Defterimden…

Köşe Yazıları Güncel

Gaston Bachelard, Mekanın Poetikası’nda evimizin, düşüncelerimiz, anılarımız ve hayallerimiz için bütünleştirici bir güç olduğundan bahsederken bütünleştirmenin bağlayıcı ilkesi olarak düşlemeye yer verir. Ardından “Geçmişte oturduğumuz konutlar içimizde yıkılıp gitmediğinden, eski evlerin anılarını birer düşleme olarak yeniden yaşarız” diye de ekler. Bir zamanlar içinde düş kurduğumuz, belli bir zaman dilimini yaşadığımız eski evimiz düşlerde var olmaya devam eder. 

Yakın bir zamanda taşınmam gerekti. Yeni bir evi, eşyalarımla, kedilerimle, kitaplarımla yuva/kuytu/kucak yaparken eski evimi düş(ün)lemeden edemedim. Öyle ki eski evimin yeni sakinlerine çatıdaki martılar, komşu teyze, kapı önündeki kediler gibi evin uzantısı diyebileceğim birçok şeyden bahsettim. Benim için tüm bunlar eve dahildi ve şimdi anılarımla birlikte devamlılıklarını koruyorlar. Bunları deneyimlerken içeriğine dair hiçbir bilgim olmadan Melih Cevdet Anday’ın Müfettişler oyununu seyrettim. Oyunculukların şahaneliği bir yana, hikâyenin merkezinde ev olması harika bir denk gelişti. Evlerini satmak isteyen bir çift, alıcıların kendilerinden sonra evlerine ne yapacaklarını öyle çok önemsiyorlardı ki bu nedenle evi satamıyorlardı: “Namuslu, evimize iyi bakacak bir müşteri. Şimdi böylesi o kadar az ki… Evinizi satın alıyorlar, bir de bakıyorsunuz, başkasına satmışlar. Güvenilmiyor. Ya da yıkıp yerine yenisini yapıyorlar. Dahası var, kiraya veriyorlar efendim.” 

Üstelik evlerini satan bu çift Bachelard’ın geçmişteki evimizin ve anılarımızın, düşler aracılığıyla tekrar tekrar yaşanmaya devam edeceği fikrini reddeder. Evlerini bütün anılarıyla birlikte satışa çıkarmışlardır: “Deniz kıyısında bir ev alıyoruz, anlıyor musunuz? Hiçbirini götürmeyeceğiz oraya. Orada yeniden başlıyoruz işe.” 

Yeniden başlamanın ev değiştirmek, anıları evde bırakmak üzerinden kurulması fakat tüm bunlar yapılırken de eve iyi bakılmasının istenmesi evin, oyunda başlı başına bir karaktere dönüştüğünü gösteriyor aslında. Bu bana Günay Çetao Kızılırmak’ın “Ev” isimli öyküsünü anımsattı.  Öykü “Ben bir evim. Onlarca çarşafım ve havlum var, buram buram iç kokuyorum, gözlerim şaşı” şeklinde başlıyor ve evin anlattıklarını okuyoruz. Bachelard’ın ifadeleri tersten kuruluyor bu kez. Bilen ve bilinen yer değiştiriyor. Ev bilen yani özne olarak varlık buluyor ve kendi içinde yaşanan hayatın, orada yaşayan insanların, bütünleştirici bir güç olduğunu gösteriyor. Evde geçici süre yaşayan Muhsin için söyledikleri bunun delili: “Birazdan mutfağa geçiyor. Radyoyu açıyor. İşte bunu seviyorum. … Bazen sesli okuyor – o zaman mest oluyorum”.

Aslında Müfettişler’de de evin kişileştirildiği bir bölümde, onun özneleştiğini görebiliyoruz. Evlerin de insanlarınki gibi ruhlarını, yaşantılarını yansıtan suratları olduğu ifade ediliyor. Hatta kimi evlerin, satıldıktan sonra içinde yaşananları açıkladığı... Örneğin içinde bir hırsızın, suçlunun yaşadığı evi, içinde cinayet işlenmiş bir evi düşünsek; olanları bilen olarak suçlu özneler midir bu evler?  Evden nesnenin özneden etkilendiğine, özne-nesne arasındaki çift taraflı etkileşime gidiyorum… Ev, içinde yaşayanlara vâkıf. Ev anılara vâkıf. Özne nesneye vâkıf. Sahi “bir apartmanın ortalama ömrü kaç yıldır?”

Yorum Yaz