Litros Sanat
Türkiye'nin Dijital Kültür Sanat Gazetesi
Editör İçimizden Filistin’i anlatan şarkılar geçtiğinde, kulağımıza ilk Feyruz’un Zahrat el-Medain’i gelir. Onun güçlü sesiyle artık Şehirlerin Çiçeği Kudüs, kalbimize mühürlenmiştir. Sonra, Emel Mathlouthi Naci en Palestina söylemeye başlar ve kalbimiz de onunla birlikte Filistin için çığlık atmaya… Her şarkı bizi o topraklara biraz daha yaklaştırır. Ve nihayet gidip gördüğümüzde, içimizdeki haklı çığlığı Filistin için yazılan başka şarkılar, şiirler, romanlarla çoğaltırız.
Benim için de tam olarak böyle oldu: Çocukluğumda Filistin ile ilgili anlatılanlar, haberlerden izlediklerim, gazetelerden okuduklarım, muhabir olarak çalıştığım yıllarda “sizin için üstünü özenle mozaiklesek” de hep görünür olan sayısız bebek cesedi ve kefenleriyle düğününe götürülür gibi kabirlerine taşınan gençler, içimdeki Filistin’i her gün daha da çoğalttı. 2015 yılında gidip gördüğüm o topraklara dair önemli bir şeyi kaçırdığımı fark ettim. Sürekli çatışma ve savaş içinde sunulan -bir medya çalışanı olarak sunduğumuz da diyebilirim- bu halkın; her şeye rağmen canlı, nefes alıp veren, üreten ve direnen bir sosyal hayatı vardı. Bu hayatı anlattıkları sayısız şiir, şarkı, roman, film ve belgesel ile, Filistinliler “kuşaklar boyunca umutla bekledik, bekliyoruz, bekleyeceğiz, buradayız” diyorlardı.
Döner dönmez Filistin’in kültür sanatına dair farklı okumalar yapmaya başladım. Okuduğum bir kitap beni bir belgesele, onda duyduğum bir isim başka bir filme, o filmin şarkısı bir şairin şiirine götürdü. Ve devam eden bu sayısız matruşka hâli, Filistin’i anlamanın en iyi yolunun yine onların hikâyelerinden geçtiğini gösterdi. Bu hikâyelerden biri hayatı boyunca Filistin direnişinin destekçisi olan Radvâ Âşûr’un, eşi Filistinli Şair Mürîd Bergûsî’nin ailesinden ve kendi hayatlarından izler taşıyan Tantûralı Kadın’dı. Romanı okuduğumda Rukayye’nin gözünden Filistinlilerin “zorunlu sürgününe” şahit olurken; ninnileri, manileri, türküleri ve daha birçok folklorik ögeleriyle de tanıştım. Kitaptaki karekodlar sayesinde onları defalarca dinledim ve önerilen başka tıklamalarla Geleneksel Filistin Müziği’nin temsilcilerinden Sana Moussa ile karşılaştım. Sana Moussa, işgal altındaki Filistin’in Celile Bölgesi’ndeki bir köyde dünyaya gelir. Müzisyen bir ailede büyümesi, Klasik Arap özellikle de Geleneksel Filistin Müziği’ne ilgisini artırır. Mikrobiyoloji mezunu Sana, nörobilim alanında doktora yaparken sanata olan tutkusunu bilime olan merakından ayırmaz. Profesyonel müzik hayatına bir koroda Filistin halk şarkıları üzerine çalışarak başlar ve bir müzik grubuyla konserler verir. Filistin folklorik ve geleneksel müziği üzerine yaptığı iki yılı aşkın saha araştırmasının ardından, 2010 yılında, sözlükte “doğuda olmak, doğuda oturmak” anlamına gelen, [اشراق (İşrak) Ishraq Reminiscence] isimli ilk stüdyo albümünü çıkarır. Sana, albümünü hazırlarken çok sayıda Filistinli kadını ziyaret eder. Onların hatıralarındaki evlilik, doğum, ninni, ayrılık, aşk, savaş, devrim ve yalnızlık türkülerini dinler. Bu kolektif sahneleri geleneksel müziği bozmadan yeni derlemelerle yorumlar. Şimdi o albümdeki en etkileyici türkünün [نجمة الصبح (Sabah Yıldızı) Nijmet el-Subeh] hikâyesine bakalım. Sevinç ve hüzün karışımı, hem düğünlerde hem de evlenmemiş genç erkeklerin cenazelerinde söylenen bu türkü, Filistin'in kuzeyindeki Yukarı Celile'nin köylerinden iki versiyonun yan yana getirilmesiyle yeniden derlenir. Şarkı bir grup kadının, düğününden hemen önce ölen bir damat için yaktığı ağıtla başlar. Kadınlar, vatansız bir damadın elbisesi üzerinden onun talihsiz ölümüne ağlarken, vaktiyle tek bir ulus olan Levant Bölgesi ’nin bazı şehir ve dağlarını sayarak kaderlerine terk edilmiş olmalarını da hatırlatmaktadır. Filistin folklorunun bir parçası olan bu ağıtta damadın elbisesinin Ürdün'ün Aclun dağlarından kesildiğini, ardından Suriye'nin Halep şehrinde dikildiğini ve son olarak Filistinli damadın öldürüldüğü anavatanında giyildiğini söyler. İkinci bölümde ise, sabah yıldızından bölgeden aldığı iyi adamları geri getirmesi ve alçakları kovması istenir. Bu ağıdın Şam ve Halep’i de içine alan sözlerine dikkat edersek, on yılı aşkın bir savaşla yok edilen Suriye için de, adeta Nekbe’nin ilk yıllarından beri yakıldığını fark ederiz. Sözlerin yanındaki karekodu okutarak dinleyebileceğiniz bu parça Filistinli yaşlı bir kadının özgün sesiyle ve alkışıyla başlar, sonra geleneksel enstrümanlar eşliğinde Sana’nın sesini duyarız: "Sana Moussa[/caption] Ey damat! Vatanını asla bilemeyeceğiz! Ey Aclun dağlarından kestiğimiz o damatlığın! Halep'te dikildi ve Şam sarsıldı. Ey sabah yıldızı! Şam'ın üzerine yükseldin. Onurluları aldın ve bize alçakları bıraktın. Ey Şam yıldızı! Nerede yükseldin? Onurluları aldın ve bize alçakları bıraktın. Yemin ettim, sevdiklerim eve dönerse o zaman fenerleri yakacağım ve onları azarlamaktan vazgeçeceğim. Ey damat! Vatanını asla bilemeyeceğiz! Ey Aclun dağlarından kestiğimiz o damatlığın! Albümünü “Bu şarkılar insanların gönüllerine yakın, basit ve bu nedenle güzel” diye anlatan Sana Moussa’nın müzik yapma nedeni kendi ifadesiyle “Bir kimlik iddiası, bir var olma ve dayanma ısrarı”dır. Sana Moussa bu ısrarındaki kararlığını yıl başında çıkardığı [صوتك يا شعبي Sawtoka Ya Shaabi] single’ı ile birkez daha yinelemiş oldu. 19. yüzyıldaki acımasız çalışma koşullarına karşı ayaklanmalarda doğan ve bugün hâlâ popüler, hemen hepimizin bildiği, İtalyan halk protesto şarkısı “Çav Bella”dan müziğini alan bu eseri Nader Salha ile birlikte yazan Sana Moussa, Filistinli ünlü direniş şairi Semih el-Kasım’ın şiirlerinden etkilendiğini söyler. Hafızalarımıza kazınmış bir melodiyle Filistin direnişinin evrenselleşmesinin öneminin vurgulandığı bu çalışma, Ramazan ayının son günlerinden itibaren bölgede yaşananları düşündüğümüzde, hepimiz için yapılmış önemli bir direniş çağrısıdır: Senin sesin ey halkım, gezici bir şarkı, Bir evde dinlenir ve diğerinde uyanır. Sesin asla solmayan bir melodi, kayanın içinden filizlenen bir iris. Gece ne kadar uzun sürerse sürsün kesinlikle güneşin ipliklerini öreceğiz. Ey halkım ölümün enkazından silkeleniyor. Canlan ey halkım, canlan sen. Zalime direnerek yükseleceksin. Direndin, direndin, direndin! Zalime direnerek yükseleceksin. Direndin, direndin, direndin! Sana Moussa tıpkı Semih el-Kasım’ın özgür insanlar adına şiirleriyle yaptığı savaşı, şarkılarıyla haykıracak dünyanın suratına. O, Filistinlileri hep var edecek şarkılar söyledikçe, Filistin içimizde çoğalacak ve bir gün “Özgür Filistin” için sabah yıldızları doğacak.
Yorum Yaz