Duruşundaki Vakar, Konuşmasındaki Ciddiyet Ve Nezaket İle Teoman Duralı

Röportaj

Maalesef ülkemizde sıklıkla görülen, yaşını almış kişilerin gençleri bazı noktalarda dikkate almamaları ve düşüncelerine toy ya da gençlik hevesi şeklinde yaklaşıp değer vermemeleri hepimizin malumu. Teoman Hoca’nın muhatabına her koşulda değer vermesi, insana hürmeti ve beyefendiliği sahiden takdire şayandı.

Bundan on yıl önce çiçeği burnunda bir gazeteci olarak belirli konular üzerinde çeşitli kişilerle söyleşiler yapıyordum. Gündemin yanı sıra fikir ve edebiyat dünyası ile ilgileniyor, üzerinde konuşulup tartışılan konuları yakından takip ediyordum. Gündemin çabucak tüketilir olması ve hızla değişmesi beni daha kalıcı olana yönlendirmiş, bu işlerin peşinde koşturmama neden olmuştu. Söyleşilerimde daha çok fikir dünyamıza katkı sunan, geçici ama popüler olanın aksine kalıcı ama pek kıymet verilmeyene emek veren kişilere yer vermeye başladım. O günler fikir çevrelerinde “medeniyet, sekülerizm ve modernleşme” gibi konulardaki tartışmalar artmış çeşitli dergi ve gazetelerde bu başlıkta makaleler yer almaya başlamıştı. “Çağdaş İngiliz-Yahudi Medeniyeti ve Omurgasızlaştırılmış Türklük” kitaplarıyla beni derinden etkileyen Prof. Dr. Şaban Teoman Duralı ile bu minvalde bir söyleşi yapmak istedim. Türkiye’nin son yıllarda yetiştirdiği önemli ilim adamlarından biri olan hoca ile tanışma fırsatının verdiği mutluluk ve ortaya çıkacak “nitelikli” işin heyecanı ile telefon numarasını çevirdim. Telefonda o vakur sesi işittim. Sıcakkanlı bir şekilde karşıladı Hoca. Kısa bir konuşmanın ardından da söyleşi talebime olumlu karşılık verdi.

Teoman Duralı Hoca beni İstanbul Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesindeki odasında kabul etti. Odadan içeri adımımı attığımda bir düşünce insanının çekim alanına girdiğimi hissettim. Beni kapıda karşılayan hocanın duruşundaki vakar, konuşmasındaki ciddiyet ve nezaketi ile insanı çabucak etkileyen bir tavrı vardı. Çalışma masasının arka duvarındaki panonun kenarına iliştirilmiş Nurettin Topçu ve Tolstoy’un portreleri gözüme çarpmıştı hemen. Yine orada bir dünya haritası onun üstünde ince uzun bir tablo yer alıyordu. Cam kenarında ise bitkiler. Bana gösterilen sandalyeye oturduğumda portreler ve duvarda bir dünya haritası ile Teoman Duralı’yı görüyordum. Hocanın düşünce dünyasından küçük bir kısım kendi suretiyle birlikte tamamlanıyordu.

Uzun bir söyleşi olmuştu. O zamanlar yirmili yaşlardaki beni tüm ciddiyetiyle dinlemiş, sorularıma olanca içtenliği ile cevap vermişti. Üç saati aşkın bir süre bana vakit ayırdı ve üstün körü hiçbir cevabı olmadı. Hiçbir şeyi geçiştirmedi. Maalesef ülkemizde sıklıkla görülen, yaşını almış kişilerin gençleri bazı noktalarda dikkate almamaları ve düşüncelerine toy ya da gençlik hevesi şeklinde yaklaşıp değer vermemeleri hepimizin malumu. Teoman Hoca’nın muhatabına her koşulda değer vermesi, insana hürmeti ve beyefendiliği sahiden takdire şayandı. Devrik cümle kullanmaması, tane tane konuşması hem Türkçeye olan hakimiyetini hem karşısındaki kişiye olan saygısını gösteriyordu. Söyleşide adeta manevi bir ziyafet vermiş, ufkumu genişletmişti.

Medeniyet, sekülerizm ve modernleşme gibi konularda yoğunlaştığımız söyleşide beni en çok etkileyen “Medeniyetler İttifakı” ile ilgili bir soruya cevap verirken sarf ettiği “İslam Medeniyeti bir hasrettir.” sözü olmuştu. Yanı sıra çocukluğundan ve gençliğinden örnekler vererek kendi hayatına dair birtakım bilgileri de paylaşmıştı.

Her büyük isim gibi Teoman Duralı Hocaya yaşarken hakkettiği kıymet verildi mi elbet tartışılır. Fakat felsefeden ilahiyata, biyolojiden tarihe kadar geniş bir bilgi yelpazesine sahip olan hocanın vefatı biz kalanlar için azımsanmayacak bir kayıp. 2012’nin Şubat ayında Gerçek Hayat dergisi için yaptığım söyleşinin bir kısmını sevgili okuyucunun istifadesine sunuyorum.

Medeniyet yok ki ittifakı olsun!

Medeniyetler ittifakı denilen şey bizde nasıl anlaşılıyor. Batı bununla bize ne söylemek istiyor.

Bugün medeniyetler yok ki medeniyetler ittifakı olsun. Bugün var olan bir tek medeniyet var o da İngiliz-Yahudi Medeniyeti. Çin, Hind gibi medeniyetler yok artık. İslam Medeniyeti de bir hasrettir. Medeniyetler İttifakı denilen şey emperyalizmin aldığı yeni addır. Küreselcilik de aynı merkezde odaklanıyor. Bazı adlar miadını doldurunca bırakılıyor. Emperyalizm de buna örnektir.

En büyük idealiniz Türkiye’de felsefe-bilim akademisi oluşturulması. Hocam neden felsefe-bilim akademisini bu kadar önemsiyorsunuz?

Kültürümüzün Genel Kurmay Başkanlığı olması lazım. Bugün kültürü düzene sokmak gerekiyor. Bunu da yapacak şey bir kumanda merkezidir. Felsefe-bilim akademisi buna yarar. Yabancılar Avrupa’da bunu 1600’lerde gerçekleştirmiş. Biz 2012’ye geldik hala böyle bir kurumuzu yok. Bu saatten sonra bir işe yarar mı tartışılır tabi.

Eski Türkçe’nin yanında İngilizce, Almanca, Fransızca, Latince, Yunanca, İspanyolca, İtalyanca, Felemenkce ve Danca’yı biliyorsunuz. Bu dil merakı nereden geliyor?

Benim dil kabiliyetim yok, onlar şişirilen şeyler. Tek bildiğim dil Türkçe. Çünkü denetimsiz yazıp çizebildiğim Türkçedir. Onun için diğerlerini saymıyorum, bir efsane, ben uydurmadım, benim gıyabımda birileri söylemiş. Ben küçük yaşlardan beri farklı dilleri işitmek istemişimdir. Belki o yaşlardan kalma bir merak olabilir. Bu tam olarak da açıklanmaz aslında. Kitaplarla çevrili olan çocuk kültüre, okumaya, yazmaya eğilim gösterir.

Günde kaç sat çalışıyorsunuz?

Hayat gailelerinin imkân verdiği ölçüde 16 saate yakın çalışıyorum.

Rus edebiyatına ilgi duyduğunuz ve Tolstoy’un hayranı olduğunuz biliniyor. Tolstoy sizi en çok hangi bakımdan etkiledi?

Tolstoy’un dini yönelişleri ile hayat arasında bağ kurma çabası bir dramdır. Dini yaşamak sanıldığı gibi kolay bir şey değildir. Olağan üstü bilinç taşıyan insanın yaşadıkların ile din duygusuyla yaşayışını bağdaştırmaya çalışıyor. Bu beni çok etkiledi. Olağan bir insan için bu kolay olabilir ama olağan üstü bir insanın en belirgin göstergesi müthiş bir hayal gücüdür. Hayal gücünün genişlediği ölçüde hayatın olağan akışının dışına çıkarsınız. Merak da buradan gelir. Bütün keşifler böyledir. Benim ilk gördüğüm manzara beni fazlasıyla meraklandırmıştı. Karadeniz kıyısında ufku merak ederdim. 6 – 7 yaşlarında Karadeniz sahilinde tuzu yemiş bir tekne buldum. Aramızda olan 13 yaşlarında bir abiye göstermiştim. “Karşı kıyıda, Rusya’dan bir çocuk bunu kaybetmiş herhalde” dedi. “Karşısı olur mu, oradan su boşluğa dökülüyor” dedim. “Suyun oradan bir yere döküldüğü yok, orası Rusya, burada nasıl bir kıyı varsa orada da kıyı var” dedi. Böylelikle ilk işittiğim ülke de Rusya oldu.

Felsefe-Bilim Sözlüğü isminde bir çalışmanız var. Sözlük ne zaman hazır olacak?

Birinci cildin sonuna geldim son maddenin birkaç cümlesini yazıyorum. Şuan E harfindeyim, Z’ye ulaşabileceğimi zannetmiyorum. Şu anda 40 yaşında olsam yetiştirebilirdim ama bu yaşta zor.

Felsefeyle uğraşan biri kimleri okumalı?

Bir felsefecinin oluşmasında 4 adamın okunması hadisesi vardır; Aristo, Dekart, Kant ve Gazali. İşin besmelesi bunları okumaktır.

Yorum Yaz