Eski dostun vuslatı İstanbul’da

MÜZİK

 

İran müziği, eski bir dostun vuslatı gibi İstanbul’da yankılandı. 9 Kasım akşamı Ülker Sports Arena, Epifoni organizasyonuyla gerçekleşen konser vesilesiyle; Tebriz’in rüzgârını, Şiraz’ın gül kokularını, İsfahan’ın bahçelerinin misk kokusunu getiren seslerle dolup taştı. Yüzyılların derin izini taşıyan İran müziğiyle eski bir dostla kucaklaşmanın verdiği iç huzur ve özlemin dinginliğini yaşadık. İran’ın en önemli seslerinden Homayoun Shajarian ve piyanist Anoushiravan Rohani, dinleyicilere İran kültürü gibi zengin bir müzik ziyafeti sundu. Konser, iki kültürün yüzyıllara dayanan köklü bağlarını yeniden hatırlatan, nasıl geçtiği anlaşılmayan üç saatlik bir yolculuk gibiydi.

Babadan kalma bir miras ve yenilikçi bir ses

Konserin ilk yarısında Homayoun Shajarian Siavash Grubu ile sahnedeydi. Homayoun Shajarian, İran’ın klasik vokal geleneğini kendi yenilikçi yorumu ile birleştiren, babası Mohammad-Reza Shajarian’dan miras aldığı sanatı özgün bir şekilde icra eden usta bir müzisyen. İran’da “modern gelenek” olarak tanımlanan bu özel tarzı, müziğe kattığı duygusal derinlik ve vokal yeteneği ile dinleyicilerini büyülüyor. Yakın zamanda yitirdiği babasının isminden gelen mirasın ötesinde, bu mirası kendi tarzıyla dönüştüren ve geleceğe taşıyan bir ses olarak öne çıkıyor.

Shajarian daha önceki konserlerinde olduğu gibi, sesinin derinliğinde kadim İran’ın izlerini barındıran bir hikâye anlattı bizlere. Onun sesi Tebriz’in taş yollarında esen bir rüzgâr gibi salonun her köşesine yayıldı; İsfahan’ın bahçelerinin iç ferahlatan miskleri gibi kulaklardan kalplere sızdı. Shajarian’ın incelikle kullandığı yüksek ve alçak tonlarla, İran’ın geleneksel gırtlak tekniği olan "tahrir" ile müziği adeta yüreklere nakşetti. Özellikle salonu dolduran İranlılar için her nota bir vuslat gibiydi; İstanbul’da adeta memleket topraklarına ayak basmış gibiydiler ve gözyaşlarını tutamadılar. 

Siavash müzik grubu üyelerinin dinleyicileri mest eden solo performaslarının da yer aldığı konserin ilk bölümü yaklaşık bir saat sürdü. 

Doğu ve Batı’nın melodisi

Anoushiravan Rohani ise İran’ın pop ve klasik müziğini batı armonisiyle harmanlayarak evrensel bir boyuta taşıyan bir besteci ve piyanist. Rohani’nin müziği, İran’ın binlerce yıllık hikayesini evrensel bir dille anlatan bir köprü niteliğinde. Batı’nın harmonik yapısını İran melodileriyle bütünleştiren sanatçı, bu iki kültürü bir araya getirerek özgün bir ifade biçimi yaratıyor. Müziğinde İran’ın mistik havasını batı müziği ile harmanlarken, kendine özgü dokunuşlarıyla dinleyiciyi geçmişin tatlı anılarına götürüyor.

İranlılar Rohani’ye büyük saygı gösteriyor. Konserin ikinci yarısı sahneye adım attığında tüm dinleyiciler ayakta karşıladı ve dakikalarca alkışladı. 

Konserde İranlı dinleyicilerin Rohani’nin piyanoya dokunuşlarıyla, İran’ın eski sokaklarında, anılar arasında bir yolculuğa çıktığı aşikâr. Rohani’nin piyanodan süzülen melodileri, İran’ın ruhunu İstanbul’da canlandırdı. Türk dinleyiciler olarak bizler de o notalara hiç yabancı değildik. Bizler için de tanıdık ve sıcaktı tüm o ezgiler. 


Müziğin birleştirici gücü 

Peki biz Türkler neden İran müziğine bu kadar yakın hissediyoruz? Belki de bunun sırrı, geçmişin derinliklerinden gelen o dostlukta saklıdır. İran müziği dinlerken, yalnızca bir başka kültürden melodileri dinlemeyiz; adeta kendimize doğru bir yolculuğa çıkarız. Farsça’nın makamında Anadolu türkülerinin duygusal derinliğini, lirik ifadelerde Mevlana’nın coşkusunu buluruz. Bu ezgiler, ruhumuzun derinliklerine işleyen bir sıcaklık, sanki yitirilmiş ama yeniden hatırlanan bir dostluk gibidir. İran müziğinde yer alan makamlar, Anadolu'nun türkülerine, dertli ağıtlarına yankı olur; ezgilerin arasında gezinirken aradığımız belki de binlerce yıllık ortak bir geçmişin sesidir.

Konserin ikinci yarısında, iki usta sanatçı, farklı müzik stillerini temsil etmelerine rağmen, aynı sahnede tam bir uyum içinde birleşti. Homayoun Shajarian, İran’ın geleneksel müziğinin zarif bir temsilcisi olarak sahnede devleşirken; Anoushiravan Rohani, İran ve batının müziğini harmanlayan yorumlarıyla bu müziğe çağdaş bir derinlik kattı. 

Shajarian’ın güçlü sesi, minberden yükselen bir dua gibi yankılanırken; Rohani’nin piyanosu, İran’ın bahar iklimlerinden esen bir rüzgâr gibi salonu sardı. Shajarian’ın sesinde Tebriz’in esintisi, Rohani’nin piyanosunda Şiraz’ın büyüsü vardı. 

Bu büyü yaklaşık üç saat devam etti.

Komşuluk bağlarının anısına: Sahnedeki çiçek

Konser salonunun ışıkları altında, sahnenin kenarında bir başka ayrıntı tüm dinleyicilerin dikkatini çekti. Sahnenin köşesindeki kocaman ama zarif çelenk. Üzerinde mavi gözlü divamız Emel Sayın’ın ismi yazılıydı. Bu çiçek saygının ötesinde geçmişteki anının önemli bir hatırlatıcısı olarak orada duruyordu. Emel Sayın, yalnızca Türkiye’de değil, Ortadoğu’nun dört bir yanında yankı bulan sesi ve güzelliğiyle tanınmış, İran’da da büyük bir beğeniyle karşılanmış bir sanatçıydı. 1970’lerde Anoushiravan Rohani’nin ünlü bestesi “Gol-e-Sang” şarkısına kattığı yorumla İran’da gönülleri fetheden Emel Sayın, altın rengi saçları ve zarafetiyle İran dergilerinin kapaklarını süslemiş, müzik çevrelerinde hayranlık uyandırmıştı. Yalnızca güzelliğiyle değil, duyarlı kalbiyle de hatırlanır; Van Çaldıran’daki depremzedelere yardım etmek için İran’da verdiği konserin gelirini bağışlayarak, halklar arasındaki köprüye vefa eklemişti. Sayın’ın 1977’de çıkardığı albüm Farsça ve Türkçe şarkılardan oluşuyordu. Chila Bom Bom (Çili Bom Bom) ve Ayerlig (Ayrılıq) gibi dönemin ünlü şarkılarının Farsça yorumları bu albümdeydi. Bu anıyı bilenler, benim gibi daha önce okumuş olanlar için oradaki çelenk geçmiş yılların dostane anılarının hatırlatıcısıydı. 

İstanbul’da yaşanan bu unutulmaz konser, bir kültürü tanıtmanın, bir kültürü yeniden hatırlatmanın, müziğin insanları ve kültürleri birleştiren derin gücünün en güzel örneği olarak hafızalarda kalacak. Gurbetteki İranlılar içinse müziğin toprak kokusu, ana kucağı sıcaklığı anlamına geldiğini bu konserde anladım. 

İstanbul her gün onlarca yabancı sanatçıyı ağırlarken, komşu seslerin daha çok duyulması dileğiyle…

Sümeyra GÜMRAH TELTİK
Sümeyra GÜMRAH TELTİK

 Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo-TV ve Sinema Bölümü’nden mezun oldu. Öğrenim süreci boyunca Kanal D bünyesindeki radyolarda görev aldı. Yönetmen yardımcısı olarak başladığı kariyerini, ...

Yorum Yaz