Litros Sanat
Türkiye'nin Dijital Kültür Sanat Gazetesi
1300’lü yılların Bursa’sında geçen film, tarihi açıdan baktığımızda Kösedağ Savaşı sonrası Anadolu Selçuklu Devleti’nin yıkılmasıyla Türkmen beyliklerinin küçük parçalara ayrılması, Osman Gazi’nin oğlu Orhan Gazi’nin Bursa’yı başkent ilan edip seferlerine devam ettiği senelere ışık tutuyor. Gelin görün ki film, tarihi bir film olma misyonuyla yola çıkmıyor.
Film, Akay’ın ‘Anadolu Ortaçağ Üçlemesi’nin ilk filmi olarak çekiliyor ve çekim aşamasında Bursa’da koca bir şehrin inşa edildiğinden bahsediliyor. Yazıktır ki, Hacivat Karagöz hak ettiği ilgiye çekildiği yıllarda mazhar olamadığından üçlemenin diğer iki filmi hiçbir zaman çekilemiyor ve bu film tek film olarak kalıyor.
Hacivat Karagöz Neden Öldürüldü? Ya da Hacivat ve Karagöz gerçekten öldürüldü mü? Çocukluğumuzdan beri bilhassa ramazan ayı geldiğinde ve edebiyat derslerinde karşımıza çıkan, renkli renkli kıyafetleriyle, gölgeden ibaret suretleriyle bizleri büyüleyen, büyülerken güldüren bu iki halk kahramanının tarihte gerçekten de yaşayıp yaşamadığına, dolayısıyla öldürülüp öldürülmediklerine dair net bir bilgi yok elimizde. Fakat bu konuyu büyülü gerçekçi bir üslupla ele alan, yansıttığı döneme dair incelikli ayrıntılarla bezenmiş, izlendiğinde bu zamana kadar neredeymiş dedirten, güldürürken hüzünlendiren, aynı anda düşündüren, muhteşem bir şehirde muhteşem bir imparatorluğun temellerini attığı yılları yansıtan bir filmimiz var. Hem de Ezel Akay gibi muhteşem bir yönetmenin yönettiği…
Film, Akay’ın ‘Anadolu Ortaçağ Üçlemesi’nin ilk filmi olarak çekiliyor ve çekim aşamasında Bursa’da koca bir şehrin inşa edildiğinden bahsediliyor. Yazıktır ki, Hacivat Karagöz hak ettiği ilgiye çekildiği yıllarda mazhar olamadığından üçlemenin diğer iki filmi hiçbir zaman çekilemiyor ve bu film tek film olarak kalıyor. Kadrosunda Haluk Bilginer, Beyazıt Öztürk, Ayşen Gruda, Şebnem Dönmez gibi birbirinden kıymetli oyuncuların yer aldığı filmin senaryosu Ezel Akay ve Levent Kazak tarafından kaleme alınırken; film, Ender Akay tarafından bestelenen ve yıllardır kulaklardan silinmeyen müzikleriyle de öne çıkıyor.
Bursa’nın taşlarına işlenen tarih
1300’lü yılların Bursası'nda geçen film, tarihi açıdan baktığımızda Kösedağ Savaşı sonrası Anadolu Selçuklu Devleti’nin yıkılmasıyla Türkmen beyliklerinin küçük parçalara ayrılması, Osman Gazi’nin oğlu Orhan Gazi’nin Bursa’yı başkent ilan edip seferlerine devam ettiği senelere ışık tutuyor. Gelin görün ki film, tarihi bir film olma misyonuyla yola çıkmıyor. Buna rağmen filmde Bacılar olarak tanıdığımız Bacıyan-ı Rum Cemiyeti, Ahi Teşkilatı, Orhan Gazi Camii’nin inşası, Yörükler, Anadolu beylikleri, Şamanizm ve Tatarlar adıyla bildiğimiz Moğollar gibi birçok tarihi unsura rastlayabiliyoruz. Bu unsurların her biri de senaryoya büyük bir incelikle yerleştirilmiş, tarihle neredeyse birebir örtüşür nitelikte. Bursa gibi önemli bir ilimizin tarihini, dönemin sosyal yaşantısını, toplumsal dinamiklerini, siyasi gelişmelerini ve Osmanlı’nın çok kültürlü heterojen yapısını bir tablo gibi sunuyor. O dönemde Türkmenlerin yaşadığı zorluklar, fethedilen bölgelerdeki halkların Müslümanlaşma süreci, iskân politikaları, karakterlerin kullandıkları ağızdan giyindikleri kıyafetlere, inandıkları dinden tutun da sürdürdükleri adetlere kadar her bir detay olabildiğince gerçeği yansıtıyor.
Kadersiz ikilinin kader birliği
Kimdir peki bu Hacivat ve Karagöz? Filmin ilk sahnesinde Karagöz’ün annesi Kam Ana’dan aldığımız kehanete göre şan şöhret içinde boğulacak, sultanların namı unutulurken onların namı yayılacak olan iki kadersiz aslında. Karagöz ve annesi, konar-göçer hayat süren, o dönemde Moğol zulmünden ve bellerini büken vergilerden yakasını kurtarmak için oradan oraya yürümek zorunda kalan yoksul Anadolu yörüklerinden. Kaçıp sığınabildikleri yer ise henüz Orhan Bey tarafından yeni fethedilmiş, başkent yapılmış ve yerleşik hayatın ilk adımlarının atılmaya başlandığı Bursa. Karagöz, Hacivat’a kıyasla çok daha masum, temiz kalpli, fiziken kuvvetli fakat aklı pek sivrilmemiş, kulağı da pek duymayan bir karakter. Hacivat’a baktığımızda ise, Karagöz’ün doğayla harmanlanmış kendi halinde yaşayıp gittiği hayatından ve karakterinden çok uzak, şehir hayatı içinde entrikalarla ve türlü oyunlarla yoğurulmuş, üç kağıtçılık ve dalavere ile hayatını sürdüren bir karakter. Eşrefoğlu Beyliği’nin ulağı olarak karşımıza çıkan Hacivat, beyin sağ kolu tarafından oynanan bir oyun sonucu beyliğin yıkılmasıyla Tatar’ın elinden canını zor kurtarıp Bursa’ya kaçar. Karagöz ile yolları da Orhan Gazi Camii’nin yapımı sırasında şehir meydanında kesişir.
Hacivat ve Karagöz hikayesi, Hacivat’ın tedavi edeceğim, merhem olacağım vaadiyle kandırıp Karagöz’ün davarını alıp kasaba satmasıyla, yani Karagöz’ü dolandırmasıyla başlar. Bu küçük dolandırıcılık hadisesi sonrası ikili şehir meydanında birbirine girer, halka da temaşa çıkar. Hacivat ve Karagöz, o dönem yapılmakta olan Orhan Gazi Camii’nin inşaatında taş ustası olarak çalışmaktadır. Fakat birbirleriyle öyle atışırlar ki caminin inşaatında çalışanlar, meydanda meşgul olan halk işi gücü bırakıp onları izlemeye başlar. Gel zaman git zaman Hacivat ve Karagöz’ün bu atışmaları insanlara güldürü olur, oyun yapıyorlar sanılır ve ikili halk tarafından sevilen kahramanlara dönüşürler. Akışta bu hikâye ilerlerken, bir yandan da Eşrefoğlu Beyi’nin ölümüne sebep olup çaldığı değerli elmasla Bursa’ya gelen kadı Pervane’yi ve yönetimde dönen oyunları izleriz. Şehre Arap coğrafyasından gelen Pervane, Bacılar teşkilatını dağıtıp kadınların evlerinde yemek yapmasını, idari işlere karışmamasını örgütlerken, halktan alınacak vergileri artırıp rüşveti yaygınlaştırmayı hedefler. Ve hali hazırda kaotik olan bir toplumda, yozlaşmanın izlerini ufak ufak görmeye başlarız. İşte bu noktada film, taş ustası olarak yola çıkan iki sıradan insanın nasıl efsaneye dönüştüğünü, mizahın gücüyle hem toplumsal eleştiriye hem de ölümsüz bir geleneğe kaynaklık ettiğini anlatmaya başlar.
Mizah söylenmeyeni söyleyebilir mi?
Hacivat ile Karagöz’ün birbirleriyle didişmeleri, laf atışmaları ve neredeyse çocukça oyunları, Bursa’nın taş sokaklarında dolaşan birer eğlence unsuru gibi görünse de film ilerledikçe bunun çok daha derin bir karşılığı olduğunu görürüz. Onların bu çabasız komikliği; halkın sıkışmışlığını, yoksulluğunu, iktidarın hoyratlığını ve şehirdeki adaletsizlikleri de hicveder. Ezel Akay’ın kamerası mizahı, tarihin tozlu bir ayrıntısı olmaktan çıkarıp halkın en güçlü silahı, en sahici direniş biçimi olarak karşımıza koyar. İzlerken fark ederiz ki, iki gölge oyunu karakterinin kökeninde aslında toplumun kendiyle dalga geçme, acısını hafifletme ve haksızlıkları ifşa etme ihtiyacı yatıyordur. Filmi eşsiz kılan yanlardan biri de budur aslında. Oran Gazi’nin seferden döndüğü ve halka aş dağıtıp eğlence düzenlenen akşam, Karagöz ve Hacivat sahneye çıktığında bu anlara şahit oluruz. Karagöz, halkın yoksulluğunu ve yaşanan adaletsizlikleri anlatırken bu adaletsizliklere göz yumanları adeta bir bir elden geçirir. Olayların hem büyülü gerçekçi bir anlatıyla efsanevi bir şekilde bize sunulması hem de bunu yaparken kameranın olabildiğince objektif bir noktada durması filmi inanılmaz bir noktaya taşır.
Objektiflikten söz ederken, filmin belirli sahneleri özellikle dikkat çeker. Örneğin, filmin başında yaşanan hırsızlık olayında Bacılar’ın şehirdeki güvenliği sağlamak için devreye girmesi, kadınların kamusal alanda üstlendiği rolü gösterirken; Pervane’nin şehre gelişiyle bu varlığın giderek nasıl silindiğini görürüz. Bir diğer sahnede cami inşası sırasında “kiliselerden birini çevirseydiniz ya” önerisine verilen “bizim derdimiz kılıçla değil, iyilikle gönül fethetmek” cevabı, Osmanlı’nın kendine atfettiği meşruiyet iddiasına ışık tutar. Yine Karagöz’ün iş aradığı sahnede Müslüman olmayanlara iş verilmemesi, dönemin toplumsal ayrışmalarını çıplak bir şekilde ortaya koyar. İşte film, bu gibi küçük ama çarpıcı anlarla tarihin tek boyutlu bir anlatı olmadığını, çelişkilerle dolu bir süreç olduğunu gösterir. Seyirciyi de bu gerçekliğin tam ortasına, yargı dağıtmadan ama görmezden de gelmeden yerleştirir.
Velhasıl kelam, Hacivat Karagöz Neden Öldürüldü? sadece iki gölge oyunu karakterinin köken hikâyesi değil; bir imparatorluğun doğum sancılarını, kültürel çatışmalarını, toplumsal kırılmalarını ve bütün bunların mizah aracılığıyla nasıl dönüştürüldüğünü anlatan bir belge niteliğindedir. Ezel Akay’ın kamerası ne geçmişi bütünüyle yüceltir ne de bütünüyle karalar; aksine, seyirciyi tarihle yüzleştirir. Tam da bu yüzden film, hem tarihsel bir hazine hem de bugün hâlâ güncelliğini koruyan toplumsal bir eleştiri olarak karşımızda durur.
Yorum Yaz