Litros Sanat
Türkiye'nin Dijital Kültür Sanat Gazetesi
İki minare arasına halat iplerle gerilen ve önceleri zeytinyağlı kandillerle şimdilerde ise ampullerle süslenip aydınlatılan Mahya sanatının ortaya çıkışı merak konusu oluyor. Tahminen 15. ve 16. yüzyıllarda çıkan Mahya sanatının geçmiş tarihini, kullanılma amacını ve sanatın inceliklerini sizler için derledik. Mahya sanatının merak edilenleriniyse Prof. Dr. İsmail Kara ve son mahyacı olarak bilinen Mahya ustası Kahraman Yıldız Litros Sanat’a anlattılar.
Gökyüzünü süsleme sanatımız olan mahya, Osmanlı’da tam tarihiyle ne zaman ortaya çıktığı bilinmiyor. Fakat elimizde bulunan kaynaklardan edindiğimiz bilgilere göre mahya sanatının 15. ve 16. Yüzyıllarda başlamış olabileceği düşünülüyor. 1578 yılında İstanbul’a ziyarete gelen Alman asıllı seyyah Schweigger’in “Seyahatname” kitabında tasvir ettiği minareler arasındaki sanatın mahya olduğu tahmin ediliyor. Mahya sanatının derin bir tarihi geçmişe sahip olduğu ise bu bilgi doğrultusunda ortaya konuluyor. Mahya sanatının ilk örnekleri padişahlarımızın Berat ve Regaip gecelerinde camilerin aydınlatılmasını emretmesiyle başladığını görüyoruz. Daha sonralarda ise kendini geliştirerek ve Padişahlarımızın kararları doğrultusunda İstanbul’da iki minare arasına gerilen iplerin ışıklandırılmasıyla günümüze kadar ulaşıyor.
Mahya, iki minareli camilerimizin arasına halatlar ve makaralar yardımıyla gerilen ve ışıklandırılan bir sanat olarak biliniyor. Gerilen iplerin aydınlatılmasında ise Osmanlı döneminde zeytinyağlı kandiller hazırlandırılarak ışıklandırılıyor. Bu işlemi yapan mahya ustaları ve çırakları zorlu hava koşullarında bile mahyaları hazırlayarak göğümüzü ve camilerimizi süslemeye devam ediyor. Günümüze kadar ulaşan ve Osmanlı’nın incisi olan mahya sanatı İstanbul’a ait bir gelenek olarak da biliniyor. Çünkü Mahya sanatı iki minare arasına kurulan bir sanat olduğu için diğer illerimizde kurulması pek mümkün olmuyor. İki minareli camileriyle mahya sanatının göz bebeği olan İstanbul, özellikle Ramazan ayının gelişi ile birlikte süslenmeye başlıyor. Işıklandırma sanatı aslında diğer illerimizde de İstanbul ilimizde de yapılıyor. Bunun bir örneğini de camilerin minarelerine yapılan kaftanlama sanatında görüyoruz. Fakat mahya sanatı kaftanlamadan farklı olarak karşımıza çıkıyor.
İlk başlarda yazıyla değil resimle yapıldı
Mahya sanatı, ilk yapıldığı zamanlarda yazılarla değil resimlerle yapılan bir sanat olarak karşımıza çıkıyor. Günümüzde yazılarla hazırlanan bir sanat olduğunu bildiğimiz mahyalar aslında resimlerle süslenen bir sanat olarak bizleri karşılıyor. İlk yapıldığı dönemlerde Süheyl Ünver hocamızın ulaştığı bilgiler doğrultusunda çeşitli şekillerle mahyalar süsleniyor. Bu şekillerden bazılarının çiçek, fıskiye, kule, gemi olduğunu görüyoruz. Ramazan ayında her gün akşam ezanından yatsı ezanına kadar kurulan mahyaların halkın ve camiden çıkan cemaatin beğenisine sunuluyor.
Mahyalar hazırlanırken en büyük iş ise onu hazırlayan ustalara düşüyor diyebiliriz. Önceleri az önce bahsettiğimiz gibi resimle yapılan mahyalar yazıya da geçiriliyor ve bunları doğru bir şekilde yazıp asmaksa mahya ustalarına kalıyor. Yazıya geçildiği dönemde hadis-i şeriflerden ve Kur’an-ı Kerim’den ayetlerle mahya sanatı süsleniyor. Mahya ustaları ise verilen bu ayet ve hadis-i şeriflerle mahyaların doğru asılması için nasıl yazılacağını, kaç kandil kullanılacağını ciddi bir matematik işlemiyle ayarlıyor. Mahya ustalarının yazdığı ve çizdiği bu notlara ise yine Süheyl Ünver hocamızın edindiği kaynaklardan ulaşabiliyoruz. Mahya ustası mahyanın nasıl olacağına dair hazırladığı taslağı yetkili kişiye sunarak onaylatıyor ve işte camilerimizi, göğümüzü süsleyen sanat bu şekilde ortaya çıkıyor.
Öğüt verici yazılarla aydınlatılıyor
Dönem dönem mahyanın özellikle yazıya geçirilmesi ile birlikte siyasi ve öğüt verici yazılarla da aydınlatıldığını görüyoruz. Örneğin; “Allahtan Kork, İçki Haramdır, Kumar İnsan Mahveder.” Gibi mahyalar o dönemlerde camilerimize asılıyor. Mahyaların neden bu şekilde kullanıldığına dair tam bir bilgi elimizde olmamasına karşın ihtişamlı duruşuyla tüm halkın görebildiği bir konumda olduğu için tercih edildiği düşünülüyor. İstanbul’a özgü bir gelenek olan ve genellikle ramazan ayının gelişi ile birlikte kurulan mahyalar İstanbul’da minareleri elverişli camilere kuruluyor. İstanbul’daki camilerimiz dışında ise Edirne Selimiye Cami ve Bursa Ulu Cami’de mahya örneklerini görebiliyoruz.
Osmanlı’nın ilk mahyalarında aydınlatmalar, zeytinyağlı kandillerle yardımıyla yapılıyor. Fakat günümüzde teknolojinin gelişimi ile birlikte dijital mahyalar kullanılıyor. Günümüzde ise dijital mahyaların dışında bazı camilerimizdeyse eski usul mahya geleneği hala kurulmaya devam ediyor.
Atalarımızdan bize yadigar olan, 11 ayın sultanıyla camilerimizi süsleyen mahya sanatını, Prof. Dr. İsmail Kara ve mahya sanatının eski usul geleneğini hala devam ettiren son mahyacı Kahraman Yıldız Litros Sanat’a anlattılar.
Mahya İstanbul’a mahsustur
Prof. Dr. İsmail Kara
Öncelikle camileri ve türbeleri aydınlatmak İstanbul’a mahsus değil. Minare kelimesi nurlandırılmış aydınlatılmış yer demektir. Dolayısıyla aydınlatma tekniklerinin kullanılması İstanbul’la alakalı değildir. Fakat bugün bizim mahya dediğimiz yani iki minare arasında yazı İstanbul’a mahsustur. Yazıdan önceleri çiçek ve bazı süsleme teknikleri ile yapılırdı ondan sonra yazı geldi. Yazı çok sonra geldi. İşte tüm bunlar İstanbul’a mahsus bir gelenektir. Mahyanın ilk buluşunu 15. ve 16. asra kadar çıkarabiliyoruz. Yabancı seyyahlarda buna işaret ediyorlar. Mahya sanatı istanbula mahsus olduğu kadar büyük ölçüde de Ramazan'a ait bir gelenek olduğunu görüyoruz. Ramazan dışında da bazen kullanıldığını görebiliyoruz. Özellikle kandil gecelerinde veya İstanbul’da Ayasofya Camii’nde Padişahların doğum sene-i devriyesi olduğunda örneklerini görebiliyoruz. Ramazan’a mahsus ve bu hali İstanbul’a mahsus diyebiliriz. Mahya bir aydınlatma değil aydınlatma başka bir şeydir. Minareler arasındaki aydınlatmadır. Diğer cami minarelerinde de kaftanlama yapılıyor. Bu da bir mahya türüdür. Mahyanın başlangıcı resimle yapıldı. Mahya aynı zamanda bir sanat gösterimi ve halkın dikkatini çekmeye dönük bir şeydir İlk resimle yapıldığı dönemlerde çiçek, fıskiye, köprü, top arabası, balık, gibi unsurlar kullanılıyordu. Bunlar eskiden elektriğin olmadığı dönemde kandil içinde mumlarla yazılıyor. Mahya sanatında bir aydınlatma ve bir şenlik tekniği var. Bunu hepsinden görebiliyoruz. Daha sonra resimden yazıya geçiliyor. Yazıya geçilmesi ise modernleşme ile alakalı bir hadisedir. Yani sadece bir gösteri sanatı değildir aynı zamanda toplumsal bir istifade bir yardımlaşma ve dini bir mesaj vermek amacıyla da yapılıyor. Mahyanın yazıya geçilme dönemi ise 19. yüzyıla uzanıyor. Yazıyla birlikte aslında doğrudan mesaj fikri kuvvetleniyor. Günümüze bu şekilde geliyor.
Her akşam yeniden kuruluyor
Mahyanın bir sanat olduğuna hiç şüphe yok. Hele ki eskiden kandille yapıldığı dönemlerle her akşam yeniden kurulan ve kandillerle yapılan bir sanattı. Her akşam mahya ustaları tarafından bütün zorluklarla hazırlanan ve günümüze kadar gelen ciddi işçilik ve emek isteyen bir sanattır. İstanbul’dan başka yerde de mahya ustası yoktur. Mahya kurulan diğer şehirlerimize de İstanbul’dan mahya ustası gider ve öyle kurulur. Mahya çok büyük bir sanattır ayrıca bir taraftan hatla resimle alakalı bir sanattır. Mahyaların çizilmesi gerekir. Bunlar mahyaya uygun güzel şeyler olması sonra bunun doğru bir şekilde uygulanması gerekir. Mahya sanatını anlatan kitabımda da mahya ustalarının defterinden örnekleri verdim. Mahya ustaları çiziyor ç ve minare arası ne kadar bunu hesap ediyor. Ona göre bir şekil çiziyor hattını yazıyor. Kendisi yazamıyorsa başkasına yazdırıyor. Onu iki minare arasında nasıl uygulanacağının hesabını kitabını yapıyor. Bu nedenle mahya zahmetli ve çok büyük bir sanat. Dolayısıyla mahya olan camilerin vakfiyelerinin içinde mahyacılarla ilgili de vakfiye maddesi var. Süleymaniye, Ulu Cami ve Eyüp Sultan Cami örnek verilebilir. Buralarda bulunan mahya ustaları genellikle camiinin aydınlatmasıyla ilgileniyor. Çok zor iş hele ki kışın yağmurlu, rüzgarlı havalarda zorlanıyorlar. İstanbul deniz kenarı olan bir yer ve bu şartlardan dolayı bazen mahyayı ortalayamıyorlar. Ya da vakit yetmiyor. Çünkü bir de vakit var, mahyanın kurulması akşam namazıyla başlıyor yatsıya kadar kurulması gerekiyor. Çünkü namazdan çıkan cemaat onu görmeli.
Emek isteyen bir sanat
Mahyanın hazırlanmasında dikkat edilmesi gereken birkaç unsur var. İlk olarak malzemesinin hazırlanması gerekiyor. Malzemesinin hazırlanması oldukça zor bir iştir. Çünkü cam ustasının kandili yapması gerekiyor. Ondan sonra fitillerin hazırlanması gerekiyor ki bu da her kış Ramazan'dan önce yapılır. Hazırlanan fitillere zeytinyağının ne kadar konacağının belirlenmesi gerekiyor. Örneğin, Süleymaniye gibi bir camiinin mahyası için binlerce fitil hazırlanması gerekiyor. Çünkü her akşam 250 civarında mum yakılması gerekiyor. İkinci olarak da hat sanatı ve resim sanatı dediğim gibi bunları ya çizdirilmesi ya da çizilmesi gerekiyor. Mahya ustalarının çoğu kendisi çiziyor hat sanatına elleri yatkın oluyor. Ondan sonra tatbikat yapılması gerekiyor ki hesap kitap yapmakta kolay değildir. Minareler arası aşağıdan göründüğü gibi değil ve iki minare arası kaç metre olduğunu bilmesi gerekiyor. Bizler ampuller arasında sanki 5 cm var gibi görüyoruz. Bir metre boşluk var aralarında onu da ayarlıyorsun. Tüm sebeplerden dolayı mahya mahya sanatı zor ve incelikleri olan bir sanat olarak karşımıza çıkıyor. Göründüğü gibi basit olan bir sanat değildir.
Görsel yayın olarak mahyalar vardı
Kahraman Yıldız (Mahya Ustası)
Mahya sanatını Sultan Ahmed döneminde Fatih Camisi’nin hafızlarından olan Ahmet Kefevi işliyor. Sultan Ahmed’in beğenisine sunuyorlar. Sultan Ahmed’in beğenisinden sonra mahya kurulmasını istiyorlar. İki minare arasına zeytinyağlı kandillerle ışıklar asılıyor. Ondan sonraki dönemde de Selâtin camilere mahya asılıyor. Ayetten hadisten sözler asılıyor. Bir dönemde 15 gün resim sanatı sonra yazı sanatı bu şekilde mahya sanatı bugüne kadar böyle geliyor.
Bu sanat bizim kültür mirasımızdır
İstanbul 400 450 sene önce kapkaranlık ve iki minarenin arasına kandiller asılıyor. O zaman yayın yok tabi, ne sinema var ne de gazete. Bir tek görsel yayın olarak mahyalar var. O dönemdeki insanlarımız cami cami gezerek Mahya yazılarını seyrederlermiş. Hatta 1800’lü yıllarda Avrupa’dan gelen bir gezginin anlattığına göre İstanbul kapkaranlık o zamanlar ve birdenbire minareler arasında ışıklar çıkıyormuş. Kandiller çıkıyor. Türküler diyor medeniyeti çoktan yakalamışlar. Gökyüzünden yıldızları toplamışlar yazı olarak yazıyorlar. Bu bizim kültür mürasımızdır. Onu korumak devam ettirmeye çalışıyorum. Tabii benim ustam Hacı Ceylan iki padişah döneminde mahyacılık yaptı. Yağ kandilli mahyaların elektrik sistemine geçmesinde ise öncülük etmiştir.
Hacı baba 1984 senesinde vefat etti ben de onun yanında bir zaman bulunmuştum. Elli küsür seneden beri de ben bu işi yürütmeye çalışıyorum. Ben Vakıflar Genel Müdürlüğü’nde çalışıyorum. Aslen ben elektrik ustasıyım. Bana bir gün görev verdiler Hacı babayla tanış onun yanında bazı şeyleri öğren dediler. Ondan sonra yanına gittim orada çalıştım biraz, bazı şeyleri öğrendim. Bu süreçten sonra mahya ekibi kuruldu. Bende bir şekilde hem elektrik işleri hemde mahya işlerini yaparak bugüne kadar geldim. 2013 yılında emekli oldum. Emekli olduktan sonra yeniden beni çağırdılar hala devam ediyorum. Ramazan gelişi ile birlikte de Edirne Selimiyye Camisi’ne mahya kurmaya çalışıyorum. Bundan öncede Bursa Ulu camiye mahya astım. Daha önceki hafta içinde de İstanbul Selâtin camilerde ki mahyaları tamamladık.
Benden başka klasik yapan yok
Günümüzde klasik mahyayı yapan bende başka kimse yok. 2010 yılında da kültür başkenti olduğunda istanbul o zaman bir tasarım yarışması yapıldı. Gençlerimize dijital şekilde denek camiden yeni camilere dijital yazılar yazılmaya başlandı. Ama biz Selâtin camilere hala klasik mahyayı yazmaya devam ediyoruz. Mahya sanatı güzel bir meslek aslında ama tabii ki zorlukları var yükünüz ağır oluyor. Mahya sanatı dikkat istiyor, matematik istiyor. Ayrıca dizayn yapmanızı istiyor. Hata yapmamanız gerekiyor. Biz mahya ustaları gökyüzüne çıkıp iki minare arasına yazı yazmaya çalışıyoruz. Kimsenin çıkamadığı yerlere biz çıkıyoruz. Bir şeyler yazıyoruz oraya. Bir ayetten veya hadisten sözler yazıyoruz. Mesela bu senenin mahya teması iyilik ve takvaydı. Onunla ilgili vecihi sözler geldi. Bizde o vechi sözleri İstanbul’daki her camiye ramazan sonuna kadar yazacağız. Bursa Ulu camiye iki kere yazacağız Edirne Selimiyye camiye de iki kere yazacağız. Mahya sanatı Kültür ve Turizm Bakanlığı Vakıflar Genel Müdürlüğü bünyesinde olan bir iş asırlardır. Hâlâ vakıflar bu işi yaptırıyor. Bu önemli bir olaydır. Bütün her şey vakfa aittir.
Ata yadigarı meslekler bitmemeli
Mahyayı asmadan önce bir tema belirleniyor ve bu tema geldikten sonra İstanbul müftülüğüne gidiyorum. Seçilen sözleri her camiye uygun olacak şekilde onları ayarlıyorum. Her camiye ayrı ayrı bir yazı şekli çıkartıyoruz ve bir kağıt üzerine bir şema çiziyorum. Çizmiş olduğum şemayı da her caminin ayrı ayrı takımları var. Onların üstüne işliyoruz. Duyuları takarak bir yazı karakteri oluşturuyoruz ve sonra onları toplu halde toplayarak minareye çıkıp minarede karşıdan karşıya bir düzenek kuruyoruz. Çelik halat diğer halatlar ve makaralar enerji veriyoruz. Ondan sonra birer birer ipleri makara ip halat sayesinde karşı tarafa doğru ufak ufak gönderiyoruz ve bir yazı oluşuyor. Dikkat etmemiz gereken şey de hata yapmamak. Yazı da hata olmayacak. Düzgün dizayn olacak, karakter olacak. Aşağıda da insanlar oluyor. Onlara dikkat etmek zorundayız. Öyle de bir zorlukları var. Karda kışta kıyamette bayağı bir zorlukları oluyor tabii ki. Mesela bu sene kışa denk geldik. İstanbul’da lapa lapa kar yağarken çalıştık. Mahyaları yazdık yetiştirdik çok şükür. Bu yazdıklarımız ilk yazılardı. İkinci yazılarda ise yukarı çıkıyoruz. Mahyaları topluyoruz yazıları siliyoruz. Duyuları topluyoruz ve farklı farklı yerlere takarak belirli bir yazı oluşturuyoruz. İkinci üçüncü dördüncü beşinci yazılar derken Ramazan bayramına kavuşuyoruz Allahın izniyle. Mahya sanatı ve sanat her zaman çok değerli ve tabii ki takdirde önemlidir. Mahya bir el sanatıdır. Ben son mahyacıyım ama inşallah son olmam devam eder. Ata yadigarı mesleklerimiz bitmesin.
Asırlardır camilerimizi süsleyen mahya sanatı, İstanbul’daki Selâtin camilerin minaresinin mahya asmaya elverişli olduğundan bu camilere kuruluyor. Fakat İstanbul’daki diğer camilerin örneğin Eyyubi camilerin minareleri kısa olduğundan mahyaya uygun görülmüyor. İstanbul’a ait bir gelenek olduğunu söylediğimiz Mahyaların birkaç örneğini İstanbul dışındaki illerimizde de görmekteyiz. Bu illerimiz Bursa, Edirne, Kıbrıs Lefkoşa ve Malatya olarak karşımıza çıkıyor.
Yorum Yaz