Haldun Taner’in susmaya övgüsü

Köşe Yazıları Güncel

Sözü kendinden sonraki zamanlara ulaşan yazarların bir ortak özelliği var: onlar, insanların arasında bir hayalet gibi dolaşmışlar. Hayalet derken; kendilerini gösterme dertleri olmadan insanların hayatlarına şahitlik etme halinden bahsediyorum aslında. Fırındaki ekmek kuyruğu, otobüsteki hararetli konuşma, güneşin başlattığı ve akşamın bitirdiği sokağın tüm telaşı sanki bu yazarların cisminde sırlı. Onlar koku alma meziyetlerini kalemleriyle parlatıp, iyi edebiyatın sadece güzel cümleler kurmaktan ibaret olmadığını gösteriyorlar sanki. Koku; haberin, acının, neşenin, hikayenin bir sembolü burada. İnsanın olduğu her yere uğramış, orada hem kendine hem de diğer insanlara seslenecek bir şeyler daima bulmuş isimlerin başında Haldun Taner geliyor şüphesiz.

Geçenlerde bir Beyoğlu yürüyüşünde Yapı Kredi Yayınları’nın önünden geçerken Bir Ada Arıyorum adlı kitabı gördüm. Halil Tekiner ve Demet Taner hazırlamış. Haldun Taner’in öykü ve deneme kitaplarından seçmeler var. Bu tip çabaları çok samimi ve değerli buluyorum çünkü henüz Haldun Taner metinleriyle tanışmamış pek çok genç var. Hatta hemen gençlere sitem etmeyelim; Taner’i hiç merak etmemiş, biraz okusa nasıl tat alacağını bilmeyen ne çok okur var. “Yazarlığın insanı tüm varlığı, tüm zamanı, tüm bilinci, tüm bilinçaltısı ile, gecesi gündüzü, gerçeği ve düşü ile emen ne doymak bilmez, ne kaprisli, kendinden başka sevgili çekemez, ne kıskanç bir meslek olduğunu bile bile yazdık,” demişti Haldun Taner ve şöyle bitirmişti bir yazısını: “İnsan gerçeğini yakaladığımız bir yanı ile, Türkiye gerçeğini ayrı bir açıdan verdiğimiz umuduyla yazdık. Yararlı olmak duygusuyla yazdık. Yazıyoruz da. Yazacağız da. Ölüm bir gün elimizi tutuncaya kadar.”

Gerçeği, yararlı olanı arayınca, meydana çıkan yazı(lar), okur nezdinde zaman zaman hatırlanan, tekrar okunan yazılar oluveriyor. İşte böyle bir yazı geldi aklıma; Yaz Boz Tahtası adlı kitabın son yazısı: “Susmaya Övgü.” Sosyal medyada karşımıza çıkan bazı videolar var. İnsanlar doğayla buluşup çıldırasıya bağırıyorlar. Oradan oraya koşturup çığlıklar atıyorlar. Böylece içlerindeki huzursuzluğu, gerilimi, öfkeyi bırakmış oluyorlar(mış). Sahiden öyle mi? Bilmiyorum. Mutlaka faydaları vardır. Ama bende Haldun Taner gibi yerinde susuşların çok daha faydalı olduğunu düşünüyorum. “Her kafadan bir sesin çıktığı şu konuşma enflasyonu içinde,” diyor Taner ve ekliyor: “susabildiğiniz an, kendi kendinizi bulmak, kendi özünüze dönmek olanağına ilk adımı atmış olursunuz. Çok güç bir şey, kabul ederim. Konuşmaya öyle bir kaptırmışız ki kendimizi, öyle bir koşullamışız ki hançeremizi, her düşünce ille ses olarak çıkacak ağzımızdan.”

Abdülhak Hamit’e sormuşlar, sokağınızdaki gürültü sizi rahatsız etmiyor mu diye. “Evimin ve kafamın içi huzurlu olursa, dış gürültü beni etkilemez,” demiş. Sabahattin Eyüboğlu da Haldun Taner’in ne zamandır sessizlik aradığını duyunca, Bolu’nun Yedi Göller bölgesinde bir yer tavsiye etmiş. Şöyle demiş: “Sessizlik öyle yoğun ve mutlak ki, insan orada geçirdiği bir saati bir gün kadar uzun sanabilir.”

Haldun Taner gün içinde mutlaka sessizlik temrinleri yapmamız gerektiğini söylüyor. Buna ne kadar ihtiyacımız olduğunu ancak bunu tatbik ettikten sonra anlıyoruz. Çok fazla uyaran, çok fazla konuşan var. Yani çok fazla gürültü var. İnsanoğlu her ne yaşarsa yaşasın ahengi arıyor, iç sessizliğine kavuşmak için tatillere gidiyor. Eskilerin tabiriyle bu huzuru ne ağyarda ne de taşrada bulabiliyor. Önce kendi sesimiz ve sessizliğimiz, önce kendi ayarlarımız. Bilinçli susma diyor buna Taner: “Hayatım boyu çok konuştum ama yeteri kadar susmadım diyebilmek, bence bilgeliğin ana şartı. Çünkü evrenin farkına en iyi susulduğu zaman varılıyor. Herkes dünyanın eksenini kendi sandığı sürece, insanları susturmak kolay olmayacak… Söz gümüşse sükût altındır, diyen atasözümüz başka bir rayice göre söylenmiştir. Bugün söz, o kadar bakırlaştı ki, sükûtu platin saymak gerekecek.”

Tek başına susmak, dost ile susmak, tabiat ile susmak. Sonra o susuşların içini anlamla, hayatla doldurmak. Büyük ve güçlü şeyleri ifade edebilmek için bu doluluktan faydalanmak. Böylesi hem ne konuşacağını hem de ne zaman susacağını bilmeye götürür insanı. Susmak sadece bu anlamda bile bizim için hakikate, sonsuza açılan bir pencere. Onu daha fazla görelim dilerim.

Yorum Yaz