Litros Sanat
Türkiye'nin Dijital Kültür Sanat Gazetesi
Raylar Boyunca belgesel programında demiryolu vasıtasıyla Türkiye’deki 15 ili gezen oyuncu Bülent Alkış, “Bazen farklı düşündüğümüz insanlara sıfatlar koyarız. Oysaki herkes kendi yaşamına göre değerlendiriyor hayatı ve içindekileri. Gezerken bunun farkına varıyorsun. İnsanı yeniden keşfediyorsun. Çünkü bir şehre gittiğinizde orada yaşayanların coğrafyasını, karakterini tanıdığınızda o insanlara daha çok hak veriyorsun. Aynı şeyi görmek ve hissetmek mümkün değil.” şeklinde konuşuyor.
Raylar Boyunca belgeseli ile ilk kez sunucu olarak sevenlerinin karşısına çıkan oyuncu Bülent Alkış ile seyahat etmek üzerine konuştuk. Türkiye’deki 75 ili gezdiğini söyleyen Alkış, Raylar Boyunca belgesel programı ile de 15 ili tren yolculuğu yaparak ziyaret etti. Gittiği illerin kültürleri, gelenekleri ve sokak lezzetleri hakkında bilgileri izleyicileri ile paylaşan Alkış aslında bu şehirleri insanlara yeniden hatırlatıyor.
Seyahat etmeyi sever misiniz?
Kendimi bildim bileli seyahat etmeyi, gezmeyi, yürümeyi severim. Bulunduğum yerden uzaklaşmayı ve başkalarından duyduğum, okuduğum yerleri kendim yeniden keşfetmeyi severim. Meraklı biri olmamın da bunda etkisi var. Fotoğraf da çekerdim. Aslında benim için fotoğraf çekmek, gezmek için bir araçtı. Daha sonra seçtiğim meslekte bu isteğimi destekledi. Oyuncu olduğum için masabaşı bir işim yoktu. Tiyatro oyunları, sinema ve dizi çekimleri için farklı illere seyahat ediyordum. Ve boş zamanlarda şehirlere yolculuğa çıkardım. Türkiye’deki hemen hemen 75 ili gezdim. Bugünlerde de Ordu’dayım. Dizi çekimleri için. Buraya 1998 ve 2006 yıllarında gelmiştim. Bu aralıklı ziyaretlerle şehirdeki gelişimi ve yenilikleri de görüyorsunuz. Gittiğim şehirlerin kültürel yerlerini ziyaret eder sokak lezzetlerini tadardım. Aslında bir serüvendi bu. Kimi yerleri yeniden keşfederdim. 1998’de Gaziantep’e tiyatro oyunu için gittim. Orada bir yer altı türbesi ile karşılaştım. O zaman herkes bilmiyordu orayı. Sanırım şimdi turistik geziler için gidilen yerlerden biri oldu. İstanbul’un en çok Eminönü, Sirkeci, Sarayburnu hattını dolaşmayı seviyorum. Orada insan profillerini de izlerim. Bu benim mesleğimin parçası. Hem de beni rahatlatıyor. Yurt dışında ise en çok Yunanistan’a gittim. Diğer ülkelere de gitmek istedim ama mesleğimden ötürü çok vakit bulamadım. Bir gezgin olmayı isterdim.
İlk kez sunucu olarak bir yapımda yer aldınız. Raylar Boyunca belgeselini kabul etmenizdeki etken ne idi? İçerikten bahseder misiniz?
Gezi belgesellerini çok severim. İzlerken de hep içimden geçirirdim bende böyle bir iş yapmak istiyorum diye. Hatta Raylar Boyunca için teklif gelmeden önce de Doğu Ekspresi’ne bilet bakıyordum. Sonra bu iş geldi. Ruhum hazırdı buna. Formatı çok güzel ve kaliteli bir işti. Ben de kabul ettim. Programın devamı için bir teklif gelirse tekrar yapmak isterim. Bir solukta izlenebilecek bir hikâye ortaya çıktı. 15 şehir gezdik demiryolu ile. Kayseri, Denizli, Isparta, Sivas, Kars, Diyarbakır, Malatya, Adana, Eskişehir, Afyon, Adana… Anlatmaya başlarken demiryollarının Osmanlı dönemindeki durumundan Cumhuriyet’e ve günümüzdeki durumunu anlatmaya çalıştık. Demiryolu inşa süreçlerinde yaşananları ve şehirleri nasıl değiştirdiğini aktardık. Mesela şehirlerde İstasyon caddeleri var. Burası kentin toplanma alanı yani şehrin kalbi. Gösteriler, törenler, cenazeler, dinlenme yerleri, han, hamam, kütüphaneler burada. Bu istasyonlar bir kentin kültürel mirası. Bunun altını belgeselde çizmeye çalıştık. “Demir ağlarla ördük anayurdu dört baştan” diyoruz ya bunu ve ülkenin bu konudaki gelişimini de gösteriyoruz.
Komşu şehirlerinizi gezin
Gittiğimiz şehrin kültürel mirası ile ilgili var ise şarkılarını, şiirlerini ya da hikâyelerini anlattık. Yöreye özgü tatları denedik ve şehrin gastronomisinden bahsettik. Elbette bütün şehri karış karış gezip anlatmak mümkün değildi. Burada amaç insanların ağzına bir parmak bal çalmak, orayı merak ettirmek. Ve insanların harekete geçirip o şehri görmesini sağlamaktı. Elindekinin ne olduğunu, değerini bilmelisin ki ondan sonra ona sahip çıkasın. Bazı gezdiğim yerlerde şunu gördüm ki insanlar yaşadığı yerleri tam olarak bilmiyor. Birini çevirip “Burada bu varmış, şu sokakta şu varmış biliyor musunuz? Nerede?” diye soruyorum. “Haberim yok” diyorlar. “Nerelisiniz?” diye soruyorum. “Buralıyım” diyor. Ama dışarıdan gelen birinin bildiği şeyi yerlisi bilmiyor. Burnumuzun ucundaki şeyleri bilmiyoruz. Bu ülkenin çok güzel yerleri var. Demiryolu ile gitseniz bir baksanız neleri kaçırmışsınız bir görseniz. Keşke insanlar tatilini bu şekilde değerlendirse. Alternatif bir tatil olabileceğini de hatırlatıyoruz. Ve ben diyorum ki imkânınız var ise komşu şehirlerinizi bir gezin…
Bana hayatin en güzel hediyesi
Kaç kişilik bir ekiple çalıştınız?
Belgeseli 7 kişilik bir ekiple, 28 günde çektik. 2022 Kasım sonunda başladık ve yılbaşından önce bitirdik. 7 saati aşan yolculuklar oldu. Tren istasyona yaklaşırken sunuma başlıyorduk. O anda diğer ekip eşyaları indiriyordu. İnişleri, binişleri çekiyorduk. Kimi trenler gece 3’te, 4’te gelirdi. Biz ondan önce gider çekim yapardık. Çekimler oldukça doğal ve keyifli oldu. Bu benim ilk sunuculuk deneyimimdi ve çok keyif aldık. Konuşmayı zaten seven biriyim ve diyaloglarda zorluk çekmedim.
Metinleri kim hazırladı?
Üç tane editörümüz vardı ve metinleri onlar hazırladı. Aslında bu bizim yol haritamızdı. Bunları direkt okusaydım sadece aktarıcı olurdum. Ben bunu tercih etmedim. Zaten gittiğimiz yerler benim daha önce ziyaret ettiğim şehirlerdi. Ve oralar ile ilgili bilgim vardı. Hemen hemen 75 ili gezdim. Kiminde uzun kiminde kısa kaldım ama bunların havasını, suyunu, toprağını gördüm. Bu bana hayatın en güzel hediyesi idi. Dolayısıyla bu metinlere ben de bildiklerimi ekleyerek anlattım.
Gezdiğiniz şehirlerde sizi en çok etkileyen yerler, yemekler nelerdi?
Sivas’ın Gürün ilçesine bulunan Gökpınar Gölü beni çok etkiledi. 17 km derinliğinde olan gölü oldukça berrak. Bir de hikâyesi var buranın. Bir çoban sürüsüyle birlikte gölün bulunduğu arazide dinlenirken rüyasında kendisine “Koyunların ile birlikte buradan uzaklaş, alttan su kaynayacak” denir. Çoban uyandığı zaman aceleyle sürüyü alır ve karşı yamaca geçer. Gerçekten de bir süre sonra su kaynamaya başlar ve Gökpınar oluşur. Yine Harput Kalesi içindeki zindan beni çok etkiledi. Bazı dönemlerde sarnıç, depolama alanı olarak da kullanılmış. Orada arkeologlarla konuştuk. Her kazdıklarında farklı bir döneme ait buluntular çıkıyormuş. Binlerce yıl öncesine dayanan medeniyetler var burada. Urartu, Osmanlı… Yine Harput Mahallesi’nde bulunan Arap Baba Türbesi’ndeki Arap Baba’nın naaşı 700 yıldır orada bozulmadan duruyor. Mumyalanmadan ya da başka bir işlem görmeden aynı şekilde duran ceset bilim adamları gibi beni de şaşırttı.
Yemek konusuna gelirsek. Çok güzel şeyler yedim. Bu yemekleri elbette İstanbul’da herhangi bir yerde de belki yersin ama tadı asla böyle olmaz. Suyu, enerjisi, malzemesi aynı olmaz. Kayseri’de çok küçük bir mantı yedim. Konya’da bamya çorbası içtim. Adana’da sokakta ciğer partisi yapılıyor. Sivas’ta “Kelle kırdıralım mı?” dediler. Sabah yiyorlar. Afyon’da haşlamacıya gittik. Çok lezzetliydi. Ve adam yemeğin kapağını açarken, “Ya Şafi yiyenlere şifa olsun.” dedi. Bu sözü çok hoşuma gitti.
El sallayan çocuklar aklımdan çıkmıyor
Unutamadığınız anlar var mı?
Tren istasyonunda el sallayan çocuklar benim gözümün önünden gitmiyor. Acaba bir hasrete mi el sallıyordu yoksa başka bir şey mi var? Bilmiyoruz. Sarıkamış’ta ağzında yaban tavşanı avlayan tilki yine gözümün önünde. Yine Sarıkamış’ta karnını doyurmak için çöplere giden ayılar… Gezdiğiniz zaman görüyorsunuzki sizin dışınızda da bir hayat var. Yine dünyada sadece iki yere yağan kristal bizim ülkemizde yağıyor. Alpler’de ve Sarıkamış’ta var. Mesela bunu biliyor mu insanımız?
Yolculuklar size ne kattı?
Ben gece yolculuğunu çok severim. Şehirlerden geçerken gözlerim dolar. Gördüğüm evlerdeki hayatları düşünürüm. O evde kim var, ne yaşıyor… Ve sonra insan olduğunu tekrar hatırlıyorsun. Biz büyük şehirlerde birbirimizi unutarak yaşıyoruz. Ölüp gidiyoruz bu dünyadan ama neler yapmamız gerektiğini unutuyoruz. Gezmek bunu insana yeniden hatırlatıyor. Bu belgeselde bana bunu hatırlattı. Bize sunulan birçok şey var. Kaçırdığımız şeylerin farkına varalım. Günlük koşuşturma içinde yapacaklarımızı yarın, öbür gün yapalım demeyelim. Gidip görülecek çok yer var. Bu programı çekerken kendi adıma keşke daha önce gelip görseydim dediğim yerler oldu. Ne diyor eskiler, “Gözün görüyorken, dişin kesiyorken, ayağın yürüyorken; ye, iç, gez…”
Gezip geri döndüğünüzde düşünce olarak, kafa olarak zenginleşiyorsunuz. Gezmek çok kıymetli. Bir yandan da insanı keşfediyorsun. Bakmak ve görmek farklı şeyler. Ve baktığımız her şeyi herkes farklı yorumlar. Bir gün çocuk tiyatrosu için il il dolaşıyoruz. Lokomotif ile ilgili bir oyun ve ben makinistim orada. Trenin vagonları dağılmış ben de onları topluyorum ve o arada çocuklara soruyorum bu nedir diye. Çocuklar “Baca” diyor. Kayseri’de bir çocuk ise ona “Kömür kovası” dedi. O kendi yaşamındaki bilgilerine göre onu tanımladı. Biz bazen farklı düşündüğümüz insanlara sıfatlar koyarız. Bu aslında çok yanlış. Herkes kendi yaşamına göre değerlendiriyor, tanımlıyor hayatı ve içindekileri. O yüzden herkesi olduğu gibi kabul etmeli. Böyle olursa daha barışçıl oluruz. Aynı şeyi görmek, aynı şeyi hissetmek mümkün değil. Gezerken bunun da farkına varıyorsun. Siz o şehre gittiğinizde onun coğrafyasını, karakterini tanıdığınızda daha önce ona yüzde on hak veriyorsan sonra daha çok veriyorsun. Karşındakine daha toleranslı oluyorsun. Ve birbirimize olan sabrımız artıyor.
Tekrar gitmek istediğiniz şehirler var mı?
Kars’a tekrar gitmek istiyorum. Orası beni gerçekten çok etkiledi. Sinop’u görmedim orayı en kısa sürede ziyaret edeceğim. Aslında her yeri tekrar görmek isterim. Çünkü bir kitabı okuyup ikinci kez okuduğunuzda nasıl daha önce fark etmediğiniz yerleri görüyorsunuz gezmek de öyle. Her şehirde de illa ki benim kaçırdığım ya da yeniden görmek istediğim bir yer vardır.
Gittiğiniz bazı şehirler 6 Şubat depreminden etkilendi. O günlerde neler hissetiniz?
Belgeseli yayınladığımız günün sabahında 6 Şubat Kahramanmaraş depremi oldu. Çok üzücü zamanlardı. Belkide o geçtiğimiz sokaklar, gördüğümüz insanlar artık yok. Aslında bu da insan için bir mesaj. İyi ki gitmişiz ve oraları görmüşüz. Yarın ne olacağı belli olmuyor. Keşke dememek için harekete geçmeli. Zamanın kıymetini bilmeli.
Hepimizin içinde bitmeyen bir yolculuk var
Tren yolculuğunu sever misiniz?
Gençken çok kullanırdım raylı yolculukları. Bence hem ekonomik hem de sağlıklı bir yolculuk. Sosyalleşme imkânı da sunuyor sana. Yemekli vagonları olan yerlerde insanlar sohbet ediyor birbiriyle. Mesafeler uzunsa da inen binen oluyor. Ve sen bu yolculukta vedalara ve hoşgeldinlere şahitlik ediyorsun. Hepsi yeni bir hikâye. Çok romantik ve melankolik bir yolculuk gibi geliyor bana. Yolculukta geçip gidiyorsun ve kendinizi unutuyorsunuz. Dağları, ovaları, hayvanları, insanları izlemek çok eğlenceli. Hepimizin içinde bitmeyen bir yolculuk var. Bunu da ortaya çıkarak bir araç, tren ve raylar… Bir şairimizin de dediği gibi “Gitmek fiilinin altını en güzel çizen demiryolları…”
Peki hızlı trenler… Gelişim açısından çok önemli. Ancak bu anlattığınız ruhu orada yakalamak mümkün mü?
Biz hızlı trenle de yolculuk yaptık. Kokpite girdik. 250-260 hızla gidiyor. 300-350 km hızla gitse, “Neden bu hızla gidiyor?” demez. Çünkü bugün hayat çok hızlı. İnsanlar bir yere yetişmeye çalışıyor. Durum böyle olunca da duygusal açıdan bir yolculuk olmuyor. Bu anlamda hızlı trenler daha ruhsuz geliyor, mekanik bir şey. Tren yolculuğundan tat almak için Doğu Ekspresi, Van Ekspresi gibi yerleri tercih edin. İstanbul’da da bu duygusal, melankolik yolculuğu bence vapurlar karşılıyor. Sanırım İstanbul’un en yavaş taşıtı onlar. Ona bindiğinizde kendinize yolculuğunuz başlıyor. Bence bu zamanları kendimize hediye etmeliyiz.
Okumak lazım ama gezmek başka
Gezmek mi okumak mı insana daha çok şey katar?
Okumak keyifli ama siz başkasının gözünden okuyorsunuz. Film izlerken yönetmenin gözünden izlediğiniz gibi. Okumak elbette önemli. Önce okuyun ama sonra gidin gezin. Yöre ile insan ile temas edin. Okursun hayal edersin ama gerçek her zaman farklıdır. Hocam bize derdi ki, “Antik tiyatrolara gidin. Orada taşlara, merdivenlere oturun ve daha önce oradan geçenleri, oturanları düşünün. Rüzgarı dinleyin. Onlar size neler söyleyecek.” Buralar insan ruhuna dinginlik veriyor. Ve o taşlara oturduğunuzda diyorsunuz ki 3 bin yıl önce burada insanlar vardı. O yılları düşünüyorsun. Belki de bizden 3 bin yıl sonra da bizim dönemi düşünerek oturacaklar. Demekki sen bu dünyada geçicisin. Geçici olduğunu bilerek bu dünyada nasıl yaşıyorsun peki? İşte burada da felsefe başlıyor. Ruhuna dönüyorsun. Bir düşünce yolculuğa çıkıyorsun. Sonra diyorsun ki o halde günümü güzel geçirmeliyim. Oraya gitmeliyim, burayı da görmeliyim diye düşünüyorsun.
Yorum Yaz