Litros Sanat
Türkiye'nin Dijital Kültür Sanat Gazetesi
Tevfik İleri’yi en çok, Hakk’a vuslat edinceye değin büyük bir aşkla sevdiği eşi Vasfiye annenin o güzel gözlerinde görürdünüz. Vasfiye annenin çileyle yıkanmış olmasına rağmen, vakur, derin ve coşkulu bakan gözlerinde. “Onu ne çok özlüyor olmalısınız?” diye sorulduğunda, daima şöyle cevap verirdi : “Ben ondan hiç ayrı düşmedim ki özleyeyim!”
Vasfiye anne kendisiyle tanıştığımda 94 yaşında olmasına rağmen, beklentilerimin ötesinde dinç, memleket meseleleriyle oldukça ilgili, kanaat sahibi biriydi. Tevfik Bey’i sorduğumda, “Milletine, vatanına aşıktı…” diye cevap vermişti. Sanırım milletine âşık tâbiri en çok ona yakışıyor.
Elli yıllık ömrüne sayısız ve saygın hizmetler sığdırmış ve övgüye değer bir hayat yaşamış olan Tevfik İleri’nin yaşamı 1911 yılında Rize’nin Hemşin kazasında başlıyor. Babası Hemşinli Hâfız Celâl Efendi, annesi Fatma Hanım. Küçük yaşta kardeşleriyle birlikte İstanbul’a göç ederler, dedesinin Fatih’deki evine sığınırlar. İlk ve orta öğrenimini İstanbul’da Gelenbevî Mektebi’nde tamamladıktan sonra Yüksek Mühendis Okulu’na girer ve parasız yatılı olarak okur. O yıllarda Millî Türk Talebe Birliği Başkanı olarak İstanbul’daki öğrencilerin milliyetçilik hareketlerine önderlik etmiştir. Türkçeyi oldukça nitelikli kullanışı daha öğrenciliğinde kendisini göstermiş, mükemmel hitabetiyle dikkatleri üzerine çekmeyi başarmıştır.
Halkına faydalı olmayı aklına koymuş olan Tevfik İleri İstanbul Teknik Üniversitesi’nden İnşaat Mühendisi olarak mezun olduğunda, 1933 yılında Karayolları’nda kontrol mühendisi olarak çalışmayı tercih etmiş, bunun üzerine Erzurum’a tayin edilmiştir.
Fakr u zaruret yıllarıdır, damı akan kerpiç bir evde yaşarlar. Tevfik Bey üniversite yıllarından kalma takım elbisesini giyiyor, fakat şevkleri kırılmaz, mutludurlar. Erzurum’da bir erkek çocukları dünyaya gelir. Daha kırkını görmeden toprağa verirler yavrularını. “32 günlük çocuğumu toprağa bırakırken ölmek ve gömülmenin hiç zor olmadığını anladım… Kalbimizle bağlı olduğumuz Erzurum’a şimdi canımızla da bağlanmış olduk”
1937 senesinde Çanakkale’ye Nafia Müdürü olarak tayin edilir. Bu onun Çanakkale’ye ikinci gelişidir. Daha talebeyken geldiği Çanakkale’de şehitliği ziyaret etmiş ve çok acı intibalarla oradan ayrılmıştır. Nafia Müdürü olarak şehitleri anma ve ziyaret günü tertip eder, daha sonra gelişen 18 Mart Çanakkale Şehitleri anma günü gibi geleneklerin öncülüğünü yapmıştır. 1938 yılında birinci evlatlarının ızdırabından sonra, ikinci yavrularını da kaybederler. Bu durum özellikle Vasfiye Hanım’ı derinden yaralar, çektiği acının bir nişanesi olarak başındaki bir tutam saç boydan boya bir gecede bembeyaz olmuştur. 1941 yılında üçüncü çocuğu Cahide, dünyaya gelmiştir. 1943’de Ayşe ve 1945 senesinde oğulları Cahit dünyaya gelmiştir.
1942 senesinde Samsun’a tâyin edilen Tevfik İleri, burada 1942-1946 yılları arasında Nafia Müdürlüğü, 1946-1950 yılları arasında da 7. Bölge Müdürlüğü yapar. Samsun’da Bayındırlık Bakanlığı Bölge Müdürlüğünü kurunca evinden sandalye, koltuk, masa, kilim filan taşır. Bizzat kendileri taşıyarak ofisi kurar. Evlendiklerinden beri Erzurum’da, Çanakkale’de, Samsun’da misafirsiz sofraya oturmazlardı. Misafir yoksa Alvarlı Efe’yi hatırlatırmış. O da konuksuz sofraya oturmazmış. Bir gün misafir gelmeyince, “Yarabbi” dermiş, “Ne günah işledim de böyle oldu?”. Vasfiye anne, “Gelen gidenden bize oturacak yer olmuyordu.” diye anlatır. Sevenleri de çoktu. Erzurum’dan, Çanakkale’den, Samsun’dan ayrılırken bütün şehir yollara dökülüp uğurlar, uğurlama kilometrelerce uzarmış…
Bulunduğu her ortamda özellikleri ve liderlik vasfıyla dikkat çeken Tevfik İleri, siyasetçilerin ilgisini çekmiş, kendisine Cumhuriyet Halk Partisi’nden teklifler yapıldığı halde, o prensiplerine ve fikirlerine daha uygun bulduğu Demokrat Parti’yi tercih ederek, 1950 seçiminde Samsun’dan aday olarak katılmış ve büyük bir ekseriyetle seçimi kazanmıştır.
Menderes kabinesinde Ulaştırma Bakanı olarak görevlendirilir. Bakanlığı açıklanınca kendisi şöyle dua eder: “Allah’ım beni şaşırtma, yanıltma! Makamın cazibesine kapılıp kendimden geçirtme, Milletime, memleketime hizmet etmeyi nasip et.” Seçimden iki gün sonra Ankara’ya gider ve Çelik Apartmanına taşınırlar. Evdeyken her sabah namazını kılıp kahvaltıya kadar Kur’an okurdu. Namazda Allah’ın huzurunda durduğunda haşyetten titrerdi. Evde her gün gelişi dört gözle beklenen bir babaydı. Eve daima güler yüzle girerdi. Güzel cümlelerle hanımının ve çocuklarının gönlünü alırdı. Kızı Cahide’ye göre babası akşam eve gelince sade kıyafetini giyer, abdest alıp namazını kıldıktan sonra kitap okumaya başlar, dedikodu ve şikâyeti sevmez, yanında birisi hakkında konuşulunca “Konuyu değiştir, duyduklarınıza inanmayın, iyi adamdır.” diyerek konuyu kapatırdı. Tatil günleri fırsat buldukça çocuklarının ellerinden tutar çarşıya çıkar, kitapçının önünden geçerken onlara kitap alırdı. Çocuklarıyla yazlık sinemaya film seyretmeye giderdi. Samsun’da Bayındırlık Bölge Müdürüyken evlerinin bahçesinde çocuklarıyla kartopu oynardı. Çocuklara, küçüklere büyük muamelesi yapardı. Hiçbir zaman siz çocuksunuz, anlamazsınız, karışmayınız demezdi. Kızı Cahide Hanım’ın anlattıklarına göre, evde tam bir demokratik atmosfer hâkimdi.
10 yıl sürecek vekillik döneminde Ulaştırma Bakanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı, Bayındırlık Bakanlığı, Devlet Bakanlığı, Başbakan Yardımcılığı yaptı.
Sabahleyin gazeteleri okurken, aleyhinde haber göremeyince eşi Vasfiye Hanım’a şöyle seslenirmiş Tevfik İleri: “Demek ki, dün milletimiz için hayırlı bir iş yapmamışız Vasfiye Hanım!”
Bakanlıkları döneminde gerçekleştirdiği icraatların bazıları şunlardır : Din derslerini ilkokul programlarına soktu, din derslerinin okutulup okutulmama kararını velilerin seçimine bıraktı. 1930 yılında kapatılan İmam Hatip Mektepleri’nin yirmi yıl sonra yeniden açılmasına öncülük etti. İstanbul’da Yüksek İslam Enstitüsü’nü kurdu. Köy Enstitüleri’ni yeniden düzenleyerek öğretmen okullarına dönüştürdü. Atatürk ve Orta Doğu Teknik Üniversitelerinin açılışını gerçekleştirdi. Karadeniz Teknik Üniversitesinin hazırlık çalışmalarını gerçekleştirdi. İlk Boğaz Köprüsü projesi onun zamanında ihale aşamasına kadar geldi, ancak 1960 darbesi nedeniyle proje 10 yıl sonra gerçekleşebildi. Aralarında Hirfanlı’nın da olduğu pek çok baraja imza attı. Okullar yaptırdı, yollar açtı, eğitim, bayındırlık ve ulaştırma alanlarında sayısız esere imza attı. Bakan Tevfik İleri’nin sözlüğünde ‘ben’ yoktur. Türkiye lehine ise kendisinin zarara uğramasının, tenkit edilmesinin hiç önemi yoktur. Makamı milletine hizmette vasıta görür, “Bakan olduğumu imza atarken hatırlıyorum.” der.
27 Mayıs’a kadar çocukları okulda ve mahallede kim olduklarını gizlerler, kimseye söylemezler. Giyim kuşamları sadedir. Okul önlüklerini birkaç sene giyerler. Anneleri kızların eteğinin boyunu biraz uzun tutar, içine katlar, kızlar boy verdikçe söker uzatır. Ütülese de izi belli olur ama bunu dert etmez çocuklar. Bakan kızı olup üç yıl okulda aynı formayı giymek nasıl bir gönül dünyasını gerektirir? Ancak hapse atıldıktan sonra Tevfik İleri’nin evlatları göğüslerini gere gere babalarının kim olduğunu söylerler.
Ve sonun başlangıcı : 27 Mayıs 1960.
Yakın tarihimizin bu kanlı ve kirli darbesi, başta, milletine âşık Adnan Menderes olmak üzere, Hasan Polatkan, Fatin Rüştü Zorlu gibi kıymetlerin kanına girecektir. 27 Mayıs, Türkiye’nin demokratikleşme tecrübesine ket vurmakla kalmaz, siyasetin üzerine askerî ve sonrasında da yargısal vesayeti demoklesin kılıcı gibi asar, kara bir kâbus oluşturur. 27 Mayıs sabahı darbecilere ilk meydan okuyan mebus Tevfik İleri’dir. Askerler Demokrat Partili mebusları Harp Okulu’na götürüp tıkmışlar. Burası bombalanacak diye de bir şayia çıkarmışlar. Herkes paniklemiş. Ama o bir köşeye çekilip namaza durmuş. Bir albay gelip bağırmaya başlamış “Tevfik İleri nerede?” diye. Namazda yakalamış onu. Hem kıyamda hem rükûda hem secdede tekmelemiş. Selam verince yakasına yapışıp. “Ben senin belalınım, seni öldüreceğim.” demiş. Ama aynı sertlikle cevabını almış, “Asıl bela, kendisini bela olarak gönderenin kim olduğunu bilmemektir.”
Yassıada uçağına bindirdiklerinde ‘Hepiniz imha olacaksınız.’ gibisinden tehditler ile yüreklere korku salarlar. İndirirken tekme-tokatla, yüzlerine tükürülür, hakaret ve küfürler havada savrulur. Tevfik İleri küfredip tekme atan subaya dönüp: “Ayıptır beyler, önce üniformanıza bakın.” diye bağırır. Daha sonra Tevfik İleri ailesine bir mektup yazar ve pantolonunu gönderir. “Pantolonumu saklayın, yıkamayın, orada tekme izleri var.” der.
27 Mayıs felaketi olduğunda hiçbir maddî birikimi olmayan aile sıkıntıya düşmüştür. Daha genç yaşta ayakta durmayı öğrenmiş olan üç evladı da o zor şartlarda çalışmış, hem evlerini geçindirmenin hem de babalarına para göndermenin zevkini tatmışlardır. Yassıada mahkemelerinde idama mahkûm edilmiş, cezası ömür boyu hapse çevrilmiştir. Yargılamanın ardından Kayseri Cezaevine yollanan Tevfik İleri ağır hastadır. Doktor kapıdaki görevli askere, “Durumu ağır, üşüyor, kapıyı kapatın.” Der. Üstünde sadece bir battaniye vardır ve tir tir titrer. “Lütfen kapıyı kapatınız.” “Hayır efendim, emir böyle.” Derler. Merhametle kendisine battaniye veren hemşireye çıkışan askerî görevliye hemşire: “Ben size mesâimle bağlıyım, vicdanımla değil!” diyerek zulmü adeta tokatlar…
1960’ta sapasağlam 90 kilo olarak tutuklanan bakan Tevfik İleri çektiği sıkıntı ve azap sonu hastalanır. Kanser olmuştur. 1961 yılının son günü erimiş, tükenmiştir ve 40 kilo ile Ankara Hastanesi’nde dünyaya veda eder. 2 Ocak 1962’de cenazesinin kaldırılacağını haber alanlar, Hacı Bayram Camii’ne koşar. Mahşeri bir kalabalık… Sevenleri gizledikleri bayrakları bir bir tabutun üzerine sererler, Tevfik İleri’yi eller üzerinde önce Sıhhiye’deki kiralık evinin önüne getirirler, sonra yine eller üzerinde Cebeci Asri Mezarlığı’na kadar götürürler. Eniştesi Nazım Kurşunlu ona ‘Memleket aşkıyla büyülenmiş adam’ dermiş. Bizce O herkesi büyüleyen adamdı.
Yassıada’dan ‘Sevgili Vasfiyem’ diye hitap ettiği eşine şöyle yazmıştı : “ ... Saat beş. Dünya İblis cenneti, ahiret İsmail teslimiyetidir. Rahat uyudum. 4.30’da uyandım. Vasfiyem de ve belki kızlarım da bu saatte uyanıktır. Ve Allah’a niyaz etmektedirler. Hemen kalktım abdest aldım, namazımı kıldım. Ve Allahımızın lütfu olan bu güzel ve alacakaranlık sabahta muazzez memleketimiz, yuvalarımız, çocuklarımız ve kendimiz için dua ve niyazda bulundum…”
Hayatını memleketine ve milletine vakfetmiş bir insandı Tevfik İleri. Acısı hiçbir zaman şikâyete dönüşmedi. İsmiyle müsemma olunmuşlardandı. Allah her dem imdadına yetişmiş, gönlü hikmetle dolmuştu.
Nitekim Kayseri’den yazdığı son mektuplarından birinde şöyle buyurmuştur:
“Allah var. Büyük Allah var. Her şeyi görüyor, biliyor… Gerisi lâf u güzaf. Yapılacak tek şey tebessüm etmektir. Size mal mülk servet bırakmadım. Ama şerefli, namuslu, erkek bir ad bırakabildim. Hiçbir zaman başınız yere bakmayacaktır. Bununla müteselliyim, siz de bununla iftihar edeceksiniz.”
Tevfik İleri, bizim siyasî ve toplumsal tarihimizin en beyaz ve güzel sayfasıdır. Siyasete duygusal, insanî ve ahlakî olanı yerleştirmiş güzide bir şahsiyettir. Onun 49 yıla sığan bu bereketli ömründe yaptığı güzelim hizmetler, kuşkusuz gelecek kuşaklarca minnet ve şükranla anılmaya devam edecektir. Eğitimden bayındırlığa, ulaştırmadan kültüre, sanattan demokrasiye değin farklı alanlarda milletimize kazandırdığı kurumlar, değerler ve hizmetlerin sahibi olan Tevfik İleri’yi rahmet ve minnetle anıyorum.
Yorum Yaz