Litros Sanat
Türkiye'nin Dijital Kültür Sanat Gazetesi
Estetik haz, somut bilgi, dünyadan kaçış, gerçekliği kırma, hayal kurma arzusu, ayna arayışı ya da vakti kuşanma. Edebiyat hangi gerekçeyle bugün’ün konusu ya da nasıl/hangi hususiyetiyle geleceğe kalacak? Daha doğrudan bir örnekle, sözgelimi Italo Calvino’ya “Edebiyatın geleceğine güvenim varsa dünyada ancak edebiyatın kendi imkânlarıyla sunabileceği şeyler olduğu içindir,” cümlesini kurduran şey neydi? Yazarın bu kadar cesur olmasını -bu öngörü özelinde- iyimserliğine bağlayabilir miyiz? Mümkün. Ama yeterli değil. Çünkü yazının gücü, sınırları, hatta bizatihi varoluşu insana bu buz kırıcı cesareti veriyor. Çok uzağa gitmeden, kelimelerden müteşekkil ordular tarafından defalarca fethedilen insan ruhunun referanslarına bakabiliriz mesela. Koca bir azap gibi insanı sonsuz acılara boğan ya da ümit ırmakları gibi akarak kalpleri durulayan kitapların varlığına güvenmek de anlamsız/faydasız değil. Edebiyat tapınaklarında ikamet eden keşiş yazarların çağırdıkları o yer’in sıhhati hakkında konuşabiliriz elbette. Ama boyunlarına asılmış baltalarıyla dolaşan yazı işçilerini o tapınaklarda gören olmadı henüz. Bu bize bir şey söyler mi? Yazarın kimliği açısından evet. Edebiyatın varlık gerekçesi, bu kimliğin tahkim ettiği alanlarda hayat bularak, anlamlı bir hale geliyor. Tapınakları taşlamamalıyız. Kelimeler ait oldukları yeri tanırlar.
Ancak edebiyatın kendi imkânlarıyla sunabileceği şeyler, Calvino’nun kırk yıl önce edebiyatın geleceğine dair bir iddiayla attığı zarın, bugün etrafı bütünüyle fiber optik kablolarla sarılmış, modern korku/kuşku çağının ortasında nefes almaya çalışan ağ toplumunun insanlarını kapsaması mümkün mü? 1985’te bunları söylemek kolay mıydı gerçekten? Calvino, dünyanın hangi hızla/nereye gittiğinin farkındaydı, edebiyatın gücünü, sınırlarını ve ait olduğu anlam denizini bilecek kadar var oldu bu dünyada, birkaç ömür kadar da kendi yazı evreninin içinde elbette. Görsel/dijital çağ edebiyatı yaraladı, doğrudan etki alanını sınırlayamadı belki ama ona ulaşacak okurun yollarına taş koydu. Bunlar bir ifade biçiminin yani edebiyatın ölümü ya da dönüşümü hakkında yeterli referanslar mıdır?
Edebiyat, tarih boyunca yaptığı gibi her zaman bir çaresini bularak yürür. Hayatta kalmanın türlü yollarına fazlasıyla aşina olduğunu/ölüm tehditlerine şerbetli olduğunu biliyoruz zaten. Sinema ile romanın mücadelesinde sinema kazandı mesela. Ama roman ölmedi, iddiası/okurdaki karşılığı hala çok keskin. Yok olması için neredeyse 30 yıldan beri bütün şartlar hazır olsa da şiir hem form, hem içerik, hem de ruh olarak varoluşunu sürdürüyor. Hikâye altın çağını yaşıyor, mikro bloglar etkili kısa yazıyı yüceltti. Edebiyatın kendi imkânlarıyla sunacağı şeyler hala mühim. Edebiyatın imkânlarının, kendi düzleminde psikoloji, tarih ve felsefeden daha sürprizli, ferah, geniş ve öğretici düzeyinin de her zaman daha güçlü olduğunu söyleyebiliriz.
Edebiyat hayat kurtarır mı dersiniz? Tarih buna şahittir ki, hiçbir zaman ruhunda böyle bir iddia taşımadı. Ama eriştirdiği yüksek bilinç, ızdıraba yol açan anlayış ve o derin idrak sonucunda kaydırdığı hayatlar olmuştur, evet tarih buna da şahit. Fark etmek cehennemdir bazen, bilmek azaptır, anlamak acı vericidir. Edebiyat bunları vaaz ve vaat ettiğini saklamıyor zaten. Seni çağırdığı yer burası. Evet, insan’a/insan olma eylemine çok yakışan bir yer. Kurtarılacak hayatlar ile kırılmış hayatlar edebiyatın konusudur elbette. Kelimelere inanmanın erdemini bilip, kurtuluşun kelimelerden gelmeyeceğini bilecek kadar uzun yaşadık galiba bu dünyada. Ne iyi. Satırbaşı.
Yorum Yaz