Litros Sanat
Türkiye'nin Dijital Kültür Sanat Gazetesi
Küratör Marcus Graf: “Küratör sanatçı, parazit ve diktatör değildir. Küratör; sergi yapan, düzenleyen, sergiye dair fikirler ortaya koyan, sanatçılarla bunları konuşan, ona göre sergi mekânı bulan kişidir.”
Yirmi iki yıldır Türkiye’de yaşayan Marcus Graf, küratör, sanatçı ve akademisyen. Yeditepe Üniversitesinde Kültür Sanat Yönetimi Bölüm Başkanı. Yeditepe Bienali kapsamında Ayasofya Medresesinde düzenlenen “Günümüzde Bienal ve Küratörlük İlişkisi” semineri öncesinde bir araya geldiğimiz röportajda; küratörlük kavramını, dijital sanatları, çağdaş sanatın problemlerini konuştuk.
Küratörlük nedir? Ne değildir?
Küratörlüğün tam ve tek bir tanımı yoktur. Çoğu zaman multidisipliner bir çalışma alanı olarak farklı eğitim durumlarına, deneyimlere göre çeşitli küratör tanımları ve çalışma disiplinleri ortaya çıkıyor. Ama bana göre genel olarak küratör bir sergi yapımcılığıdır. Nasıl sanat yapan herkes sanatçıysa sergi yapan herkes de bir nevi küratördür. Bizim alanımızda da sergi yapan, düzenleyen, sergiye dair fikirler ortaya koyan, sanatçılarla bunları konuşan, ona göre sergi mekânı bulan kişi aslında küratördür. Bu bağlamda küratörü sergi yapımcısı olarak adlandırabiliriz. “Küratör ne değildir?” sorunuza gelirsek; küratör sanatçı değildir. Günümüzde “küratörün meta ya da süper sanatçı mı?” olduğuna dair bir tartışma var. Cevabı sanatçı olmadığıdır. Biz küratörler bir nevi sanatçılara, sanat kurumlarına ve halka hizmet sunuyoruz. Sergi hizmeti sunan, bu hizmeti düzenleyen kurumlar ve halk arasında köprü kuran bir uzmanlık alanından bahsediyoruz. Öbür taraftan küratör parazitte değildir. Türkiye’de küratörlük deneyimine başladığım 2003 yılından iki yıl sonra 2005 yılında “Küratör nedir? Küratörün fonksiyonu ve rolü nedir?”şeklinde bir tartışma başlamıştı. Orada küratörün bazen sanatçıların önüne geçtiğini, sanatçıların küratörlerine ihtiyacı olmadığını ve gereksiz bir alan olarak sanatçılardan bir parazit gibi beslendiği düşüncesi ortaya çıktı. Bence küratör parazit değildir. Son olarak ise küratör diktatörde değildir. Bazı büyük sergilerde medyanın dikkati sanat eserlerine, sanatçılara değil küratörler üzerine kuruluyor. Bundan dolayıda o tek kişinin serginin her şeyini yaptığı düşünülebiliyor. Biz ne sanatçı ne parazit ne de diktatörüz.
2003 yılından itibaren Türkiye’de küratörlük yapan birisi olarak küratörlüğün Türkiye’deki yerini nasıl görüyorsunuz?
Küratörlük anlayışı tam oturmamış diyebiliriz. Ama belki hiçbir zaman oturmayacak ve belki de bu iyi bir şey. Oturmayan bir olguyu sürekli yeniden tartışıyor, değerlendiriyor ve değiştiriyoruz. Sonuç olarak kültür ve sanat statik bir olgu değildir. Küratörlük çalışmalarının sürekli değişen kültür sanat hayatına ve topluma uyması gerekir. 2001 yılında Türkiye’ye geldim. Küratör olarak çalışmaya 2003 yılında başladım. Şimdiye kadar çeşitli kurumlarla 150 sergi yaptım. 2000’lerin başında küratörlük kavramı Türkiye’de yeni kullanılmaya başlandı. Batı’ya, Avrupa’ya baktığımızda günümüzde kullanılan küratörlük kavramının 1960’ların ortasından beri kullanılıyor. Daha önce direktör, komiser gibi terimler kullanılırken küratörlük kavramı ortaya çıktı. O zamanlar küratör kavramı tartışmaya açıldı. Türkiye’ye baktığımızda küratörlük kavramı 25 sene sonra kullanılmaya başlandı. Aslında 1990’ların ortasından itibaren hatta 4. Uluslararası İstanbul Bienali’nde René Block bir kurum içinde ilk kez küratör olarak geçiyor. Birinci, ikinci ve üçüncü İstanbul Bienali’nde Beral Madra ya da Vasıf Kortun küratör olarak çalışmalarına rağmen onlara küratör denilmedi. Bu kavram kullanılmadı. 1995’ten itibaren küratörlük kavramı tek tip kullanılıyor. 2005 yılında “küratör olsun mu olmasın mı?” şeklinde bir tartışma vardı. Bu tartışmayı günümüzde yapmıyoruz. Onun yerine “küratörlük nasıl yapılmalı?” kısmını tartışıyoruz. Bu tartışmanın daha geçerli ve sağlıklı olduğunu düşünüyorum.
Çağdaş sanatçı bir aktivist olarak hareket ediyor
Çağdaş sanatın güncel problemleri nelerdir?
Çok katmanlı bir soru. Cevabımı mecra ve içerik olarak iki kısma ayırarak verebilirim. Mecrada pandemiyle birlikte dijitalleşme eğilimimiz var. Dolayısıyla medya sanat alanındaki üretim ve paylaşma yeniliklerine baktığımızda sanatçılar yeni öğreniyor. Teknik uzmanlarla konuştuğunuzda “dijitalin ortaçağında” olduğumuzu söylüyorlar. İleride neler olabileceğini bilemiyoruz. Herhalde beş yüz sene sonra bize bakıp onlar nasıl yaşamış diyecekler. Sanatçılar bir nevi bu yeni teknolojiyle tanışıyorlar. Ona karşı çok büyük bir merak var. Sanal gerçeklik, NFT, metaverse, artırılmış gerçeklik ya da yapay zeka kavramları medya sanatında on yirmi yıldır tartışılıyor. İlk örnekler 1980’lerde ortaya çıkıyor. Şu anda ise o eylemin yaygınlaştığını görüyoruz. Gelecekte çok fazla dijital sanat çalışmaları göreceğiz. İçerik anlamında baktığımızda ise iki üç tane eğilimin ağırlıklı olduğunu görüyoruz. Bir tarafta research based art yani araştırma bazlı çalışma prensipleri yer alıyor. Sanatçılar bir sosyolog, antropolog, tarihçi gibi güncel konular üzerinde araştırma yapıp bu konular üzerine araştırmalarını bizlerle paylaşıyor. Araştırmaları ekonomik, politik, tarih ya da günümüzde olabilir. O tip eserler genellikle metin ya da belgesel olarak paylaşılıyor. O eserleri estetik değerde minimal, içerik ve kavramsal değerde maksimal olarak değerlendirebiliriz. Onun dışında çağdaş sanat sosyopolitik içerikli ve eleştirel bir eğilim gösteriyor. Bu bağlamda 1990’ların ortasından itibaren ilişkisel estetik dediğimiz gündelik hayattan beslenen kavramlar, konular ya da malzemeleri kullanarak aslında sanatçılar gündemi sorguluyor, eleştiriyor. Distopik ya da ütopik konular üzerine çalışıyorlar. Bu seneki İstanbul Bienali’nde bunu gördük. Çağdaş sanatçı bir aktivist olarak hareket ediyor. Sanatıyla sadece yansıtma yapan değil bir sorunu fark edip onu göstermeye ve düzeltmeye çalışan olarak hareket ediyor.
Burada politik doğruculuk devreye giriyor mu yoksa sanatçı, sanatçı olarak mı davranıyor?
Çok güzel bir soru. Bir sanat uzmanı, akademisyen olarak sergileri dolaşırken bazı eserler için “Bu aslında siyaset bilimine ait değil mi?” ya da “Sosyolojik bir çalışma değil mi?” diye soruyorum. O eserin sanatsal bakış açısı ya da sanatsal farkı belli olmuyor veya eksik oluyor. Belgesel şeklinde ortaya konulan bir eser, sergi mekânından ziyade bir belgesel kanalında yer almalı. Günümüzde bunun sanatçılar tarafından tartışmaya açılması gerekiyor. Sosyal bilimlerden ve pozitivist bilimlerden farklı olmalı. Ancak o zaman sanatının bir anlamı olduğunu düşünüyorum.
Dijitalleşme demokratikleşmeyi sağladı
NFT, yapay zeka kullanımlı dijital sanat, metaverse çağdaş sanatın geleceğini nereye doğru götürüyor ya da götürecek? Aynı zamanda bu manada küratörlük nereye gidiyor?
Koronavirüs döneminde dijitalleşme yolculuğu hız kazandı. Koronavirüsten önce küratörlük galeriler, müzayedeler üzerinden mekanik bir şekilde ilerliyor ve gerçek mekânlarda düzenleniyordu. Dijitalleşme; kültür ve sanat paylaşımların sanal ortamlara taşınmasını, sanatın demokratikleşmesini sağladı. Birçok mekânı hibrit olarak görebiliyoruz. Bir sergiyi hem sanal hem de galeri alanında görebiliyoruz. Bazı eserlerin hem dijital versiyonun edisyonu hem de fiziki olarak galeri içerisinde sergilenen hâli oluyor. Bir tiyatro oyununa gittiğinizde sahne üzerinde dinleyebiliyor ya da canlı yayınla o konseri izleyebiliyorsunuz. Çağdaş sanatta bence sosyopolitik eleştirel bakış açısı devam edecek. Bir yandan da research based art ön planda olacak. Sanat gittikçe globalleşiyor. Küresel köy anlayışı bir yandan da merkezsizleşmeye başladı. 1950’ye kadar Avrupa odaklı bir sanat yaklaşımı varken sonrasında Amerika odaklı bir sanat yaklaşımımız vardı. Üretim, pazar açısından günümüzde böyle bir ortam bulunmuyor.
NFT yanlış anlaşılıyor
Metaverse’e baktığımızda yepyeni bir dünyadan bahsediyoruz. Bu dünyanın şu an inşasını görüyoruz. Metaverse şu an bir start-up. Ne kadar çok konuşulsa ve ilginç bulunsa da uzmanları “Şimdi başladık ama gerçek metaverse’ü kültürün ve teknolojinin gelişmesiyle on yıl sonra göreceğiz.” diyor. Sonuç olarak metaverse’te farklı deneyimleri sunabilecek kültür ve sanat mekânları olabilir. Şu anki örnekleri vasat buluyorum. Bir oyun havası dışında ilginç örnekler göremiyorum. Dikkatli baktığımızda birçok galeri, müze şu anda metaverse’te arsa alıp mekânları kurmuşlar ve orada sergi yapıyorlar. Bu eğilimi hem sanatçı hem küratör olarak takip etmemiz gerekiyor. NFT’yi geçen sene bana sorsaydınız harika, ümit verici diyebilirdim. Ama Mayıs 2022’deki doruk noktasından sonra Eylül 2022’de baktığımızda o ortam piyasa ve katılım açısından yüzde doksan civarında çöktü. Ekonomik olarak çok büyük kayıplar yaşandı. Aynı zamanda ilgi alanı olarak da biraz geriledi. NFT’nin genel olarak yanlış anlaşıldığını düşünüyorum. NFT dijital sanatçılar için önemli ve gerekli bir tapu, sertifika sistemi. Dijital sanat ve sanatçılar için önemli bir sorunken, NFT bunu çözdü. Bitcoin, blokchain teknolojisi sanatçılar için büyük bir avantaj sağlarken NFT’de sanat eseri olarak gördüklerimizin çoğu basit illüstrasyon, neo sürreal, kitsch tarzlarının ilerisine gitmiyor. Dijital sanatla ilgilenen bir kişi NFT yapsın. Ama bir sanatçı NFT ortaya koymadan önce “Neden NFT?” diye sorulmalı. Her sanat eseri için bu sorulur. NFT içinse ayrı bir bağlamda önemli bu soru.
Kültür sanatın yeni şehirlere sıçraması gerekiyor
Kültür sanat etkinlikleri açısından İstanbul merkezli bir tabloyla karşılaşıyoruz. Sanat kültür yönetimi olarak Türkiye’nin diğer illeri ne durumdadır?
Kısa bir cevap vermek gerekirse; kötü durumda. Şu an kültür ve sanat ortamına baktığımızda maalesef bir tekelleşme söz konusu. Tiyatro, edebiyat, plastik sanatlar olmak üzere her şeyde İstanbul odaklı olması çok büyük bir dezavantaj ve sıkıntı. İzmir ve Ankara’da çok iyi eğitim kurumlarının olmasına rağmen galeri, kurum sayısı çok az. Dolayısıyla herkes mecburen İstanbul’a geliyor. Yirmi sene önce böyle bir şey söyleyeceğimi düşünmezdim ama İstanbul’da bir nevi kültür sanata doyduk. Kültür sanatın yeni şehirlere sıçraması gerekiyor. Türkiye’nin kalabalık bir genç nüfusu var. O nüfus kültür sanat meraklı ve aç. Ama yeterince fırsatlar Anadolu’da bulunmuyor ve sağlanmıyor. Burada bazı örnekler bulabiliriz. Örneğin; Eskişehir Odunpazarı’nda OMM, Hüsamettin Koçan’ın Bayburt’ta yer alan Baksı Müzesi. Bu örneklere baktığımızda bir organik bağ görüyoruz. Bir nevi çekim merkezleri oluşturuyorlar. Özellikle Baksı Müzesi bir kültür sanat ortamı aynı zamanda sosyolojik bir kalkınma projesi oluyor. Böyle örneklere çok daha fazla ihtiyacımız var. Geçenlerde Konya’ya gittiğimde orada değerli start up girişimlerinin olduğunu gördüm. Anadolu’da belediye, üniversiteler, kurumlar ve sanatçılar arasında bir sentez kurulması gerekiyor. Bizim yakın hedefimiz bu olmalı. Kültür sanat dünyasını İstanbul dışına taşımamız gerekiyor.
Küratör olmak isteyen için mazeret yok
Sanat tarihine, sanat kültür yönetimine meraklı insanlara kendilerini geliştirmek için neler tavsiye edersiniz?
Birisi küratör olmak istiyorsa kendine rol modelleri bulmalı, sergileri takip etmeli, küratörleri araştırmalı. Bu işle ilgilenenler gönüllü işler yapsınlar. Bienallerde, küratörlerin yanında asistanlık yapabilirler. Kültür sanat ortamının parçası olmaları gerekiyor. Seyirci ve aktif çalışan olarak da sahada olmalılar. Son olarak ise küratör olmak istiyorsan, kendi sergini yap. Gençler para yok nasıl yapalım diyorlar. Ben ilk sergimi kendi evimde yaptım. Bir odamı boşalttım ve sergimi oluşturdum. Orası kalabalık olmaya başlayınca apartmandaki kömürlüğü boşaltıp oraya sergimi taşıdım. Günümüzde bu tarza “underground galeri” diyorlar. Öyle bir şey değildi, olanağım yoktu o şekilde yapmıştım. Küratör olmak isteyen için bir mazeret yok. Yazı yazması, okuması lazım. Sanat tarihini çok iyi bilmeli. İletişime açık olmalı. Disiplinli ve ufkunun açık olması gerekiyor.
Yorum Yaz