Bir ailenin duygusal otopsisi

DİJİTAL EKRAN

2023 yılının en çok konuşulan filmlerinden olan ve Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye’ye layık görülen Justine Triet imzalı Bir Düşüşün Anatomisi (Anatomie d’une chute), Cannes’daki başarısıyla yetinmeyip Akademi Ödülleri’nde de En İyi Film, En İyi Yönetmen gibi birçok dalda aday gösterildi. Son yıllarda adına Victoria (2016) ve Sibly (2019) filmleriyle aşina olduğumuz Fransız yönetmen Triet, Altın Palmiye’ye layık görülen üçüncü kadın yönetmen olarak sinema dünyasına adını kazıdı. Filmin başrollerinden birini yine son zamanlarda sıklıkla duyduğumuz İlgi Alanı (The Zone of Interest) filminde de başrolü üstlenen Sandra Hüller canlandırdı ve Samuel Theis, Milo Machado-Graner, Swann Arlaud gibi isimler de ona eşlik etti. 

 

Bir Düşüşün Anatomisi, bize Fransız Alpleri’nde izole bir hayat süren Sandra, Samuel ve 11 yaşındaki kısmi görme kaybı olan oğulları Daniel’den oluşan bir çekirdek ailenin portresini çiziyor. Film, Alman bir yazar olan Sandra’nın evinin salonunda onunla röportaj yapmak için gelen bir üniversite öğrencisiyle konuştuğu bir sahneyle açılıyor. Tam röportaja başladıkları esnada, evin üst katından gelen çok yüksek bir müzik sesiyle kendi konuşmalarını dahi duyamayan ikilinin görüşmesi Sandra’nın kızdan özür dilemesi ve röportaja başka bir zaman devam etmelerini rica etmesi üzerine sonlanıyor. Filmin giriş kısmına ince bir işçilikle yerleştirilen bu gerilim sahnesinin ardından, korkunç bir faciayla karşılaşıyoruz. Röportaj için gelen öğrencinin ardından anne babasını evde baş başa bırakıp köpeğiyle yürüyüşe çıkan Daniel, eve geri döndüğünde kapının önünde babasını kanlar içinde yerde yatarken buluyor. Samuel’in ölümünün bir intihar mı, kaza mı yoksa cinayet mi olduğu bilinmediğinden, ölüm esnasında evde olan tek kişi Sandra cinayetin baş şüphelisi oluyor ve filmin mahkeme süreci başlıyor… 

 

Geriye dönük ilişkiler karmaşası 

 

Ailenin karlar içindeki şirin evinden böyle korkunç bir olayla çıkıp soğuk yüzlerle ve sorgulayıcı bakışlarla dolu Fransız mahkemelerine geldiğimizde daha çarpıcı kamera hareketleri ve müzik kullanımına rastlıyoruz. Samuel’in ölümünün ardından ortaya çıkan ses kayıtları olayı aydınlatmak üzere mahkeme önünde dinlenirken biz de bu ses kayıtlarıyla olayın yaşandığı zamana dönüp bakıyoruz. Bu sayede de geriye dönük bir aile dramasına şahitlik ediyor ve aileye yapılan duygusal otopsinin her adımında yükselen gerilimi tadıyoruz. 

 

Sandra ve Samuel’in ilişki dinamikleri, yaşadıkları çalkantılı olaylar, Daniel’in görme kaybına sebep olan kaza ve daha birçok can alıcı ve son derece mahrem olay jürilerin ve Daniel’in huzurunda didik didik ediliyor. Filmin her bir aşamasında mahkemeye sunulan yeni deliller, ortaya çıkan yeni gerçeklerle bizim de olaya bakışımız tekrar tekrar şekilleniyor. Filmin sonuna kadar değerlendirilen birçok ihtimal ve kafamızda oluşan senaryolar seyircide merak unsurunu diri tutmayı bir şekilde başarıyor. 

 

Alışık olmadığımız bir kadın

 

Filme konu olan ailede, ilişki dinamikleri alışageldiğimiz toplumsal kabullerden farklılık gösterdiği için de biraz Sandra’yı suçluyoruz aslında. Ya da şöyle diyelim, kameranın konumlandığı yer bize Sandra’yı jürinin perspektifinden gösterdiği için biz de yargı sürecine dahil oluyoruz ve Sandra’nın cinayet işleyip işlemediği konusunda bir türlü karara varamıyoruz. Çünkü senaryoda çizilen kadın kahraman bizim alıştığımız kadınlardan biraz farklı. En başta Sandra’nın, Alman olmasına yorabileceğimiz soğuk ve rasyonel tavrı hem bizim hem Fransız jürilerin alışık olmadığı bir tutum. 

 

Aile içi ilişki dinamiklerine bakıldığında, kariyerini önceleyen ve aynı işi yapmalarına rağmen eşinden daha başarılı olan kişi anne iken, çocuğun eğitimiyle ve bakımıyla daha çok baba ilgileniyor. Duygusal ve hatta daha anaç olan karakter Sandra değil de Samuel olduğundan, Sandra karakterine daha mesafeli yaklaşıyoruz. Sandra Hüller’in özellikle mahkeme sahnelerinde takındığı donuk yüz ifadesi ve deyim yerindeyse ifadesiz oyunculuğu, senaryoya paralel ilerleyen gerilimin dozajını artırıyor ve hatta hem jürinin hem de oğlu Daniel’in gözünde masumiyetinin sorgulanmasına sebebiyet veriyor. Bu nedenle filmin çözümlenmesinin ardından dahi cinayete dair şüpheler mevcudiyetini koruyor. 

 

Sandra’nın üzerindeki yargılayıcı bakışların bir sebebi de onun filmde kendini ifade etmek için yabancı bir dile ihtiyaç duyan tek karakter olarak yer alması oluyor. Aynı dili konuşan, aynı kültürden gelen insanların içinde Sandra’nın öyle farklı bir yeri var ki hiçbir suçu olmasa da savcıyla ve jüriyle aynı dili konuşamadığı için bile ‘öteki’ oluyor filmde. Mahkemede Fransızcası yeterli olmadığından İngilizce konuşmaya başladığında aldığı tepkiden de görebiliyoruz bunu. Kendini ifade edemediği bir dilde, hayata kendisiyle aynı yerden bakmayan insanların ayıplayıcı bakışları karşısında bir savunma yapmaya çalışıyor. Bu noktada da aslında bir anti-kahraman olarak karşımıza çıkıyor. Onunla empati kurmamız engellendikçe kafamızdaki soru işaretlerine cevaplar aramaya devam ediyoruz. 

 

“Kaza mı cinayet mi?” sorusuna cevap aradığımız filmde gerilimin dozajını artıran ve hikâyeye katkı sağlayan bir diğer etmen de kamera hareketleri. Özellikle Daniel’in sorgulandığı sahnede karşılaştığımız ve Asghar Farhadi’nin Bir Ayrılık filminin giriş sahnesini andıran kamera hareketleri filmde etkileyici yönetmen tercihlerinden biri oluyor. Buna ek olarak çocuk oyuncu Daniel’in de film boyu sürdürdüğü takdire şayan oyunculuğundan söz etmeden geçmeyelim. Daniel ve köpeği Snoop’un oyunculuğu, seyir zevkine ciddi oranda katkı sağlıyor. Hatta öyle ki, filmde oynayan köpek, bu rolüyle Cannes’da verilen Palm Dog ödülüne layık görülüyor. Vizyon yolculuğu devam eden Bir Düşüşün Anatomisi, dileriz en yakın zamanda Mubi’de yerini alır. 

Yorum Yaz