdanı olanın karşı durması gerekir. Kültürel alan, kamusaldır, dile dönüşen şey, kamusal alana dahil olur. Ve tabiatı gereği politiktir. Yalıtılmış bir kültürel, estetik alan yok. Aktörler için de durum böyle. Bu barbarlığı kim savunuyor ve destekliyorsa bu dünyada rezil edilmeli, her türden boykota maruz bırakılmalıdır. Bu, bizatihi bize sanatın doğasının emrettiği bir şey. Sanat, daha adil, daha merhametli, daha eşitlikçi ve daha huzurlu bir dünya, bir varlık alanı vaat ediyor. Bunu tehdit eden her şeye karşı durmalıyız.
Düşünce özgürlüğü Batı’nın kendi insanları için geçerlidir
Batı tarafından Filistinli yazarlara veya sanatçılara karşı, aynı zamanda işgale sessiz kalmayan Batı’daki diğer sanatçı ve kültür üreticilerine uygulanan kısıtlayıcı veya boykot türündeki uygulamaları nasıl değerlendiriyorsunuz? Bunu aynı zamanda Batı’nın ‘düşünce ve ifade özgürlüğü’ söylemleri üzerinden de değerlendirir misiniz?
Hüseyin Sermet: Bunu bilmek için kâhin olmak gerekmiyor. ‘Batı’ kültürü beyaz adamın üstünlüğünü kabul eden bir zihniyet üstüne inşa edilmiş ve Hristiyan olmayanların muhakkak ‘geri’ oldukları varsayımıyla pekiştirilmiştir. Bunu tersten de okuyabilirsiniz. Yâni özünde ‘ırkçı’ dolayısıyla da ‘faşist’tir. Her türlü ‘Nazi-Apartheid-Irkçılık’ bu coğrafyada pişirilip uygulamaya alınmıştır. Düşünce özgürlüğü, eşitlik vs. gibi kavramlar kendi insanları için geçerlidir. Bunları bilirsek, ne Fransa’nın Filistin yanlısı nümayişleri yasaklamasına ne İngiltere’nin Filistin yanlısı kişileri tevkif etmesine ne de benzer olayların diğer memleketlerde cereyan etmesine şaşırmayız.
Bu durum Frankfurt Kitap Fuarı’nda yaşananlar ile tescillendi
Gülcan Tezcan: Bu korkunç bir ikiyüzlülük. Frankfurt Kitap Fuarı’nda yaşananlar ile tescillendi bu durum. Mazlumun değil zalimin yanında duran bir sanat ve kültür ikliminin ne kendine ne de insanlığa hayır sağlaması mümkün değildir, barış getirmesi de beklenemez. Bu yüzden Filistin halkına ses vermek için sanatın bütün disiplinlerinin daha çok dayanışma ve üretim hâlinde olması, ifade özgürlüğü kısıtlanan Filistin ve Gazzeli sanatçılara çok daha güçlü destek verilmesi insanlık borcunun da ötesinde bir mecburiyet hâlini almıştır.
Sanatçıların; toplumun ve dünyanın vicdanı, kalbi olması gerekir
Sadık Yalsızuçanlar: Bu, sözüm ona ‘medeni’ Batı’nın ikiyüzlülüğünü, sahteliğini, suçunu yansıtan bir şey. Bu gayr-ı ahlaki tutumlara, uygulamalara karşı, sanatçılar seslerini yükseltmelidir. Onurlu bir direnişe destek verenlerin Batı dünyasında maruz kaldığı tutum, utanç vericidir. İnsanlığımızdan utanır hale geldik. Bakınız Batılı toplumların içinde nasıl bir vicdanî patlama yaşanıyor. Kamusal otoriteyi yürüten insanlara, yönetimlere karşı oradaki halk isyan ediyor, mazlumlara destek veriyor. Sanatçıların, toplumun, dünyanın vicdanı, kalbi olması gerekir. Gerçek sanatçı, adalet, merhamet ve esenlik vaat eder. Zulme karşı durur. Bunu yapanların sözüm ona cezalandırılması utanç vericidir. Unutulmamalı, zulüm asla devam etmez. Toplumun, düşünürün, sanatçının vicdanı karşısında hiçbir güç tutunamaz, payidar olmaz.
Sanatın Gazze’de olup bitenlere kör, sağır olması düşünülemez
Gülcan Tezcan: “Sanatı gündemin ve güncelin dışında, ötesinde ve üstünde görmek, derdini üst perdeden anlatması gereken bir zemin olarak görmek bana göre en başta sanatın kendisine haksızlık. Derdi, kavgası, meselesi olanın karşı konulamaz bir biçimde kendini ifade etme alanı olan sanatın Gazze’de olup bitenlere kör, sağır olması düşünülemez. Bu saatten sonra dinleyeceğimiz hangi müzik, izleyeceğimiz hangi film, oyun, sergi ayıbını ve ahını yüklendiğimiz parçalanmış çocuk ve bebek bedenlerini unutturabilir bize bilmiyorum. Ama en azından kimin zalim, kimin mazlum, kimin terörist, kimin direnişçi olduğunu korkmadan ifade edebilmemizi ve gelecek nesillere aktarabilmemize aracılık edecekse sanat dediğimiz şey bir anlam ifade eder diye düşünüyorum.
Tüm bunları anlamazsak mücadelemiz eksik kalır
Hüseyin Sermet: “Tüm bunların hülasasını oluşturan olayın ne olduğunu anlamakla mükellefiz aksi takdirde mücadelemiz eksik kalır. Sırayla ve çok kısaca değineceğim: Hazreti Musa’ya temelde, 10 emir verildi. Bunların en önemlilerinden biri “Hiçbir zaman, asla, öldürmeyeceksin”di! Sizce ne oldu? Tevrat değiştirildi ve birilerinin çıkarlarına hizmet eden bir şekle sokuldu. Gerisini siz düşünün. Hazreti İsa hiçbir zaman yeni bir din kurmaya gelmedi. O, yoldan çıkmış Yahudileri tekrardan adam etmek için seçilmişti. Ancak Aziz Pavlus denilen Saül, çekti, çekiştirdi, kafasına göre bir şekil verdi. Hıristiyanlık Aziz İsa peygamberin değil havarisi Pavlus’un icadıdır. Dolayısıyla ‘Siyonizm’ denen derin illet, bir nevi kolaylıkla, zaten temelden yanlış inşa edilmiş bir anlayışın üzerine dikildi ki felâket başladı. Zira buna inanan çok kesif bir Hristiyan topluluk hâsıl oldu. Bilhassa Anglo-Sakson ülkeler başta olmak üzere. Hepsi beraber o hastalıklı inançlarını gerçekleştirmek için ciddî gayret gösteriyorlar. (Armagedon-Melhame-i Kübrâ) Onun için ne Netanyahu’nun saçmalıklarına şaşırıyorum ne de cahil Amerikan halkınınkine. Neticede kazanan daima Allah olur.