Litros Sanat
Türkiye'nin Dijital Kültür Sanat Gazetesi
Yazar Tuğba Karademir: “Gönlüm bu çağın suni duyguları arasında çok huzursuzlanıyor. Bu huzursuzluğu yatıştıran en sahici duyguları çocuklukta bulabiliyorum.”
Bu kez genç yazar Tuğba Karademir ile bir araya geldik. Fabrik Kitap’tan çıkan Peki Şimdi Ne Olacak adlı kitabı fevkalade hoşuma gitti. Ruhu olan bir kitap olduğunu düşünüyorum. Eser aslında postmodern bir Leyla ile Mecnun anlatısı gibi. Yazarın teknik tercihlerinden, kendisinin yazınsal dünyasını kuran isimlere, çocukluk esininden bir cümlede dahi yan yana gelemeyen insanlara kadar pek çok konuyu konuştuk.
Eser, Arif’e hitap eden bir bölümle açılıyor öncelikle. Birbirinden bağımsız olmadığını düşündüğüm metinler var eserde. Bilinçakışı çok yoğun gibi. Aynı zamanda Osmanlıca kelimeleri seçmeniz ilgimi çekti bölüm başlıkları olarak. Kelimelerin manalarına baktığımda da bunun bilinçli bir tercih olduğunu düşündüm. Ne dersiniz bu tespite? Aynı zamanda başlıkların günümüz Türkçesi ile kurulmaması ya da kitapta harflerin hep küçük başlaması ile ilgili okurlarınızın size çok fazla soru yönelttiklerini duymuştum. Belki bu konuda da bir açıklama yapabilirsiniz onlar için başlarken.
Aslında kitabın bütüncül bir havada olmasının sebebi benim yıllardır süregelen yazı çizgimden kaynaklanıyor sanırım. Duyguları, durumları belli bir tınıda, belli bir tatta ele alıyorum. Bu da yazıların birbiriyle bağlantılı olduğu hissini uyandırıyor olabilir ancak işin aslı neredeyse hepsi birbirinden çok uzak sayılacak metinler.
Bilinçakışı yoğun evet; yazıya / dile ket vurmayı sevmediğimden, onu hür bırakmak, ham haliyle görmek daha sahici ve güçlü geliyor. Okur olarak da bilinçakışı tekniğini seviyorum, yazarken de benimsiyorum.
Farsça / Osmanlıca kelimeleri başlık olarak kullanırken elbette metnin içeriğiyle de uyumlanmasına dikkat ediyorum. Ancak metnin içinde genelde bu kelimeler hiç yer almıyor, gündelik hayatta da çok karşılaşmadığımız sözcükler bunlar. Kitaplarımın ikisinin ismi de bu tür kelimelerden seçtiğim isimler. Hesis ve Nesis. Bazen gülünç eleştiriler de alıyorum bu hususa dair; “Sözlüğü açıp rastgele sözcükler seçmiş, farklı görünmek için.” diyenler var. “Kendisi de anlamlarını bilmiyordur kesin.” diyenler var. Doğrusu maksadımı kıyısından da olsa yakalıyor bunu söyleyenler. Çünkü evet, üç kitabımdaki bütün metinlerimin başlıklarından beni şu an bir sınava tabi tutsanız belki hepsini ben de sıralayamam. Unutuyorum. Dil tam da böyle bir şey; yani öyle canlı bir kavram ki, bazı sözcükler / tanımlar / deyimler dönem dönem doğuyor / yaşıyor / ölüyor ve unutuluyor ne yazık ki. Ben de bu vaktiyle yaşamış ve ölmüş ya da ölmeye yüz tutmuş kelimeleri tıpkı büyük dedelerimizin sararmış fotoğraflarını eski albümlerinden çıkarır gibi yeniden hatırlatmak, anılmasını sağlamak istiyorum. Bütün kelimeleri öğrenemezler ama belki bir kitaptan üç - dört kelimeyi diriltir bir okur, hayatına alır; işte o zaman ben maksadıma ulaşmış olurum. Bugün ne yazık ki sosyal medyanın da hayatımızdaki etkisiyle, küreselleşirken birçok millet dilini yitiriyor. Diller arası alışveriş bir zenginlik katmak yerine bilakis dilimizi kısırlaştırıyor. Benim buradaki duruşum buna bir tepki, bir protesto diyebiliriz.
Yazıyı hür bırakmak hoşuma gidiyor
Noktalama işaretlerini, imlâ kurallarını elbette bilinçli deforme ediyorum; söylediğim gibi, yazıyı hür bırakmak hoşuma gidiyor. İmlâ kuralları sanki pranga gibi geliyor bana. Daha doğrusu, kendi kalbimce anlamlar yüklüyorum hassaten noktalama işaretlerine. Yani benim dünyamdaki virgül, bildiğimiz virgül değil, nokta bildiğimiz nokta değil. Günlük yazı dilimde, mesajlarımda da bu şekilde iletişiyorum. Bazı dönemler hayatımda bir şeyleri noktalamakta güçlük çekiyorum örneğin, o zaman hiçbir cümlenin sonunu nokta ile bitirmiyorum; ikişer üçer virgüller konduruyorum. Kimi zaman da bir şeyleri bıçak gibi kesmeye meylim oluyor, o zaman da handiyse her kelimenin ardına bir nokta bırakıyorum.
Yazan insan çağlayan bir nehre meyil verir gibi, yazıya da kendi arzu ettiği meyli verebilmek için noktalama işaretlerini özgün bir şekilde kullanmalı gibi geliyor bana. Tabii türden türe değişiklik gösterir bu mevzu ama benim yazdığım tür şiirsel dilde nesir olduğu için, şiirde de imlâ kuralları çok esnek olduğu için, ben de o esnekliğe yaslanıyorum.
Şiirle samimi bir ilişkimiz var
Benim yazdığım bazı hikayeler, şiirsel hikayeler olarak adlandırılmıştı. Sizin üslubunuz da biraz böyle geldi bana. Katılır mısınız bu fikre? Şiirle irtibatınız nasıl?
Yazan / yazmayan her insanın şiirle yakınlık kurması gerektiğine inanıyorum. Eski insanımızda bu vardı, hiç mürekkep yalamamış insanlar bile duygularını ifade ederken şiirsel konuşurdu. Bu yüzden de mimariden tutun da bir el aynasına kadar üretilen her şeyin bir ruhu vardı, ilişkilerin içi doluydu. Ben biraz eski zaman insanıyım sanırım, sürekli konuyu buraya getiriyor gibi oluyorum ama. Hülasa şiirle samimi bir ilişkimiz var, şairlerin de kabiliyetlerine yürekten hürmet besliyorum. Delice bir şey. Delice ve muazzam. Benim birkaç ufak girişimim haricinde şiir biçiminde eserim yok, ancak şiirsel dilde nesir olarak ifade ediyorum yazdığım denemeleri ben de. Bu bağlamda evet benzeşiyormuş kalbimizin dili, ne hoş.
Peki Şimdi Ne Olacak, fevkalade şiirsel ifadelerin yer aldığı bir anlatı gibi. Bu arada daha önce İzdiham başta olmak üzere çeşitli dergilerde de denemeleriniz de yayınlandı. Bir üstadınız var mıdır bu türü baz alırsak? Şu kişinin denemeleri benim başucumdur dediğiniz yazarlar kimler?
Teşekkür ederim pekçe. Evet İzdiham’da çok kıymetli yıllar geçirdim, rahmetli Bülent Parlak’a da sonsuz minnettarım. Her fırsatta emeğinin ve gönlünün büyüklüğünden söz ediyorum. Yolculuğumuzun daha uzun soluklu olmasını çok isterdim ama takdir-i ilahi. O beni Tezer Özlü’ye benzetirdi yüce gönüllülüğüyle. Geleneksel İzdiham Ödülleri’nde de o isimle ödüller verirdi hatta, rahmet olsun.
Ben açıkçası bu soru üzerine uzun uzun düşündüm, daha önce de kitap tavsiyesi isterken benim kalemime benzer kalemleri soranlar çok oldu. Ne yazık ki tam manası ile bulamadım. Yanlış anlaşılmasın; bu “Kimseler gibi yazmıyorum, ben eşsiz bir kaleme sahibim.” demek değil, insanız ve aslında hem karakterimiz hem sanatımız bir mozaik gibi. Okuduğumuz herkesten, tanıştığımız her insandan bir şeyler alıyoruz. Ama ne yazık ki tam net bir isim anamıyorum.
Kendi üslubum dışında en sevdiğim yazarları sıralayabilirim ama; Mustafa Kutlu direkt kalbimdir yerli yazarlardan, sonra İsmet Özel elbette, aynı dönemde yaşıyor olmanın kıvancını duyduğum iki isim. Oğuz Atay, Ahmet Hamdi Tanpınar, Güray Süngü, Melisa Kesmez, Oruç Aruoba, Georges Perec, Pessoa vb. isimleri büyük keyifle okuyorum.
Sevdiğiniz örnek aldığınız yazınsal dünyanızı kurmanıza sebep olan başka şairler de var mı peki? Bir yerde Sezai Karakoç’u anımsadım. Orayı okumak istiyorum izninizle: “sen geldin, kalbime köpükler üfledin, türküler söyledin, çatımı onardın benim, perdem aralandı, çantam hafifledi, bir serin suya girdi ayaklarım, sen geldin, ben de yeniden geldim dünyaya” Sen geldin benim deli köşemde durdun dediği bir şiir vardır ya hani, aklıma o şiir geldi.
Ben bir okur olarak tabiri caizse biraz oburum, bu konuda çok tevazu da göstermek istemiyorum; çünkü insan bununla da onur duymazsa ne ile duyar bilmiyorum. Bu bakımdan az önce de belirttiğim gibi birçok yazardan ve şairden muhakkak etkilenerek kendi yolumu buldum. Birhan Keskin’ler, Didem Madak’lar, Özge Dirik’ler, Gonca Özmen’ler, Ahmet Erhan’lar, Metin Altıok’lar, Şükrü Erbaş’lar; saymakla bitmez. Hepsi iyi ki vardı. Umarım bizi de bu cümleyle anarlar.
Çocukluğum bana bakıyor diyorsunuz, bölümlerin birinde. Sevilen kişi bize çocukluğumuzu hatırlatan mıdır kimi zaman? O yüzden mi severiz biraz da? Sadece bir insanı değil aslında, herhangi bir şeyi.
Sahicilik, hakikilik, samimiyet; benim çok fazla ardına düştüğüm kavramlar. Bu yüzden eskiye de özlem ve muhabbet besliyorum sanırım. Sinem Sal’a aitti sanırım, diyordu ki; “bir tür çiçeksizlik çağı sanki / çok azımızın kendine özgü bir kokusu ve inceliği var.” Turgut Uyar da “her şey naylondandı o kadar” diyor ya hani tam da öyle. Gönlüm bu çağın suni duyguları arasında çok huzursuzlanıyor. Bu huzursuzluğu yatıştıran en sahici duyguları çocuklukta bulabiliyorum. Temiz, lekesiz, çıkarsız, hesapsız, duru, içten… Bu yüzden de güçlü / büyük duyguları tarif ederken çocukça bir pencereden ele almayı, çocuklukla bağdaştırmayı seviyorum.
“Sehv” bölümü çok manidar geldi bana. İzninizle o bölümü okumak istiyorum: “biz seninle. birbirine telaffuzda çok benzeyen. öyle ki birbirini çağrıștıran. fakat bambaşka anlamlar taşıyan iki sözcükmüșüz. beni gören seni hatırlıyor. seni gören yanlışlıkla ismimi heceliyor. handiyse aynıymıșız ama değilmişiz işte. benzerliğimiz hiçbir şey ifade etmiyor. hiçbir kapıyı açmıyor. birbirimizden öyle uzağız ki. aynı cümle içinde bile yan yana gelemeyiz. hiçbir dilde üstelik. ben bu hakikatle yüzleştim. sıra sendeymiș.” Bir cümlede dahi yan yana gelemeyen insanlar, her zaman hüzünlendirir beni. Bunu hissettim bu satırlarda.
Aslında burada görünürde aynılık, ruhta ayrılık / başaklık’tı kastettiğim. İlk bakışta “Ne kadar benziyoruz” dediğimiz birçok insanı yakından tanıdıkça ne kadar yanıldığımızı görüp hayal kırıklığına uğrayabiliyoruz. Yani, sizin söylediğiniz açıdan bir cümlede farklı kelimeler de yan yana gelebilir, benimki bir araya gelememekten çok, “Aslında ne kadar farklıymışız’ı” fark etmenin şaşkın, kırılgan hüznü.
Bir sevgiyi büyütmek, korumak, onu bir yara gibi her gün gözlere hazırlamak üzerine hoş bir eser olmuş Peki Şimdi Ne Olacak. Şimdi ne olacak peki? Hikaye nasıl devam edecek? Neler planlıyorsunuz edebiyat alanında?
Kitapta bir yazıda defaatle sorduğum bir soru bu; gerçekten peki şimdi ne olacak, hiç bilmiyorum. Yaşam öyle beklenmedik, öyle umulmadık bir serüven ki. Yolun en başındaki Tuğba’ya baktığım zaman bugün geldiğim noktayı asla tahmin edemezdi. Şu anda da yolun nereye kıvrılacağı konusunda hiçbir fikrim yok; yan yollar, patikalar, bizi neler bekliyor kim bilir. Sadece şunu söyleyebilirim sanırım; bundan sonra çıkacak iki kitabım, ilk dört kitabımdan tür olarak farklı. Yani hep denemelerle buluştum okurla, bu kez bir uzun öykü ve ayrıca bir mektup kitabı çıkarmayı hedefliyorum. Nasip elbette.
Bu zamana kadar yazdıklarım çok hoş yankılar buldu, uzun yıllardır yazdığım için nice güzel insanlar biriktirmeme vesile oldu kitaplarım; bundan sonrakiler de aynı güzelliklerin kapısını aralamasını umuyorum.
Yorum Yaz