Litros Sanat
Türkiye'nin Dijital Kültür Sanat Gazetesi
Hayat kendi düzlemi içinde akıp gidiyor. Geçip gidenin hayat olduğu kanısı vardır hepimizde ama yanlış. Geçip giden biziz, hayat dün olduğu gibi bugün var; yarın da olacak… 2024’ü geride bırakırken hayatın içinden geçip giden onca güzel simayı hatırlıyoruz içimiz burkularak. Tek tesellimiz, gök kubbede bıraktıkları hoş sadâları…
Dünya koca bir morg. Sadece ölmüş olanlar için değil, yaşarken ölenler için de… Hatta her fani için dünya bir morg..
Jorge Luis Borges’in “Anlar” isimli bir şiiri vardır. Dünyaya yeniden gelse neler yapacağını sıralar. Daha çok gezmeyi, daha çok dondurma yemeyi, daha çok gülmeyi, çocukları daha çok sevmeyi vaad eder şiirinde, keşkeleriyle birlikte fakat şöyle bitirir: “Ama işte seksen beşimdeyim ve biliyorum/ Ölüyorum.”
Her nefsin ölümü -mutlaka- tadacağını bilen bir inanç disiplininde yaşıyoruz. “Hiç güzel olmasaydı ölür müydü peygamber” diyen bir edebiyat mirasının üzerindeyiz. Dolayısıyla ölüm bizim için bir yok oluş değil elbette.
2024’e baktığımızda ölümün bizi derin sınadığına şahit oluyoruz. Bazı yıllar birkaç yıldız sönerken semada bu yıl boyunca siyasetten spora, düşünce dünyasından edebiyata, sahne sanatlarından müziğe kadar öyle kayıplar yaşadık ki… Bu isimler dünya görevlerini tamamlayıp gittiler. Geride hoş sadâlar bırakarak çıktılar ebediyet yolculuğuna.
Üstad Necip Fazıl bir şiirinde “Bu benim kendi ölüm, bu benim kendi ölüm…/ Bana geldiği zaman böyle gelecek ölüm” diyerek kendi ölümüyle gerçek ölüm arasında empati kurar. Başkasının ölümü bazen kolay gelir bize. Çünkü ateş bizim ocağımıza düşmemiştir. Fakat yukarıda da belirttiğim gibi her biri göğün parlak yıldızları olan bazı ölümler karşısında aynı acıyı, çaresizliği, üzüntüyü hissederiz.
“Ölüm varsa ben yokum”
John Marsden Avustralyalı yazar, Marisa Paredes İspanyol aktris, Mircea Diaconu Rumen aktör, Charles Handy İrlandalı filozof ve yazar, Arnold Yarrow İngiliz aktör, Ali Krasniqi Kosovalı yazar, Cihangir Derviş İranlı mimar, Istvan Nemere Macar kütüphaneci ve çevirmen, Olivera Nikolova Makedon yazar, Christoph Daum ünlü Alman futbol adamı…
Değer üreterek 2024’te dünyaya veda eden isimlerden sadece birkaçı. Kendi toplumları için olduğu kadar bütün insanlığa önemli eserler bırakarak gitti her biri.
Nietzsche, Epikür’ün ölüm üzerine serdettiği düşüncelerden mülhem şöyle der: “Ben varsam ölüm yok, ölüm varsa ben yokum.”
Şimdi biz, mesela, 2024’te bu dünya sahnesinden çekilen D. Mehmet Doğan için, Ersin Nazif Gürdoğan için veya Alev Alatlı için “onlar yok” diyebilir miyiz? En önemli soru budur…
Berfe’den Levi’ye…
2024 yılı derin üzüntüler yılı oldu. Yılın hemen başında Türk sinema ve tiyatrosunun çok kıymetli bir ismini, Ayla Algan’ı kaybettik. 4 Ocak’ta aramızdan ayrılan Ayla Algan’ın hemen ardından (8 Ocak) kıymetli bir şairimizi uğurladık; Süreyya Berfe (Hikmet Süreyya Kanıpak). Onun, “Gidilir gelinir/ Belki sağ salim dönülür, hepsi o kadar/ günler geceler çabuk geçer/ çabuk geçmez şaşkın bir çocuğun hüznü/ vapurlar, arabalar, karlar çabuk geçer/ Ayrılık da özlem de her şey...” dizelerinden tanıdığımız Berfe’den hemen sonra (31 Ocak) Türk edebiyatının en önemli kalemlerinden birine daha veda ettik; Mario Levi. Özellikle İstanbul kültürü üzerine kaleme aldığı yazıları ve romanlarıyla tanıdık biz onu. Gazeteci, öğretmen ve iletişim eğitmeni olarak bilinen Mario Levi, 1986’da kaleme aldığı “Bir Yalnız Adam: Jacques Brel” ile başladığı yazarlık yolculuğunda “Bir Şehre Gidememek”, “En Güzel Aşk Hikâyemiz”, “İstanbul Bir Masaldı”, “Bir Yaz Yağmuruydu”, “Karanlık Çökerken Neredeydiniz?”, “Çünkü Fısıltılar Vardı” gibi önemli eserlere imza atarken, “Gördüklerimiz Göremediklerimiz” serisi içinde Beyoğlu, Eminönü, Şişli, Kadıköy gibi İstanbul’un en önemli mekânlarına dair incelikli yazılar kaleme aldı.
Bütün yılların en kısa ayı olan Şubat olanca acısıyla abandı üzerimize. Ayın hemen başında (2 Şubat) ülkemizin yetiştirdiği en cins kafalardan biri olan Alev Alatlı terk etti dünyamızı. Onu vicdanlı duruşu ve ülkemizin fikir hayatına kazandırdıkları ile sonsuza kadar hatırlayacak bu millet. 3 Şubat’ta sinema dünyamızın çileli aktrislerinden Fatma Karanfil ulaştı sonsuzluğa. Hemen ardından 11 Şubat’ta ise edebiyatımızın zirvelerinden biri olarak kabul edilen Füruzan veda etti dünyaya. Onu şair olarak pek tanımaz edebiyatseverler. Daha çok “Paralı Yatılı” romanıyla kayıtlara geçmiştir. Füruzan bir yazardı, bir senaristti, bir yönetmendi ama bu yönleri pek az bilindi. Öykülerinde “küçük insanlar”ın hayatlarını anlattı. Onu 1970’li yıllarında en bilindik kadın yazarlarından Sevgi Soysal ve Adalet Ağaoğlu’nun isimleriyle birlikte anar edebiyat okurları. Füruzan’ın kamera arkasına geçtiği “Benim Sinemalarım” ise çok önemli bir proje olarak Türk sinema tarihine adını yazdırmayı başarmıştır. Ve bir not daha: Şiirlerini bir araya topladığı “Lodoslar Kenti” isimli kitabı 1991’de yayımlandı fakat “Parasız Yatılı”, “Berlin’in Nar Çiçeği”, “Kırkyedililer”, “Kuşatma” kadar tanınmadı, okunmadı ne yazık ki…
Şubat ayı sinema dünyasından iki önemli kayıpla kapandı; 26 Şubat’ta oyuncu Tolga Savacı 59 yaşında, 27 Şubat’ta ise aktris Sevda Ferdağ 82 yaşında hayatını kaybetti.
Sinemada yaprak dökümü
Mart ayı da ölümler ayı oldu. Sinema ve televizyon dünyasının önemli isimlerinden Kayhan Yıldızoğlu 3 Mart’ta, Türk müziğine eşsiz eserler kazandıran ve çok sayıda gencin elinden tutarak onları notalarla buluşturan Rahmi Sönmezocak 15 Mart’ta, efendiliği ile Türk futboluna çok şey kazandıran Ersen Martin 19 Mart’ta hayatlarını kaybetti.
Nisan ayı ise Türk sinemasının ‘baba’sı olarak bilinen çok kıymetli bir ismin, Türker İnanoğlu’nun vefatıyla (2 Nisan) açtı kayıplar sayfasını. Sinemamıza sayısız film kazandıran, pek çok sanatçıya kol kanat geren ve kurumsal olarak da çok mühim işler başaran İnanoğlu’nun vefatı derin bir hüzün bıraktı camiada.
14 Mayıs’ta Ayten Gökçer’e, 29 Mayıs’ta ise sinema televizyon dünyamıza kazandırdığı farklı projelerle adından söz ettiren Ahmet Uğurlu veda ettik.
11 Haziran’a geldiğimizde Türk sinemasının tartışmasız en kıymetli jönlerinden biri olan Murat Soydan’ı uğurladık. Ayhan Işık, Ediz Hun, Tarık Akan gibi jönlerin yanına adını altın harflerle yazdıran Soydan sayısız film bırakarak çekildi dünyamızdan.
Yıldızlar döküldü bir bir
Evinde düşerek beyin kanaması geçiren ve yaklaşık 10 yıl boyunca yoğun bakımda kalan tiyatromuzun kendine özgü isimlerinden Kenan Işık 29 Temmuz’da hayatını kaybetti. Bir televizyon yarışma programı ile geniş kitlelere ulaşan ve sunuculuğu ile de beğeni toplayan Işık da tiyatro ve televizyon dünyamıza kıymetli eserler bırakarak gitti. Hemen bir gün sonra medya dünyasının önemli isimlerinden (Nadir) Güneri Civaoğlu vefat etti. İki gün sonra yani 31 Temmuz’da ise Türk tiyatrosunun en tartışmalı isimlerinden biri olan Genco Erkal hayatını kaybetti.
1 Eylül sinema oyuncusu Ahu Tuğba, 21 Eylül müzik adamı Metin Arolat’ın vefat günleri oldu. Her iki isim de yapıp ettikleri ile popüler sanat ajandasına isimlerini yazdırmayı başarmışlardı.
17 Ekim’de sinema ve televizyonun komik adamı Vural Çelik çekildi dünya sahnesinden…
17 Kasım’da ise Sümerolog Muazzez İlmiye Çığ gitti. Her söylediği ile adından söz ettiren, düşünceleri geniş kesimlerce tartışılan Çığ öldüğünde 110 yaşında idi.
8 Aralık Türk sineması için yine kayıp bir ay oldu. “Yol”, “Derman”, “Ay Büyürken Uyuyamam” gibi çok sayıda filme imza atan Şerif Gören hayatını kaybetti.
15 Aralık ise Ankara türkülerinin unutulmaz isimlerinden Turgut Karataş (Ankaralı Turgut) ölüm günü olarak geçti kayıtlara…
Ağustos’ta ölmek zor!
2024’ün Ağustos’u içimize asit döken bir ay oldu. Her ölüm erken ölümdür, bunu biliriz ancak bazı ölümler bizi daha da sarsar, derinden etkiler. Yaralar…
İlkin (11 Ağustos) Türkiye Yazarlar Birliği Onursal Başkanı D. Mehmet Doğan’ın vefat haberi geldi. Hakiki bir Ankaralı olan Doğan, “Batılılaşma İhaneti” isimli ilk eserinden itibaren yabancılaşma hastalığına yakalanmışlarla amansız mücadele ettiği diğer eserleri ile yeri doldurulamayacak bir boşluk bırakarak çekildi dünyamızdan…
Yine Ankara’dan bir acı haber aldık. Avrasya Yazarlar Birliği Genel Başkanı kıymetli yazar ve mücadele insanı Yakup Deliömeroğlu dünya dengini toplayıp gitti dönülmez yola. 16 Ağustos’ta vuslata koştu Deliömeroğlu. Geride “Kardaşlık” dergisi ve yüzlerce eser bırakarak…
Ve 20 Ağustos…
Daha yapacak çok işimiz var derken, bir anda, düştüğü yerden kalkamayan bir büyük insanı, Cahit Zarifoğlu’nun yoldaşını, “Görünmeyen Üniversite”nin müellifini, Prof. Dr. Ersin Nazif Gürdoğan’ı yitirmenin acısıyla sarsıldık. 1945 yılında Eskişehir Mihalıcçık’ta başlayan dünya yolculuğu 20 Ağustos 2024 tarihinde İstanbul’da sona erdi. Geride bıraktığı onlarca eseri ile yaşarken üstlendiği vazifeyi sonsuza dek sürdürecek olan Gürdoğan hoca da gök kubbede hoş sadâlar bırakarak kurtuldu dünya sürgününden. Ersin Nazif Gürdoğan, dikkatlerimizi her daim diri tutmamız gerektiğini öğütledi bize. “Düşünceyi Eylem İçin Bilmek”, “Her Şehir Bir Dünyadır”, “Teknolojinin Ötesi”, “Zamanı Aşan Şehirler”, “Hicaz’dan Endülüs’e”, “Kültür ve Sanayileşme”, “Kirlenmenin Boyutları” gibi daha pek çok esere imza atan “Hocaların hocası” Ersin Nazif Hoca, kitap isimlerinden de anlaşılacağı üzere bilim, teknoloji ve tarihi tek potada eritmeyi başarmıştı. “Küre dünyadan kare dünyaya” geçtiğimiz bir çağda bunun ne anlama geldiğini içi dolu fikirleri ile bizlere anlattı… Bu çabası vefatına kadar da devam etti.
Vicdanın sesi Alev Alatlı
Alev Alatlı, 2024’ün büyük kayıplarından biri. 16 Eylül 1942’te Menemen’de başlayan dünya yolculuğu İstanbul’da bir hastane odasında 2 Şubat 2024 tarihinde, tam 82 yaşında iken son buldu. Biz onu sosyolog, akademisyen ve ekonomist kimliklerinden ziyade bu milletin vicdanı olmuş bir münevver olarak tanıdık. “Aydın Despotizmi”, “Yaseminler Tüter mi Hâlâ”, “Ben Böyle Düşünüyorum”, “Dünya Nöbeti”, “Eyy Uhnem! Eyy Uhnem!”, “Kadere Karşı Koy A.Ş.”, “Aydınlanma Değil Merhamet”, “Nuke Türkiye! Or’da Kimse Var mı?”, “Valla Kurda Yedirdin Beni” ve nihayet “Fesüphanallah” ve “Hafazanallah” gibi, isimleriyle bile çarpan kitaplarıyla tanıdığımız Alatlı, bilim ve edebiyatın üzerinde en şık durduğu yazarlardan biri oldu. Sivil toplum, felsefe, dilbilim çalışmalarını zaten hatırlatmaya gerek yok.
Alev Alatlı’yı zengin kişiliği, çarpıcı uyarıları ile hatırlayacağız belki ama en çok da vicdanıyla kazıyacağız unutulmaz portreler arasına…
Beyazperde karardı!
2024 sinema için derin acıların yaşandığı bir yıl oldu. Sadece Türk sineması değil dünya sineması için de öyle… Bu yıl aramızdan ayrılan üç önemli sinema adamı için ne söylesek az kalır. İlki Türker İnanoğlu… 18 Mayıs 1936’da Safranbolu’da dünyaya gelen 2 Nisan 2024 tarihinde İstanbul’da hayata gözlerini yuman İnanoğlu, ülkemizin en cesur sinema adamlarından biri idi. Yönetmenliği, yapımcılığı ve kaleme aldığı senaryoları ile sinemayı kurumsal bir kimliğe kavuşturmayı başarmış önemli isimler arasında yer aldı. 1966’dan vefatına kadar her kademesinde yer aldığı bazı filmlerinin sadece isimlerini vermek istiyoruz: “Adını Anmayacağım”, “Kara Murat”, “Hancı”, “Yumurcak”, “Acı Hayat”, “Taşsız Kraliçe”, “Satılık Kalp”, “Affedilmeyen”…
1 Temmuz 1944 İskeçe doğumlu olan ve 8 Aralık 2024’te aramızdan ayrılan Şerif Gören de hiç şüphesiz Türk sinemasının en büyük kayıplarından oldu. “Yol” “Kurbağalar”, “Derman”, “Ay Büyürken Uyuyamam”, “Katırcılar”, “Polizei”, “Almanya Acı Vatan”, “Yılanların Öcü”, “Herhangi Bir Kadın” gibi kült filmlere imza atan Şerif Gören özellikle “Yol” filmiyle büyük bir çıkış yakalamıştı.
Sinema dünyası önemli kayıplar verdi yıl içinde. Bunlardan biri de jön kuşağının önemli temsilcilerinden Murat Soydan oldu. Bir ara müzikle de iştigal eden Soydan, 2 Ekim 1940 Kırklareli doğumlu bir sanatçımızdı. 11 Haziran 2024 tarihinde aramızda ayrıldı. Asıl adı Rüçhan (Rüjdan) Tezcan olan Murat Soydan, “Kolsuz Kahraman” filmiyle 1966’da kamera karşısına geçmiş, vefatına kadar da beyazperde ve televizyon ekranlarında yüzlerce projede yer almıştı. Yakışıklı oyuncunun kalplere kazınan filmleri arasında “Dünyanın En Güzel Kadını”, “Ayşem”, “Sana Dönmeyeceğim”, “Şeyh Ahmet Şeyh’in Oğlu”, “Ölüm Fermanı”, “Yaban Ali”, “Nisan Yağmuru”, “Yarın Başka Bir Gündür”, “Zulüm”, “Başkanın Kızı” da bulunuyor.
Yorum Yaz