Kentin canlı gölgeleri: Hayatında Değil Yerin

KİTAPLIK

Küreselleşmiş bir dünyada aynı zincir mağazaları kullanan, aynı sosyal medyalarda dolaşan, aynı şeyleri giyen, yiyen, içen, izleyen kentliler olsak da hâlâ bu ortak yaşantımızın layıkıyla yazıldığını düşünmüyorum. Hikâye ya da öykü deyince akılların taşraya kayıp durmasından tamamen kurtulamadık. Bu yüzden gerçek kentlileri, şehrin bedelini ödeyenleri, kalabalığın içinde savrulup duranları, yapayalnızları okumak çok değerli geliyor bana. Karanlıkta evinden çıkıp karanlıkta evine giden, masalar kalabalık olsa da oraya ait hissetmeyen, sığındıkları evlerde paramparça, içlerinde bir boşluğu taşıdıkça büyüten bu insanlarla metinlerde her karşılaşmam “biz”e dair anlamı çoğaltıyor. Acının, aşkın, yalnızlığın, arzunun sonsuz çeşidini okudukça evimizdeki, iş yerimizdeki, sokaktaki insanı daha iyi anlayacağız gibime geliyor. Böyle metinler denk geldikçe hakkını teslim etmek gerekiyor.

Mayıs 2023’te İthaki Yayınlarından çıkan öykü kitabı Hayatında Değil Yerin Utku Yıldırım imzasına sahip. Yazarın daha önceki iki kitabı Dedalus Yayınları tarafından basılmış. Yine bir öykü toplamı olan Asker Daha Fazla Elliott Smith Dinlemek İstemiyor (2018) ve roman formatında yazılmış Kusursuz Bir Mesafe (2021). 

Zamanlar doğuran dil, diller doğuran zaman

Hayatında Değil Yerin, yedi öyküden oluşan bir toplam. Yazı boyunca söz konusu öykülerden özellikle dördü üzerinde durmak istiyorum. Kopya, Bis, An ve Kalan. Güncellik ve kurgusal anlamda oldukça sağlam olan bu metinler gücünü en çok dilinden alıyor. İlk kitaplardaki haline göre çok daha olgun, kendine has, klişelerden arınmış ve kendi ırmağını bulmuş bir dilden metinler okurken, daha önce rastlamadığımız özel bir dünyanın içinde olduğumuzu fark ediyoruz hemen. Kitabın ilk öyküsü Kopya, huzursuz bir adamın cümlesiyle açılır. Sıradan bir sıkıntı değil kalıcı, yapışkan, çözümsüz bir patolojidir bu. Ruhunda bir şeyler kanamaktadır ve eyleme vurma yoluyla anlık rahatlama çabaları kesin bir sonuç vermeyecektir. Yine de denemekten kendini alamaz. Daha ilk cümlenin kuruluşu, direkt yarayla hizalar bizi ve metnin şimdiki zamanına sokar. Fakat sayfalar ilerledikçe başka zamanlarla da karşılaşırız. Öykü kişisinin kafası, dilin ve bilincin muhteşem sıçramalarıyla anlatısal zamanın içinde gezintiye çıkarır bizi. Örneğin askerlik anılarına gideriz ama orada hiçbir şey öngörülebilir, klişe yahut sıradan değildir. Aksine nispeten mutlu olunan paralel bir dünyanın içindeyizdir. O dünyada coşkuyla akar dil, ışıltılıdır, kıvraktır, sohbete katılır, enerjisi vardır. Şimdiki zamana geri döndüğünde; söylemesi gereken şeyleri söyleyip vermesi gereken tepkileri veren, kendini diğer insanlara göre konumlandıran gölge biri vardır. Utku Yıldırım anlatısal zamanın dehlizlerinde gezerken dili de zamana göre ustalıkla konumlandırır. Bis, aynı zamanda müzisyen olan yazarın müzik bilgisini konuşturduğu bir öykü olarak öne çıkar. Bir müzik grubunun kişileri arasındaki duygusal gerilimler, yine iç huzurundan uzak bir delikanlının huzurunu iyice kaçırır. Ritimler, notalar, şarkılar, yaratma sancılarının yine anlatısal zamanla naif bir şekilde iç içe geçtiği öyküde günümüz insanın bütün kıvranışlarına şahit oluruz. Zaman yine bilinç akışıyla çoğalır. Zamanın ve dilin birbirinin içinde erimesinin zirve noktası ise yazarın Kalan öyküsüdür. Bu metinde tüm kişiler, zamanlar, olaylar iç içe geçmiş gibidir. Öykü kişileri bir nevi Vahdet-i Vücud içinde devinir. İlerleyen, silahına davranan, vurulan, gömülen, gömen sürekli birbirinin yerine geçer. Yanı sıra hayat da devam eder. Böyle bir sonsuz döngüde dili başarıyla kullanıp geçişleri doğallıkla yapması yazarın yukarıda sözü edilen öykülerin anlatısal zamanına girerken kullandığı bilinç akışındaki başarısının yeniden altını çizer. An da bilinç akışının ustalıkla kullanıldığı öykülerden biridir. Bu öykü, günümüz insanın sancı ve arayışlarını dile getirmesi bakımından özellikle söz edilmesi gereken bir metindir aynı zamanda. Öykünün şimdiki zamanında taşınabilir sandalyesini alıp Küçükyalı Sahili’ne gitmiş, akşamın çökmesini izleyen –yine erkek- öykü kişisinin; insana, hayata, insanın anlam arayışına dair düşüncelerini izlerken anlatısal zamanda da onunla birlikte kentin içinde geziniriz. Birlikte adımlar attıkça onun günümüzün flanörlerinden, aylak adamlarından biri olduğuna iyice ikna oluruz. 

“Bunca şey anlattım ama aralarındaki bağlantılara dair hiçbir şey bilmiyorum. Beril neydi, Haşmet var mıydı, hangisi diğerinden önce geliyordu, ailem, işim, hepsi son bir anda toplandılar, geriye isimlerinden başka bir şey bırakmadan. Boşluğun karşısında var olabilecek tek anlam bu. Bakın, büyüyor. Gördünüz mü? Sevdiğim bir şarkıyı dinleyeyim son olarak, beraber söyleyelim mi? Şu girişin güzelliğine bak, aksak ve karanlık.” (s, 66)

Daimi bir huzursuzluk içinde, evlere odalara sığmayan, aradığını buldukça ondan da uzaklaşan başıboş ruh hepimizin tanıdığıdır aslında. Kentlerin içinde hızlandıkça azalan ama durdukça kendinden korkan bu profil, metnin sonunda da hayatın nihayetinde de aynı anlamsız sesleri çıkarmaktan başka bir yere varamayacaktır. Utku Yıldırım’ın kent insanına ve o insanın ruhuna dair gözlem başarısı tüm öykülerde dikkati çeker.

Metnin yüzü ve yazarın izi

Küreselleşen ve dijitalleşen standart bir dünyada yaşıyor olsak bile acının sınırsız çeşidi her seferinde beni hayrete düşürüyor. Aynı şekilde umudun, aşkın, öfkenin, şiddetin, merhametin, kırgınlığın, kızgınlığın, çaresizliğin, sevginin, merhametin, şefkatin, korkunun da. Metinler aynı şeyleri defalarca anlatsa bile yazarın durduğu yer, yazarın baktığı şey, yazarın duyduğu ses kişiye göre değişiyor. Güçlü patolojilerin zemine yayıldığı ve metnin yüzünde yazarın izini görebildiğimiz öyküler birkaç adım öne çıkıyor her seferinde. Utku Yıldırım zamanı algılayış biçimindeki özgünlük ve düşünüş biçiminin ortaya çıkardığı lezzetli dili kaynaştırarak tam da bunu başarmış. Hayatında Değil Yerin. Hepimizin hissettiği gibi.

Yorum Yaz