Nazım Hikmet’le Necip Fazıl’a sitemim var

21 dakikada okunur

Şair Zeynep Karaca: “Ben Nazım Hikmet ve Necip Fazıl’a sitemde bulunmak isterdim. Zira ikisi de sözün gücüyle toplumu dönüştürme etkisine ulaşmış insanlar. Bari biri gerçekten düşüncesi ekseninde devrim yapmış olsaydı da başka bir bahara uyanmış olsaydık bu diyarda. Bu bir yanıyla, şaire fazla ödev yükleme olur, farkındayım ama dönemin politik havzasına bakıldığında da bu başarılabilirdi.”

Annesine özlem kelimeleriyle başlayan şiir serüveniyle dünyaya tutunmaya çalışan bir insan olan Şair Zeynep Karaca, ilk şiir kitabı ile bizleri buluşturdu. İmgelerin gücünden yararlandığı şiirleri ile edebiyat dünyasına muhtelif edebiyat dergileri ile giren Zeynep Karaca, “Gövdesi Hakkında Konuşan Kelebek” adlı şiir kitabını uzun süren bir çalışma sonucu yayınlamayı başardı. Şiirleri, hayat kadar ironik aynı zamanda özlenen bir basitliğe sahip olan Karaca, yazın dünyasına denemeye yazıları ile başladı. Biz de onu kendi kelimeleriyle tanımaya çalışacağız. 

Kendinizi tanıtır mısınız? 

1988 Ordu doğumluyum. İlk ve orta öğrenimimi Ordu’da tamamladım. Liseyi İstanbul’da okudum. 28 Şubat sürecinin uzantılarına denk geldiğim (henüz çözülmemiş başörtüsü sorunu ve imam hatip liselerini kapsayan katsayı uygulaması) için üniversiteye gitmek yerine çalışma hayatına atıldım. Yeni Şafak Gazetesi’nde başlayan yolculuğum, uzun yıllar sürdü. Editör olarak çalıştım. Bir dönem de, video içerik üreticiliği yaptım. Birkaç farklı medya kuruluşunda da kısa süreli çalışmalarımın ardından şu an bir kamu kurumda kültür işlerinde görev yapmaktayım. Eğitim hayatımda bu süre içinde; ilahiyat önlisans olmak üzere şu an İstanbul Üniversitesi Kamu Yönetimi olarak devam ediyor. 

İlk metnim Ortadoğu üzerine

Yazı hayatına başlama ihtiyacınız nereden hâsıl oldu ve ilk yazdığınız kelimeler hangileriydi? 

Yazı erken yaştan itibaren ilgi alanıma girdi, buna başlangıç olarak lise yılları diyebiliriz. O dönem biraz dünyada neler olup bittiğine dair meraklarım vardı. Düzenli olarak gazeteleri takip ediyordum. Yine okumayla ilk ciddi ilişkimin gelişmeye başladığı yıllar. Doğu-Batı klasiklerinden ilgimi çeken roman, düşünce ve dini metinleri okuyordum. Edebiyat olarak da Türk Edebiyatı Dergisi’ni düzenli olarak takip ediyordum, sanırım bunların bir sonucu olarak, kendi kendime düzyazılar yazmaya başladım. Bunları bazen okuldaki hocalarıma da okuturdum. Sanırım ilk metin de Ortadoğu üzerine düşüncelerimi yazdığım bir şeydi. Tabi ki, okumaların ve gündemi takip etmenin verdiği bir heyecan.  Şiir tabi ki çocukluktan gelen bir alışkanlık olarak devam ediyordu. Lise yıllarında da yazıyordum. Sekiz dokuz yaşında başlayan şiir yazma alışkanlığı bir dönem ortaokul bir dönem lise yıllarında kendini tekrarlayarak devam etti. 

                                                                                                                                                                      (Zeynep Karaca ve Muhammet Fatih Dur)

En anlamlı ifade “şiir”

Neden şiir? 

Neden şiir? Neden hayat gibi bir sorunun cevabıdır. Buna çok çeşitli cevaplar verilebilir. Ben içimde, dünyaya bir şeyler söylemek isteyen o sesin; en gerçek ve en anlamlı ifadesini kendini şiirde bulduğuna inandığım için diyebilirim. Yaşam boyu sizi terk etmeyen duygularınız vardır, sanatın da derinine indiğimizde buralardan dünyaya kendini gösterir. Burada beni terk etmeyen o bilincin kelimelere dönüştüğünde bana söyleyecekleri şeyler; bir tür içten topluma doğru taşmak isterken kurduğum o havza, bana yaşam karşısında güç ve anlam veriyor. Bu anlama sahip çıkmak ve yüceltmek için şiir diyebiliriz. 

İlk şiir kitabınız Ketebe Yayınları’ndan çıktı. Bu kitabın hikayesini bize anlatır mısınız? 

Bir kitabım olsun aşamasına geldikten sonra, doğal bir süreç olarak yayınevleriyle görüşmek istersiniz. Ben de dosyamı ilk Ketebe Yayınları’na gönderdim, burada biraz da bu yayınevinin daha önce çalıştığım medya grubunun içinde yer alması gerçeği etkili oldu. Tabi ki Ketebe Yayınları’nın iyi kitaplar basması ve genel kültür havzasında merkezdeki konumu da etkili. Dosyamı gönderdikten sonra olumlu dönüş aldım, altı yedi ay kadar editöryal bir süreçten geçtim ve bir yıl dolmadan kitap çıktı. Burada Furkan Çalışkan Ağabey’e teşekkürlerimi iletmek isterim. Hem dosyama dönüş sağladığı hem de şiirlerle ilgilenip, şiirde oluşturmak istediğim bilince kendi deneyiminden katkı sağladığı için.

Kendi sesimin peşindeyim

Örnek aldığınız yazar ve şairler daha doğrusu size ilham veren isimler kimler? 

İlham mevzusu bende ilginç bir konudur, aklımda dizesi olan birçok şair var. Dönüp dönüp kitabına baktığım şairler de var. Bunlar, Yahya Kemal’den başlayıp günümüz şairlerine kadar uzanıyor. Ama birinin dizesini beğenmeniz ya da etkilenmeniz, sizin onun muadilini yazacağınız anlamına gelmez bende hiçbir zaman. Sen iyisin, güzelsin, hoşuma da gidiyor bu ifade ama benim sesim nerede sorusunun peşindeyim hep. O yüzden insani ilişkiler bağlamında ve fikirler olarak bir şaire karşı yakınlık hissetsem de, şiirime ilham oluyor diyemem, bir etki olabilir ama ben her zaman kendi sesinin peşindeyim. Yine de şair ismi belirtmemi isterseniz; kendi dönemleri içinde, Yahya Kemal, Melih Cevdet Anday, Ahmet Muhip Dıranas, Sezai Karakoç, İlhan Berk, Edip Cansever, Turgut Uyar, İsmet Özel Gülten Akın, Lale Müldür, Nilgün Marmara severek okuduklarım arasında ama bu daha güncele ve dünya edebiyatının önemli isimlerine doğru gittikçe uzatılabilir. 

Her tanım sizi kısıtlar

Şairliğinizi nasıl tanımlarsınız? 

Her tanım olmak istediğiniz şeyin, sizi biraz daha kısıtlamış haline dönüştürür. Onun için bir şeyleri tanımlamaya kalkmadan önce iyi düşünmek lazım. Ama bir şeylerde söylemek gerekiyorsa, şöyle yapalım; içinde bulunduğunuz sanat dalı sizi biraz o alanla ilgili geçmişte ve günümüzde söylenmiş şeylerin bilgi alanına vakıf olmayı mecburi kılar. Ben bu çağın çocuğuyum, bu çağa ait olan her şey elbette ilgi alanım içinde. Ama bizim var oluşumuzdan topluma yansımamıza kadar akan süreçte, büyük sıkıntılarımız var. İçinde yaşadığımız dünya ve ülke her şeyin güllük gülistanlık olduğu bir gerçeğini maalesef bize sunmuyor. İnsani ilişkilerimizden, emeğimize kadar her şeyin büyük bir soysuzlaşma sürecinde olduğu bir dönemdeyiz. Elbette ki bu korkunç yıkımları sorunları görüp hayatta hiçbir şey olmuyor gibi yaklaşmak biraz masalsı, düşünce havzamı oluşturan bu çağa karşı sorunlarıyla da baş edebilme yollarını arama gerçekliğindeyim, üstelik sözün ve kelimelerin gücünün imajlardan daha geçersiz olduğu bir dünyada. Buralardaki arayışım ve kendimce oluşturduğum çıkış yolu denemeleri sürüyor. Elimden geldiğince de bunu yapıtıma yansıtmaya çalıştım. Belki sonrası için bu daha güçlü ve görünür bir sese dönüşür. 

Kendinizi feminist bir yazar olarak görüyor musunuz? 

Feminist bir yazar olmak toplumda biraz da dışlanma sebebi gibi lanse edildiği için konuyu biraz açmaya çalışalım. Elbette ki öncelikle bu hayatın içinde kadın kimliğimle varım, yaşam kodlarım ve hayata bakışım ve sanat üretimim de bir kadın havzasından. Bunun bu şekilde devam edeceğini düşünüyorum. Kadına dair olan ve kadının yaptığını önemsiyorum ama bunun bir tür kadın tapıcılığına dönüşmesine de karşıyım. Dünyaya ve topluma baktığımızda kadın politikacılar var, kadın iş insanları var, kadın sanatçılar var ama bunların yansımasına baktığınızda; erkeğe atfedilen vahşet ve savaşla özdeştirme durumu bu kadınların uygulamalarında da ortaya çıkıyor. Demek ki, mesele sadece kadın olmak değil ayrıca o kadının insanlığı da yüceltebileceği bir politik havzadan dünyaya bakabilmesi. 

Nazım Hikmet’le Necip Fazıl’a sitemim var

Bir şaire bir sitemde bulunacak olsanız hangi şaire hangi sitemi yapardınız? 

Ben Nazım Hikmet ve Necip Fazıl’a sitemde bulunmak isterdim. Zira ikisi de sözün gücüyle toplumu dönüştürme etkisine ulaşmış insanlar. Bari biri gerçekten düşüncesi ekseninde devrim yapmış olsaydı da başka bir bahara uyanmış olsaydık bu diyarda. Bu bir yanıyla, şaire fazla ödev yükleme olur, farkındayım ama dönemin politik havzasına bakıldığında da bu başarılabilirdi. Nazım Hikmet, Komünizmi savunduğu için istenmedi, Necip Fazıl İslam şuuru gelişmiş bir toplum istediği için kabul görmedi. Ve bu iki bakış açısı da dönemin şartlarında burada barındırılmak istenmedi. Bu görüşlerin uçları olabilir, vaatleri bize sakıncalı gelebilir. Ama mevcut dünya gerçekliğiyle kıyaslandığında bize daha iyi bir hayatın kapısını açabilecek bir havzaya hitap ediyorlardı. Bugün geldiğimiz noktada; dünyada olup biten kötülükler hakkında karşı koyamaz, kendimizi var edemez ve dünyaya bir söz söyleyemez haldeyiz. Küresel sistemin sevgili çocuğu olduk. O yüzden bu iki insandan birinin vaatlerinin tam anlamıyla karşılık bulduğu bir Türkiye gerçekliğine uyanmak isterdim.    

Yollar Sezai Karakoç’a çıkacak

Sezai Karakoç’u bize nasıl anlatırsınız?

Sezai Karakoç aslında eserleriyle kendini anlatan biri. Yaşadığı müddetçe bu toplumun entelektüel alanına nüfus etmiş ve orada varlık göstermiş. Ama bence düşüncesinin ufukları gün geçtikçe daha iyi anlaşılacak. Hatta o kadar ki bu toplumda insanlar Müslüman olarak iyilik ve erdem dolu bir anlayışı hakim kılmak istediklerinde Sezai Karakoç’a çıkacak yolları. Bana kalırsa da “Masal” şiirinde yer alan doğunun yedinci oğlu kendisidir. “Gömülmek istiyorum buraya hiç değişmeden” dediği mısradır belki de. Karakter olarak ise, ince ruhlu, zaman zaman çocuk kadar hassas, nezaketli bir insandı. Olaylardan daha çok, bunda düşünür olmasının da etkisi var tabi, bir meseledeki yanlış fikirlere kızardı. 

Gelelim şiir kitabınıza, içinde kaç senelik emek var? 

Yaşam boyunca şiirle ilişkisini hiç koparmayan biri olarak tam bir yıl ifade etmek doğru olmayabilir. Ama kitap çıkmadan beş yıl öncesi itibariyle şiir yazmaya yeniden döndüğüm dönem olarak bakabiliriz. Bu sürecin sonunda kitap oluştu. Ağırlıklı olarak da kitabın çıkışından bir yıl öncesinde yazılan şiirler yer alıyor. 

Toplumsal gerçekçilik alanında kalmayı isterim

Şiirlerinizi bir akımına sokmak isteseniz hangi akım olurdu?

Şiir dilim sembolistlere daha yakın durmakla birlikte toplumsal gerçekçilikten de öğeler barındırıyor. Elbette düşünsel havzam, kendimizle ne yapmak ve toplumla ne yapmak istediğimiz üzerine kurulu olduğu için; bu dışa taşımları anlamlı buluyorum. Bu eserleri sadece kendimiz için yazmadığımızı varsayarsak; toplumsal gerçekçilik alanında kalmayı isterim. Ama yine de bir akımın içinde var olalım, sözümüzü oradan söyleyelim gibi keskin uçları üzerimde taşımak istemiyorum. Hayat sürekli değişir ama hayattan beklediğimiz hakiki arzu değişmez. Ben bu hakiki arzunun peşindeyim. Bu arzunun en temel noktası da nasıl daha iyi insan kalabiliriz ve nasıl daha iyi bir topluma dönüşebiliriz, doğal olarak daha iyi bir dünyaya. 

Yazarken sizi en çok duygulandıran ve zorlandığınız şiir hangisi?

Bir duygunun, durumun, fikrin şiir çağrışımı bende kendini gerçekleştirdikten sonra yazarken çok zorlanmıyorum. Ben de sancılı olan o aşamaya gelmek. Çünkü şunu yazmalıyım dediğimde ve üzerine düşünmeye başladığımda; zaman zaman bir sıkışmışlık oluyor üzerimde. Yazdıktan sonra bunu aşmış oluyorum. Bir tür ruh daralması diyelim buna. O an beni acıtan şey neyse ona belki fazla yoğunlaşmaktan oluşan bir yorgunluk hali gibi. Yine bu anları yaşatan birkaç örnek vermem gerekirse; “Google’daki Kesinti Üzerinden Vahyin Kesintisine Parodi” ve “Dolanmış Ayaklar Adım Atmak Mümkün Değil”, “Uzun Yaşayan Fotoğraf.”

 

Önceki Yazı

İstanbul sanatımda derin izler bıraktı

Sonraki Yazı

Koleksiyon kendimi bulma arayışım

Son Yazılar