Yönetmen Jonas Matzow Gulbrandsen: “Filmlerimi hep düşük bütçeyle yaptım. Bu hepsi için böyle. İşimi yaparken taviz veremem. Para belirleyici ve kısıtlayıcı olmamalı. O yüzden düşük bütçeli yapmak zorundayım. Bu durum en son filmimde çok belirgin değil. Ama düşük bütçeli bir filmdi.”
Festivallerin kültür sanat anlamındaki coşkusunun yeri ayrı. Onlardan biri de farklı, çeşitli, sürprizli karşılaşmaların yeri olması. 2-12 Mayıs tarihleri kapsamında gerçekleşen 19. Akbank Kısa Film Festivali hem kısa film gösterimleri hem de söyleşilerle dolu dolu bir şekilde gerçekleşti. Sektörden çeşitli isimler sinemaseverlerle bir araya geldi. Tecrübelerini, takıldıkları noktaları paylaştılar. Festivalin uluslararası konuğuysa Norveçli yönetmen Jonas Matzow Gulbrandsen oldu. Festival için İstanbul’a gelecek olan Jonas Matzow ile bir röportaj için sözleşmiştik. Lakin son dakika yaşanan bir pasaport durumu üzerine Jonas İstanbul’a gelemedi. Biz de röportajımızı online gerçekleştireceği söyleşi öncesinde Zoom üzerinden yaptık. Jonas bizlerle kısa filmden uzun metraja geçiş sürecini, sinemanın kendisi için anlamını ve sinemaya olan inancını paylaştı.
Çeviri: Cemre Ebrar Kocabaş
Bir yönetmen ve bir insan olarak sinemanin sizin için anlamı nedir?
Bu büyük bir soru. Polonya Film Okulu’ndan geliyorum ve sinemayı seviyorum. Sinematografik olarak hikâyelerin diyaloglarla ve kelimelerle değil, görsellerle anlatılmasını çok takdir ediyorum. Her zaman uyguladığım temel ilkelerimden biri de bu diyebilirim. Polonya Sineması’nın sinema dilinde her zaman güçlü bir sinematografiye sahip olduğunu söyleyebilirim.
Sanatçı olarak gelişmeye devam ediyorum
Filmlerinizde sinematografik dili tercih etmenizin sebebi nedir?
Sadece hissettiklerime ve sezgilerime göre hareket ediyorum ve sonra bunlar bir şey haline geliyor. Belki yapmam gereken birkaç filmden sonra film dilimin ne olduğunu söyleyebilirim. Bence bir sanatçı olarak hala gelişme aşamasındayım. Ama evet tabii ki sinematografik görüntüler benim için çok önemli.
Bir filmi bitirmek için strateji gerekiyor
İki kısa filminiz ve bir uzun metrajlı filminiz var. Kısa filmden uzun metrajlıya geçiş sürecinizden bahseder misiniz?
Stanley Kubrick, “Uzun metrajlı bir film yapana kadar bir film yapmış sayılmazsınız” der. Sanırım ilk filmimi çekerken bunu fark ettim. Filmlerimi hep düşük bütçeyle yaptım. Bu hepsi için böyle. Yaptığım işi yaparken taviz veremem. O yüzden düşük bütçeli yapmak zorundayım. Bütçe belirleyici ve kısıtlayıcı olmamalı. En son filmimde bu durum çok belirgin değil. Ama “Karanlıklar Vadisi” düşük bütçeli bir filmdi. Filmi gerçekleştirmek için belirli bir şekilde düşünmeniz gerekiyor… Bir filmi fikirden son uygulamaya kadar yürütebilmeyi başarmak için baştan bir stratejiye sahip olmalısınız. Bu durum kısa filmden uzun metraja kadar geçerli. Bunu kısa filmde öğrenebilirsiniz. Başlangıç olarak bir kısa film çekerken 15 dakika büyük bir süre gibi geliyor. Ama sonra bir buçuk saatlik bir film yazdığınızda ne kadar büyük bir süre olmadığını anlıyorsunuz. Ancak deneyim kazandıkça bakış açınız değişiyor. Daha uzun anlatılara uygun bir şekilde düşünebiliyorsunuz. Ama “Karanlıklar Vadisi” filmi çok zor bir görevdi. Çünkü bir yılımı mekan arayarak geçirdim. Ayrıca filmlerde yapmamanız gereken şeyleri de yaptım. Filmde çocuklar ve hayvanlarla çalıştım. Günümüzde sinemada çok nadir görülen bir şeyi doğallığı yakalamaya çalıştım. Akira Kurosawa ve John Ford gibi büyük tabloyu yakalamaya çalışan yönetmenleri seviyorum… Film çekerken bazen sinemanın sihri olan doğal şeyler yakalıyorsunuz. Örneğin, “Karanlıklar Vadisi”nde bir fırtına sahnemiz var ve bu benim yakaladığım gerçek bir fırtınadır. Bu tür sinematik anları yakaladığımda, gördüğümde kendimi, yönetmenleri takdir ediyorum.“Darek”, muhtemelen çocukların bakış açısına, zihnine yaklaşımımdı. “Her Şey İyi Olacak”da çok daha fazla biçim içeriyordu. Bu yüzden “Karanlıklar Vadisi” ikisinin bir anlamda dönüştüğü bir film oldu. Kısa filmlerim “Karanlıklar Vadisi”ne gelene kadar yaptığım yolculuklardır.
Çocuk bakış açısı pek çok olasılık getiriyor
Filmlerinize baktığımızda çocukluk döneminin önemli bir yer tuttuğunu görüyoruz. Filmlerinizde bu dönemin öne çıkması hakkında bize neler söyleyebilirsiniz?
Bu durum “Karanlıklar Vadisi”nde oldukça önemliydi. Bir erkek ya da kız çocuğunun 7-8 yaşlarındaki halinde hayal gücünün ve gerçeklerin birbirine karıştığını düşünüyorum. Bir nevi filmin fikri buradan çıktı diyebilirim. Anlatımda gerçeği ve bir rüyayı harmanlamak istedim. Gerçekçiliğin büyük bir hayranı değilim. “Karanlıklar Vadisi”nin büyülü gerçekçi bir gelenekten çok metafizik bir gelenek içinde olduğunu söyleyebilirim. Bir çocuğun bakış açısına yakın olmayı seviyorum. Çünkü bu, yazmak istediğim hikâyelerle ilgili pek çok olasılığı da beraberinde getiriyor.
Filmlerinizde metafizik tarafı görebiliyoruz. Bu metafizik yaklaşımı bir araç olarak mı kullanıyorsunuz?
Bir araç olarak… O kelimeyi kullanır mıyım bilmiyorum. Bir anlamda daha çok bir bakış açısı gibi olduğunu düşünüyorum. Sadece sinemamda hissettiklerimi ifade ettiğimi söyleyebilirim. Bu araç düşüncesine sahip olduğumu söyleyemem, doğru kelime olduğunu düşünmüyorum. Filmlerimi kendimi yansıtmak için yapıyorum.
Festivaller filmlere ilgi oluşturuyorlar
Film festivallerinin bir yönetmen için önemi nedir?
Film festivalleri, sanat filmlerini daha yaygın bir izleyici kitlesine ulaştırabiliyor. Çünkü bazen filminizin etrafında mümkün olmayacak bir ilgi oluşturuyorlar. Özellikle “Karanlıklar Vadisi” için bunu diyebilirim. Bir film yaptığınızda, insanların sizin yaptıklarınızı başka bir kültürde nasıl gördüklerini görmek her zaman ilgi çekicidir. Mesela filmime dair Yunanistan’da, Türkiye’de ve Meksika’da aldığım tepkiler ilginçti. Çünkü filmin içinde ezoterik metaforlar var. Bu metaforlar maneviyatın hala büyük bir önem taşıdığını düşündüğüm Yunanistan, Meksika gibi ülkelere hitap ettiğini gördüm. Ne yaptığım konusunda kendi ülkemden daha büyük bir anlayışa sahip oldum. Kendi deneyimimde filmimi İstanbul Film Festivali’nde göstermek çok güzeldi. Bu nedenle, bazen filminizin başka bir ülkede gösterilmesinin çeşitli yararları oluyor. Farklı kültürlerden, insanlardan aldığım geri bildirimler nedeniyle filmlerimi başka ülkelerde göstermeyi seviyorum.
Yeni projeleriniz var mıdır?
Nerede ve nasıl yayınlayacağıma bakacağım bir film projem var. Şimdilik bir şey söylemek için çok erken ama yakında bir şeyler yapacağım. Maalesef şimdi bunun hakkında daha fazlasını söyleyemem.
Çocuklar sinemaya gidiyorsa bir gelecek var
Netflix, Disney Plus gibi dijital platformlar ekseninde çeşitli tartışmalar yaşanıyor. Dijital platform yapımı filmler festivallerde gösteriliyor. Norveç’te bu konuyla ilgili yaklaşım nasıl? Bir yönetmen olarak siz neler düşünüyorsunuz?
Sinema aşığı olduğumu söyleyebilirim ve hala sinemaya giden çok sayıda çocuk görüyorum. Dolayısıyla sinemanın yok olmayacağına inanıyorum. Eğer çocuklar hala sinemaya gidiyorsa, Sinema için bir gelecek vardır.
Türk sineması hakkında neler düşünüyorsunuz?
Elbette Nuri Bilge Ceylan’ı herkes gibi bende biliyorum. Onun filmlerinin çoğunu gördüm. Yönetmenini şu an hatırlayamadım ama ünlü olduğunu bildiğim “Yol” filmini de izledim. Farklı filmler de izledim ama yönetmenlerin adını her zaman hatırlayamıyorum. Dünya sinemasını seviyorum. Tabii ki çokça film izliyorum.