Litros Sanat
Türkiye'nin Dijital Kültür Sanat Gazetesi
İstanbul'un Göztepe semtinde, küçük bir sokağa kurulmuş, sizi zaman makinesinde yolculuğa çıkaracak beyaz ahşaplı, tarihi bir köşkün içine özenle konulmuş oyuncaklarla dolu olan bir mekân, “İstanbul Oyuncak Müzesi”. Kadıköy’de 5 katlı tarihi bir köşkte ziyaretçilerini ağırlayan Oyuncak Müzesi ilk rotamızı oluşturuyor. İkinci rotamız ise Anadolu yakasının kültür, sanat ve eğlence mekanı DasDas’ta sahnelenen “Vahşet Tanrısı” oyunu. Fransız oyun yazarı Yasmina Reza’nın ödüllü oyunu çocuklarının kavgası sonrasında uzlaşmak üzere bir araya gelen ebeveynlerin aralarında yaşananları anlatan oyun. Üçüncü rotamız ise sizlerle karşılaşmayı arzuladığımız yolunuz düşerse de aldığımız notlar.
İstanbul Oyuncak Müzesi, şair yazar Sunay Akın tarafından oluşturulan ve dünyanın önemli oyuncaklarını bir araya getiren koleksiyonu içeriyor. Yaklaşık 20 yıllık bir zaman diliminde 40’tan fazla ülkeden toplayarak bir araya getirdiği 4 binden fazla antika eser, oyuncağın tarih boyunca geçirdiği değişimi göz önüne seriyor. 1700’lü yıllardan günümüze oyuncak tarihinin en gözde örnekleri burada sergileniyor. Müzede en çok dikkatimi çekenler arasında en kusursuz oyuncakların Almanlara ait olması ilk sırada diyebilirim. 18. ve 19. yy' da çocuklara ve oyuncaklara ne kadar önem verdikleri ortada. Özellikle Hitler dönemi Almanya’sına ait oyuncaklara. İstanbul Oyuncak Müzesi ile birlikte Avrupa ülkelerinde büyük öneme sahip olan oyuncak müzeleri konusunda boşluk tamamlanmış ve müze dünyadaki örnekleri arasında önemli bir yere sahip olmuş. 2012 yılının Kasım ayında İstanbul Oyuncak Müzesi tarafından gerçekleştirilen ve dünyada bir ilk olan TOYCO-2012 İstanbul (Avrupa Oyuncak ve Çocuk Müzeleri Birliği) buluşması ilk kez Türkiye’de gerçekleştirilmiş. Bu sayede İstanbul Oyuncak Müzesi dünyada çocuk ve oyuncak müzeleri birliği kurulması konusunda öncü olmuş, İstanbul’a ‘oyuncak müzelerinin başkenti’ unvanını kazandırmış.
Aktörler müze geziyor
İstanbul Oyuncak Müzesi diğer oyuncak müzelerinden farklı. Sahne tasarımı kolektif bir çalışma sonucu ortaya çıkıyor. Sanatçı, heykeltıraş ve ressamların düşüncelerinin yansımalarını müzenin içerisinde gözlemleyebilirsiniz. Oyuncaklar camekânın arkasında, dokunamazsınız fakat izlemesi de oldukça keyifli. Müze içerisinde camekânın etrafında nasıl açabilirim diye düşünen çocukları göreceksiniz. Her oda adeta bir tiyatro sahnesi. Bu yönü oldukça önemli çünkü her oda da farklı heyecanlar ile birlikte karekod da size bilgi vermekten çekinmiyor. Çocukların bir tiyatro oyunu içinde bir aktör gibi gezdiği ziyaret ettiği bir müze.
Bu oyuncaklar mağazalarda satılan objeler değil. Her biri pek çok ülkedeki antikacılardan ve açık artırmalardan telifleriyle satın alınmış. Her oyuncağın kendine ait bir tarihi var. Müze oldukça hareketli. Oyuncaklarla bir arada dinlenip kahve içebileceğiniz kafesi, müzenin ruhunu raflara taşıyan tasarım ürünleriyle mağazası, her yaş grubuna özel hazırlanmış eğitim programlarına ev sahipliği yapan atölyeleriyle ziyaretçilerine tam anlamıyla dopdolu bir müze deneyimi sunmaktadır. Müzenin konferans salonunda ise tiyatro oyunları, konserler, pek çok eğitim ve seminer müze ziyaretçilerine sunuluyor. Örneğin her pazar ve pazartesi akşamı müze kapandıktan sonra yetişkinler geliyor. Mekân tiyatrosunu geziyorlar. Her odada tiyatrocu arkadaşlar oyuncakları canlandırıyor. Burası aynı zamanda bir kültür merkezi olarak pek çok hizmet sunuyor ziyaretçilerine.
Charlie Chaplin burada mı?
Charlie Chaplin’e 1917 yılında Amerika’nın Schoenhut firması bir adet Şarlo oyuncağı yapıyor. Şarlo, Charlie Chaplin’in sessiz sinemada canlandırdığı ünlü karakter. Charlie Chaplin, onunla fotoğraf çektiriyor. İşte Charlie Chaplin’ine ait Şarlo bebeği, İstanbul Oyuncak Müzesi’nde.
Başından sonuna kadar şahane oyuncakların yer aldığı bir müze diyebilirim. Mutlaka bir gün vaktinizi ayırın ve ailenizle dostlarınızla ziyaret edin, ulaşımı da kolay, yaşınız kaç olursa olsun eğleneceğinize eminim. Zaman da yolculuk yapmak herkesin hakkı.
“Evlilikler insanların ütopik hayalleridir!’’
Fransız oyun yazarı Yasmina Reza’nın ödüllü oyunu seyircisine oldukça eğlenceli anlar yaşattı. Kadrosunda Binnur Kaya, Güven Kıraç, Levent Ülgen, Dolunay Soysert ve Tilbe Saran gibi usta isimler yer alıyor. Çocuklarının kavgası sonrasında uzlaşmak üzere bir araya gelen ebeveynlerin aralarında yaşananları anlatan oyun, yıllardır dünyanın dört bir yanında kapalı gişe olarak sahneleniyor. Vahşet Tanrısı, bireyin ve toplumun içinde barındırdığı hoşgörüsüzlüğü ve şiddet eğilimini, aile kavramını sorgulayarak anlatan kara mizah örneği. Sahnede dört karakterin yaşadığı temel olay, günümüz ebeveynlerinin birbirleri ve çocuklarıyla yaşadığı sorunları masaya yatırıyor ve bu durum günümüz kadın erkek ilişkilerinin temel çatışma noktasını oluşturuyor. Öyle ki zaman zaman kendinizden pay bile çıkarabiliyorsunuz. Trajikomik halde birbirlerine karşı psikolojik sorunlarını aktaran dört yetişkin, hangi yaşa gelinirse gelinsin, insanların çocuklaşabileceğini hatta çocuklaşırken kendi çocuklarından yakındıkları duygulara bile girebileceklerini net biçimde ifade ediyor. Çocuklarının kavgası yüzünden uzlaşmak üzere bir araya gelen iki çiftin, sakin bir halde başlayan görüşmeleri, dakikalar geçtikçe başka bir boyuta kayıyor ve görüşme ilişkilerin hesaplaşma savaşına dönüşüyor. İlk sahnede medeni iki aileyi izliyor olarak görünsek de asıl gerçek egolarından arınmış gibi yapan insanların aslında nasıl gaddar, içten pazarlıklı, kibirli olduklarını açıklıkla karakterler üzerinden anlatıyor.
Kaousun ilk basamağında 11-12 yaşlarında iki çocuktan birinin, diğerinin suratına sopayla vurup iki ön dişini kırmasının ardından olayı medeni ölçüler çerçevesinde çözme yolunda bir araya gelen çocukların ebeveynleri, çocuklarını masum olarak göstermeye çalışıyor. Hiçbir özeleştiri almadan yaşayan dört insan, çocukları üzerinden bakıyorlar ki, kendi evlilikleri de aslında sopa ile vurulup kırılan iki dişten çok daha kötü bir halde. Karakterlerin meslekleri ve durmadan çalan bir avukat telefonu ve o telefonun gerçekleşmesini sağlayan ilaç konusu diğer babanın annesi ile telefonda görüştüğü aynı konu sizi zaman zaman uyandırıyor. İki babanın da aile içerisindeki gerçek rollerini bizlere tanımlıyor.
Yanlış hayat doğru yaşanmıyor
Vahşet Tanrısı cümlesi ile yönetmenin modern dünya toplumuna karşı göndermeler yapması fevkalade zekice ve dikkat çekici bir düşünce. Karakterler arasında süregelen diyaloglarla izleyenlerin evliliklerini ya da ilişkilerini beyinlerinde sorgulamalarını istediğini hissettiriyor. Evlilikler insanların ütopik hayallerinde kurdukları zorlamadan başka hiçbir şey değil! Yanlış hayat doğru yaşanmıyor. Oyun size gerçeği bir tokat gibi yüzünüze indirirken, başka bir açıdan da kadın-erkek aymazlığının nerelere kadar ulaşabileceğinin fotoğrafını çekiyor. Yönetmen, sahne tasarımındaki gerçekçilikle olayı kendi iç dünyamıza kadar taşımamızın önünü açıyor. Dolunay Soysert Veronique karakterinde sergilediği performans ilk dakikadan itibaren etkileyici. Çocuğunun ön iki dişi kırılmış bir annenin sinirli, gergin ruh halini çok iyi aktarıyor. Ayrıca Veronique’nın kocasının annesiyle kurduğu aşk bağının yansımaları ile Binnur Kaya’nın Anette rolündeki çıkmazları aynı potada birleşiyor. Anette’nin çatışmalı dinamiği Binnur Kaya'nın yorumuyla güzel bir noktaya ilerliyor. Oyun, kadınların kocaları tarafından nasıl yalnızlaştırıldıklarını konu edinirken; erkeklerin de kadınları memnun edememe ruh halini komedinin içinde bizlere an be an yaşatıyor. Görünen çocuklar kavga etmiş ama arka planda yer alan gerçek ebeveynlerin yaşadığı mutsuz hayat. Bu mutsuz hayatların içinde çocukların kaliteli bir insan olarak yetişmelerini beklemek oldukça komik oluyor. Sahne performansıyla kaliteden ödün vermemiş. Michel karakteriyle Güven Kıraç ve Alain karakteriyle Levent Ülgen eşleri tarafından acımasızca eleştiriye maruz kalan koca rollerinin hakkını sonuna kadar veriyorlar.
Bu oyunun en önemli noktası, tamamen toplumsal kaosun yer aldığı diyalogları bizler için görünür hale getirmek olmuş!
Yorum Yaz