Litros Sanat
Türkiye'nin Dijital Kültür Sanat Gazetesi
Yönetmen Bensalem Bouabdallah: “Yirmi seneden beri bir ‘Cami’ projesi üzerinde çalışıyorum. Dünyadaki önemli camileri çekerek bu projeyi tamamlamak istiyorum. O camilerden biri de mimari bir deha olan Sinan’ın eseri Süleymaniye... Cami sadece bir ibadet mekânı değildir. İslam sanatı, medeniyeti ve kültürünü tanıtan en önemli merkezdir. Çekim yapacağımız ülkelerdeki camiler aynı zamanda o ülkede yaşayan Müslümanları da yansıtır. İbadet ederken giydikleri kıyafetleri hem kendi kültürlerine hem de İslam kültürüne dair bize çok şey söyler.”
Konya Büyükşehir Belediyesi’nin düzenlediği 6. Sufi Sinema Festivali, 7-11 Mayıs tarihleri arasında dört farklı mekânda gerçekleşti. Kültür ve Turizm Bakanlığı Sinema Genel Müdürlüğü’nün katkılarıyla hazırlanan festivalde, maneviyat temalı filmler gösterildi. Festival; yerli ve yabancı yönetmen, yapımcı, senaristlerin katılımları, atölye çalışmaları ve akademik oturumlarla zenginleşti. Festivalde Bensalem Bouabdullah’ın “Endülüs Karşılaşmaları” filmi de yer aldı. Gösterimden sonra Ömer Faruk Aksoy’un moderatörlüğünde gerçekleşen panelde, filmde ihtida hikâyesi anlatılan Ayshe Wright ve Yönetmen Bensalem Bouabdullah belgeselin yapım sürecini anlattı. Biz de panelin ardından filmin yönetmeni Bensalem Bouabdallah ile sanatının merkezinde yer alan Endülüs hayranlığını ve yapım aşamasında olduğu yeni projelerini konuştuk.
Biraz önce 6. Sufi Sinema Festivali kapsamında yayınlanan “Endülüs Karşılaşmaları” filminizi izledik. Bundan önceki ve sonraki belgeselleriniz de Endülüs’te geçiyor. Özellikle Endülüs’ü seçme sebebiniz nedir?
Cezayir’in batısındaki Tilimsan şehrindenim. Tilimsan ve Granada 14. asırda kardeş şehirdi. İspanyollar Müslümanları Endülüs’ten zorla çıkardıktan sonra onların bir kısmı Kuzey Afrika’da Fas, Tunus ve Cezayir’e bir kısmı da başka yerlere göç etti. Endülüs o bakımdan yüzyıllardır bizim kültürümüzde yer etmiştir. Film yapmaya karar verdikten sonra tarih, sanat ve kültürle ilgilenmeye başladım. Özellikle de Endülüs tarihiyle… Granada’ya ilk seyahatimde oradaki yüzlerin bize ne kadar benzediğini fark ettim. Daha derin araştırmalar yaptığımda ise Kuzey Afrika’da baskın bir Endülüs etkisi olduğundan emin oldum. Ve ilk filmimi Endülüs ile ilgili yapmaya karar verdim.
Bu filmin hikâyesini anlatır mısınız?
1992 yılında Sevilla’da açılan uluslararası fuar alanında yayınlanması için çektim. Bu fuarda Batı, Amerika’nın keşfinin 500. yılını kutladı. Aynı zamanda batıdaki teknoloji gelişiminin kutlamaları yapıldı. Aslında bu vesileyle Granada’nın Müslümanların elinden çıkışının da kutlamaları yapılıyordu. O tarihlerde bir film yapmak niyetine girdiğimde benim filmim Müslüman gözüyle olaylara bakmak oldu. Filmin adını “1492: The Shattered Utopia” koydum. Bu tarih Endülüs’ün Müslümanların elinden çıktığı tarihtir. Bilinçli olarak bu tarihi seçtim. Onlar bu kutlamaları yaparken biz de Müslüman gözüyle olaylara baktık ve Müslümanların Endülüs tarihindeki başarılarını anlattık. Bu ilk filmden sonra Ömer Faruk Aksoy arkadaşımla Endülüs’e sık sık gitmeye ve Müslümanların oradaki hizmetlerinin gün yüzüne çıkmasına yardımcı olacak çalışmalar yapıp, bunları kayıt altına almaya başladık.
Annemin kökleri Osmanlı’ya dayanıyor
Kuzey Afrika’daki Endülüs etkisinden söz ettiniz. Kişisel hikâyenizde sizi Endülüs’e yaklaştıran ve özellikle bu alanda çalışmak için motive eden bir olay var mı?
Dedelerim, Endülüs’ten Cezayir’e geldi. Soy ismimiz Endülüs sarayının duvarlarında yazılıdır. Kurtuba düştükten sonra yaklaşık beş bin Müslüman benim de doğduğum Cezayir’in Tilimsen şehrine göç etti. Orada kendi aralarında Endülüs’ü anlatmaya, hatıralarını canlı tutmaya çalıştı. Dedemden ve babamdan dinlediğim hikâyelerden çok etkilendim. Dedem tanınmış, saygı duyulan biriydi. Sokakta yürürken herkes kalkıp onu selamlardı. Tüm bunlar beni etkiledi ve içimde Endülüs ile ilgili film yapma aşkı başladı. Osmanlılar da Cezayir’de, Tunus’ta vardı. Annemin kökleri Osmanlı’ya dayanıyor. Bu tetiklemeler sonucunda araştırmalara başladım ve kendimi bu yolda filmler yaparken buldum.
Endülüs medeniyetinden tüm dünya istifade etti
Endülüs ile ilgili üç filminiz var. Yeni çalışmalarınız da yine aynı sahada mı olacak?
Endülüs ile ilgili üç tamamlanmış filmim var. Bir tanesinin kurgusu henüz bitmedi. Elhamra ismini taşıyacak. Ve yine Endülüs ile ilgili yeni bir senaryo çalışmasındayım. Filmlerimin en sonuncusu Córdoba’dır. Kurtuba’da en meşhur olan şey camidir. Yapıldığı zaman dünyanın en büyük camisiydi. O kadar büyük ki içinde bir kilise var. Kilise, yönetimi ele alınca bu ismi değiştirmek istedi. Bunu gizlice yapmak istiyorlardı. Bu olay oradaki bazı araştırmacılar tarafından tesadüfen duyulunca bu durum açığa çıktı. Bu cami 1984’te UNESCO kültür mirası olarak tescillenmiş, dolayısıyla kilisenin onu kendi yönetimine alması yasal değil. Bir avukat bunu açığa çıkarıp kiliseye karşı caminin eski ismine kavuşması için hareket başlatıyor. Sadece Kurtubalılar değil, bütün İspanyollar kilisenin tutumuna karşı çıktı. Ben bunu duyduğumda bir film üzerinde çalışıyordum. Onu hızla tamamlayıp İspanya’ya gitme kararı aldım. Ve bu olayı dünyaya duyurmak için filme almaya başladım. Filmin ilk bölümünde bu uyuşmazlığı öne çıkarıyorum. İlk kısım çok sayıda kişi ile yapılmış röportajlardan oluşuyor. Avukatlar, iş adamları, sanat tarihçileri, eski komünist partisi yöneticileri gibi üst düzey insanlar bize bu olayı anlatıyor. Kurtubalılardan işittiğimiz önemli bir şey var: “Kurtuba denilince akla cami, cami deyince akla Kurtuba geliyor.” Yani ikisi birbirinden ayrılamaz bir bütünü oluşturuyor. Bu, gerçeği yansıtan bir hakikatti. Filmin ikinci bölümündeyse İslam’ın oradaki altın çağını anlattım. Halk da bunun farkında. Yüzyıllarca Müslümanlar, Hristiyanlar ve Yahudiler orada barış içinde yaşıyorlardı.
Bu altın çağın çok önemli isimleri vardı. İbn Hazm, İbn Rüşd ve İbn Arabi… Filmde bu önemli şahsiyetlerin diyaloglarını da kullandık. Hepimiz Avrupa’nın orta çağlarda yaşadığı durumu biliyoruz. Ama aynı tarihlerde Endülüs’te özgürlük en yüksek seviyedeydi. Gerçek olan şu ki Endülüs medeniyetinden başta Avrupalılar olmak üzere tüm dünya istifade etti.
Fransa ve İngiltere’ye hiç gitmemiş olsaydınız, yine aynı merakla aynı tarzda filmler çeker miydiniz? Avrupa deneyiminiz ve oradaki karşılaşmalarınız film dilinizde nasıl karşılık buldu?
21 yaşında Paris’e gittim. Önce tiyatro sonra sinema okudum. 1979 yılında Londra’ya geçtim ve orada da sinema okudum. Sonrasında pratik olarak filmciliğe başladım. Cezayir’den çıkmasaydım belki de hiç film yapmayacaktım. Çünkü Cezayir o yıllarda Fransız sömürgesinden yeni kurtulmaya başlamıştı. Bu nedenle o yıllarda ülkemde fikirlerimi özgürce ifade etmek çok zordu. İngiltere hakikaten Avrupa ülkeleri arasında hürriyete önem veren ve bunu vatandaşlarına da yaşatan bir ülkedir. Bu sebeple az önce izlediğimiz “Endülüs Karşılaşmaları” filmini bir İngiliz Hanım ile yapmak mümkün oldu. Hâlâ İngiltere’de milyonlarca Müslüman var ve hiçbir problem olmadan yaşıyorlar.
Camiler o ülkede yaşayan Müslümanları da yansıtır
Türkiye’de film yapmak ister misiniz?
Yirmi seneden beri bir “Cami” projesi üzerinde çalışıyorum. Dünyadaki önemli camileri çekerek bu projeyi tamamlamak istiyorum. O camilerden biri de mimari bir deha olan Sinan’ın eseri Süleymaniye... Cami sadece bir ibadet mekânı değildir. İslam sanatı, medeniyeti ve kültürünü tanıtan en önemli merkezdir. Çekim yapacağımız ülkelerdeki camiler aynı zamanda o ülkede yaşayan Müslümanları da yansıtır. İbadet ederken giydikleri kıyafetleri hem kendi kültürlerine hem de İslam kültürüne dair bize çok şey söyler.
Konya’nın atmosferini nasıl buluyorsunuz?
Konya çok mühim bir yer ve bence dünyanın ruhani merkezlerinden biri. Buraya gelen herkesin aynı duyguları paylaştığını düşünüyorum. Celaleddin Rumi Hazretlerinin varlığı kendisini ziyaret eden tüm insanlara dağılıyor.
Yorum Yaz