Litros Sanat
Türkiye'nin Dijital Kültür Sanat Gazetesi
Çukurova, sinemada sınıfsal farklılıkların en net yansıtıldığı coğrafyalardan biridir. Zengin toprak sahipleriyle yoksul işçiler arasındaki uçurum, filmlerde dramatik çatışmaların temelini oluşturur.
Tarlaların genişliği ve bereketli görünümü, aynı zamanda emeğin sömürülmesini ve işçilerin çaresizliğini vurgulayan bir simge haline gelir. Bu bakımdan Çukurova, filmde hem toplumsal gerçekliğin bir sahnesi olarak yer alırken bir yandan da karakterlerin kaderini şekillendiren ve onlara gardiyanlık yapan bir unsur olarak da yer alır.
Sinema, yalnızca hikâyeleri anlatmaz; mekânları da konuşturur. Ve mekanla bütünleşerek bölge insanın kimliğini tüm çıplaklığı ile bir sinema unsuru haline getirir. İstanbul başta olmak üzere Anadolu’nun her bir şehri, sinemanın dönem dönem vazgeçilmez bir mekanı olmuştur. Bu mekanlardan biri de Anadolu’nun en verimli bölgelerinden biri olan Çukurova, yıllardır hem romanların hem de filmlerin ilham kaynağı olmuştur.
Çukurova, Türk sinemasında yalnızca bir fon değil; toplumsal gerçeklerin, kültürel belleğin ve sınıfsal çatışmaların görünür hale geldiği önemli bir mekândır. Bereketli toprakları, mevsimlik işçilerin emeği, köy ile kent arasındaki gerilimleri, sert iklimi ve tarih boyunca farklı göç hareketlerine sahne olmasıyla ve özgün kültürüyle Çukurova, birçok filme hem doğal plato olmuş hem de hikâyenin ruhunu belirlemede önemli bir unsur olmuştur.
Türk Sinemasında Toplumsal Gerçekçilik ve Çukurova
Türk sinemasında 1970’li yıllarda toplumsal gerçekçilik akımı yükselirken Çukurova, bu anlatıların önemli merkezlerinden biri oldu. Yılmaz Güney’in “Umut” (1970) filmi, Adana sokaklarında ve Çukurova’nın kenar mahallelerinde çekilmiş, yoksulluk ve çaresizlik temasını mekân üzerinden görünür kılarken Güney’in bir diğer önemli filmi olan “Endişe” (1974) ise pamuk işçilerinin yaşadığı sömürüyü, Çukurova’nın tarlaları ve fabrikaları üzerinden gözler önüne serer.
Bereketli Topraklar Üzerinde: Çatışmalar ve Çelişkiler
Çukurova, sinemada sınıfsal farklılıkların en net yansıtıldığı coğrafyalardan biridir. Zengin toprak sahipleriyle yoksul işçiler arasındaki uçurum, filmlerde dramatik çatışmaların temelini oluşturur. Buna verilecek örneklerden biri de Orhan Kemal’in romanından uyarlanarak
pamuk tarlalarında çalışan işçilerin dramını beyazperdeye taşıyan “Bereketli Topraklar Üzerinde” (1980) filmidir.
“Bereketli Topraklar Üzerinde”, Erden Kıral tarafından Orhan Kemal’in aynı adlı romanından uyarlanmış bir başyapıt olarak Türk sinemasında önemli bir yere sahiptir. Film, Çukurova’nın verimli topraklarında mevsimlik işçilerin yaşamını ve tarımsal emeğin zorluklarını çarpıcı bir biçimde anlatır. Burada Çukurova, yalnızca bir mekân değil, aynı zamanda filmin tematik derinliğini beraber toplumsal eleştirisini besleyen bir karakter halini alır.
Çukurova, Türkiye’nin en verimli tarım bölgelerinden biri olarak filmde doğrudan bir toplumsal gerçeği simgeler: pamuk tarlaları, mısır ve sebze üretimi, bölgedeki bereketle beraber emeğin yoğunluğunu ve işçilerin yoksulluğunu görünür kılar. Filmde kullanılan mekânlar; geniş tarlalar, gecekondu köyler, küçük kasabalar sadece mekan görevini üstlenmek ile kalmaz aynı zamanda sınıfsal farklılıkları ve toplumsal çelişkileri somutlaştıran güçlü bir bağlam da sunar.
Mevsimlik işçilerin göçü, köyden kente ve tarlalardan kasabalara uzanan yaşam döngüsü, Çukurova’nın mekânsal yapısı ile bütünleşmiş bir şekilde işlenir. Tarlaların genişliği ve bereketli görünümü, aynı zamanda emeğin sömürülmesini ve işçilerin çaresizliğini vurgulayan bir simge haline gelir. Bu bakımdan Çukurova, filmde hem toplumsal gerçekliğin bir sahnesi olarak yer alırken bir yandan da karakterlerin kaderini şekillendiren ve onlara gardiyanlık yapan bir unsur olarak da beliriverir.
Peki filmin yönetmeni olan Erden Kıral Çukurova'yı bir mekan olarak filmde nasıl işlemiştir? Kıral, Çukurova’yı doğal ışığı, geniş tarlaları ve kırsal dokusuyla sinematik bir görsel dil olarak kullanmıştır. Kamera, tarlaların genişliğini ve işçilerin küçük figürlerini vurgulayarak, hem mekânsal hem de sosyal bir gerilim yaratır. Aslında bu yaklaşım, filmi yalnızca bir toplumsal drama değil, aynı zamanda Çukurova’nın sinemadaki güçlü bir yansıması hâline getirir.
Kısacası “Bereketli Topraklar Üzerinde”, Çukurova’yı sadece bir mekân olarak değil, toplumsal ve kültürel gerçekliklerin bir aynası olarak kullanır. Film, emeğin, göçün, sınıfsal çatışmaların ve dayanışmanın hikâyesini, Çukurova’nın bereketli ama zorlayıcı ve yakıcı coğrafyası üzerinden etkileyici bir şekilde aktarır. Bu yönüyle film, Türk sinemasında hem toplumsal gerçekçiliğin hem de mekânın anlam yaratmadaki gücünün en iyi örneklerinden biri olarak ele alınabilir.
Bereketli Topraklar Üzerinde, sadece bir dönemin işçi sorunlarını anlatan film olarak ve sinematik açıdan ele almak biraz eksik olur. Çünkü filmin anlattığı şartlar günümüz Türkiyesi'nde hâlâ geçerliliğini koruyan emek, göç ve eşitsizlik meselelerine ışık tutan güçlü bir yapı niteliğindedir. Çukurova’nın bereketi ile işçinin yoksulluğu arasındaki derin çelişkiyi sinemaya taşıyan film, toplumsal belleğimizin silinmez parçalarından biridir.
Sinemada Göçün Mekânı
Çukurova, aynı zamanda göç ve yolculukların da sembolü halini almıştır. Cannes’da Altın Palmiye kazanan “Yol” (1982) filminde, mahkûmların izinli olarak çıktıkları yolculuk,
Çukurova’nın kasabalarından ve köylerinden geçerken bireysel özgürlük arayışları ile toplumsal baskılar iç içe yansıtılır. Göç teması, özellikle köyden kente uzanan hikâyelerde Çukurova’nın mekânsal gerçekliğiyle birleşir. Aslında yerel halk için Çukurova bir sinema mekanı olmaktan çok kaderin kavurucu yanı ve bir yanda da umudun yeşerdiği verimli topraklardır. Kısacası Çukurova halk ve sinema için kaybolmayacak bir hafıza görevini üstlenmiştir.
Sinemada Çukurova’nın yansımaları, yalnızca coğrafi güzelliklerle sınırlı değildir; emeğin, göçün, sınıf çatışmalarının, aşkların ve törelerin bütünleştiği güçlü bir anlatı zemini sunar. “Umut”, “Endişe”, “Bereketli Topraklar Üzerinde” ve “Yol” gibi filmler, Çukurova’yı Türk sinemasında bir “karakter” haline getirmiştir. Bugün de usta ve genç yönetmenler için Çukurova, hem geçmişin belleğini hem de bugünün dönüşümünü yansıtan bir sinema mekânı olmayı sürdürmektedir.
Daha yakın dönemde, Adana Altın Koza Film Festivali’nin etkisiyle çekilen filmler, bölgenin hem geleneksel hem de modern yaşamını perdeye taşımaya devam etmiştir. Yani Çukurova sinemadan , sinema da Çukurova’dan kopamamıştır.
Yorum Yaz